Yazar Adı : Muhammed Celaleddin ( Mevlana Celaleddin er Rumi ) | İlim Dalı : Yazar Hakkında |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : Yazar Tanıtım |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-07-09 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Mevlana’nın Hümanizmi
Menkıbelerdeki birçok vaka, rivayet ve kerametler, o çağda, Mevlâna'nın, başka din mensupları ve büyükleri arasında da büyük saygı topladığını gösteriyor.
Bazan danışmaya gelmektedirler, meclisine rahatça girmektedirler. Bazı darda kalan müslümanlar, yakın uzak hıristiyan ülkelerinde bile «Mevlâna» nın adını, selâmını vermek suretiyle (esirlikten dahi) kurtulmaktadırlar.
Bizans diyarında Mevlâna'yı rüyasında görüp hidayete eren rahipler vardır.
Konya Hıristiyan ve Musevileri ise ona tapınırcasına bağlıdırlar. Nitekim cenaze törenine, başka dine mensup büyüklerin ve halkın da yas bağlayıp katıldıkları görülmektedir. .
Günlük hayat ve hareket içinde olan bu bağlanışlar, Mevlâna gibi büyük bir insan söz konusu olunca çok tabiîdir.
Âlem halkını gönlüyle kucaklayan bu eşsiz varlık kendisinin olduğu kadar İslâmlığın ve tarikatin de asıl büyüklüğünü yansıtmaktadır.
Burada kayda değer nokta:
Mevlâna'nın «beşerî» (humaine) fakat, Hz. Muhammet gibi ve onun tarzında «beşerî» olduğudur. «Athee» veya bütün dinleri denk gören ümanizmle onun ilgisi düşünülemez.
Ancak bütün din ve inançları hoş gören ve İslâmı onlara sevdiren bir insan severlik söz konusudur. Ayrıca dinler veya dinsizlik konusunda değil ancak (yine (İslâm anlayışı icabı) ırklar ve kavimler karşısında bir «laiklik» düşünülebilir Mevlâna'nın, bu meseleyi büyük genişlik hattâ aşırılık ile düşünmüş olduğunu gösteren bir kıssa vardır ki (Eflâkî'den), dikkatle incelenmeğe ve onun hümanizmini «Muhammet'çe» izaha yeter:
«Bir gün Mevlâna hazretleri bilgiler ve sırlar açmakta çok hararetlenmişti. Hallâc-ı Mansur'un menkıbeleri hakkında konuşuyordu. "Mansur'un asılmasına sebep şu idi" dedi: Mansur bir gün: "— Eğer Muhammed'i ellime geçirse idim muhakkak onun yakasına yapışırdım. Miraç gecesinde Allah'ın huzuruna çıktığı vakit YALNIZ KENDİ ÜMMETİNİ DÜŞÜNDÜ. NİÇİN BÜTÜN İNSANLAR İÇİN RAHMET DİLEMEDİ VE HEPSİNİ BANA BAĞIŞLA demedi?" der.
Bunun üzerine Mustafa hazretleri temessül ve tecessüd edip kapıdan içeri girdi ve:
"— İşte geldim, alacaklı gibi nasıl yakama sarılacaksan sarıl bakalım!" dedi. "Biz ne istiyorsak Allah'ın emriyle istiyoruz. Kalbimiz onun buyruğunun evidir. Bu ev Tanrı'nın irade ve fermanından başka her şeyden arınmıştır. EĞER HEPSİ İÇİN RAHMET İSTESEYDİ HEPSİ İÇİN İSTERDİM. FAKAT HEPSİ İÇİN DEĞİL YALNIZ MÜ'MİNLER İÇİN BUYURDU." diye ilâve etti.
Mansur:
— Borcumu ödemeye hazırım, diye sarığını indirdi. Peygamber:
— İlle senin başını isterim, sarığına razı olmam, dedi.
Nihayet ikinci gün onu astılar. Bu da bahane oldu. Mansur, darağacında:
«— Bunun nerden geldiğini ve kimin isteği olduğunu biliyorum. Onun isteğinden yüz çevirmem" dedi.
Öylece başını verdi ve âlemin o sırrından yüz çevirmedi. Çünkü sadık âşıklar, din büyüklerinin ve yakın sırrı ariflerinin emrinden asla yüz çevirmezler. O vahşi bir bedevi de olsa yine akıl ve edep mâdenidir".»
Teoride böyle düşünen Mevlâna yaşayışında, her din ve tabakadan insanları iyilik ve lütuf, bilgi ve âlicenaplıkla dolu yüce şahsiyetine çekmiş, peşine takmıştır.
Menkıbe, bu cazibenin bilhassa Şems'in kayboluşundan sonra arttığı üzerinde ısrar ediyor.
Haftalar süren ve Konya'yı doldurup taşıran sema' ile rebap da o sırada canlanıyor. «Aşağı ve yüksek tabakadan insanlar, kuvvetliler, zayıflar, kadınlar, bilginler, müslümanlar, kâfirler, padişahlar ve her mezhepten kimseler, tarikatçiler hep Mevlâna'ya yöneldiler.»
Bu cazibenin ma'nâsı, şu anekdotla özetlenebilir:
«Bir gün Gürcü Hatun, Alâmeddin Kayser'e, lâtife yollu:
— Sen Mevlâna'dan bir keramet gördün mü de, ona böyle kapılıp müridi oldun ve bu kadar çok seviyorsun? dedi.
Kayser de ona:
— Ey dünyanın hanımı! Ömrün uzun olsun... Mevlâna'nın en önemsiz kerametlerinden birisi şudur: Her nebiyi bir din sahibi sevdiği ve her şeyhi bir kavim, kendilerine uyulan bir varlık yaptığı halde, MEVLÂNA'yı BÜTÜN DİN VE DEVLET SAHİPLERİ SEVER, onun sırları ile şereflenir, onunla övünürler. Bundan daha büyük keramet olur mu?»
Mevlâna, şiirlerinde, Peygamber'in «Amellere neticelerine göre hükmolunur» hadîsine dayanarak:
«Hiçbir kâfire hor bakmayın; çünkü o müslüman olarak ölebilir. Allah, "bir kimse fâsık ve putperest olsa dahi, beni çağırınca icabet ederim" buyurdu.» demektedir.
Yaşlı bir Rum usta, Mevlâna'nın evinde ocak yapmakta iken dostlar ona şaka yollu:
— Sen iyi insansın, niçin müslüman olmuyorsun? Dinlerin en iyisi İslâmdır, diyorlardı.
O ise:
— Elli seneye yakındır ki îsâ dinindeyim, dinimi terk etmek hususunda ondan korkuyor ve utanıyorum! Cevabını veriyordu.
Mevlâna ansızın içeri girdi ve:
«— imânın sırrı korkudur. Her kim Allah'tan korkuyorsa, o hıristiyan da olsa din sahibidir, dinsiz değildir.» buyurdu.
Kendisine selâm veren rahipler önünde Mevlâna'nın eğilişini sık sık nakleden menkıbeler de vardır.
Bunlardan, hepsini özetleyecek fikir temeline dayanan birisi şudur:
«Konstantiniye ülkesinde bilgin bir rahip, Mevlâna'nın ilmini, yumuşaklığını ve alçak gönüllülüğünü işitmiş ona âşık olmuştu.
Mevlâna'yı görmek üzere Konya'ya geldi. Tesadüfen yolda karşılaştılar. Rahip üç defa Hüdâvendigâr'a (Mevlâna) secde etti (eğildi).
Başını kaldırdıkça Mevlâna'nın da yere eğilmiş olduğunu görüyordu.
Derler ki Mevlâna hazretleri rahibin önünde 33 defa baş koydu. Rahip, feryad edip elbisesini yırttı:
— Ey dinin sultanı bu ne alçak gönüllülük ve kendini horlamaktır, diye bağırdı.
Mevlâna Peygamber'in:
«Ne mutlu o kimseye ki Allah onu malla, güzellikle, şerefle ve saltanatla rızıklandırınca, o da bu malı ile cömertlik yaptı... güzelliği ile iffet sahibi, şerefi ile alçak gönüllü ve saltanatı ile adalet sahibi oldu.» hadîsini okuyarak... Bu hadîsi buyuran bizim Peygamberimizdir dedi.
O halde Allah'ın kullarına ben nasıl alçak gönüllülük göstermeyeyim ve niçin kendi acizliğimi belirtmeyeyim. Bunu yapmazsam kime ve neye yararım ben?" diye sordu.»