Hit (1022) Y-2623

Ahmed Midhat Efendi

Künyesi : Lakabı :
Tabakası : E-Posta :
D.Yeri : Tophane D.Tarihi : 1844 m
Ö.Yeri : Darüşşafaka Ö.Tarihi : 28.12.1912 m
Görevi : Gazeteci,Memur,Yazar Uzm.Alanı :
Görev Aldığı Kurumlar : Mezuniyet :
Bildiği Diller : Fransızca Mezhebi : İtikad : , Amel : , Ahlak :
Ekleyen : Fıkıh Dersleri/2008-07-03 Güncelleyen : /0000-00-00

AHMED MİDHAT EFENDİ

Yazar, gazeteci, romancı ve naşir.

Rus işgali üzerine 1829'da Kafkasya'yı terke mecbur kalan bir anne ile, Ana­dolu'dan gelip İstanbul'a yerleşmiş bir babanın oğlu olarak Tophane semtinde dünyaya geldi.

Orta halli bir esnaf aile­si içinde ve güç şartlar altında yetişti.

Babasının ölümü üzerine, ağabeyinin memuriyette bulunduğu Vidin'e gitti (1857).

Orada başladığı sıbyan mektebi­ni Tophane'de bitirdi (1861).

Midhat Paşa'nın Niş valiliği sırasında yine ağabeyi ile Niş'e gitti, rüşdiye tahsilini orada ta­mamladı.

Mithat Paşa'nın Tuna valiliği üzerine Rusçuk'a giden Ahmed Midhat, Vilâyet Mektûbî Kalemi'nde ilk memu­riyetine başladı (1864).

Kendi adını bu zeki ve kabiliyetli gence veren Midhat Paşa, onu Fransızca çalışmaya teşvik et­ti ve imkânlar sağladı.

Böylece Ahmed Midhat'a Batı kültürünün kapıları açıl­dığı gibi o sayede Tuna gazetesinde muharrir (1868), bir yıl sonra da baş­muharrir olarak yazı hayatına başlamış oldu.

Bağdat valisi olan Midhat Paşa, ye­ni vazifesine giderken kalabalık mai­yeti arasında, ağabeyi ile birlikte Ah­med Midhat'ı da götürdü (1869).

Bura­da Zevrâ gazetesinin müdürü olan Ah­med Midhat, Bağdat'ta kendisini kül­türlü bir çevre ve oldukça programlı bir sohbet meclisi içinde buldu.

Bu çevrede Ahmed Midhat Efendi'ye, ressam Os­man Hamdi Bey Batı kültürü, Muhammed Feyzî ez-Zühâvî din ve medrese kültürü, açık fikirli, yarı meczup, feylesofmeşrep bir adam olan ve Arapça, Farsça, Hintçe, İbrânîce, İngilizce bilen Şirazlı Bakır Can Muattar Doğu ilimleri ve çeşitli felsefî kültür sahalarında te­sir ettiler.

İlk kitapları olan Hûce-i Ev­vel serisi ile Kıssadan Hisse'yi burada yazdı.

Bağdat mutasarrıfı olan ağabeyinin ölümü üzerine memuriyetinden ayrıla­rak İstanbul'a döndü (1871). Ağabeyininki ile beraber çok kalabalıklaşan ai­lenin geçim sıkıntısı omuzlarına yüklen­di.

Cerîde-i Askeriyye'ye başmuhar­rir oldu.

Bunun yanı sıra, Tahtakale'de oturduğu evde kurduğu matbaada, aile fertlerinin de katılmasıyla kendi kitap­larını neşre başladı.

Bu neşriyatta mu­harrir, mürettip, dağıtıcı olarak kendi­sinden ve ailesinden başka yardımcısı olmadı.

Bir yıl içinde matbaayı genişle­terek önce Sirkeci'ye, sonra Beyoğlu'na nakletti.

Aynı yıl, arka arkaya kapanan Devir ve Bedir mecmualarından sonra on sayı devam eden Dağarcık'ı yayım­ladı.

Bu dergide çıkan "Duvardan bir Sadâ" adlı yazısında ortaya koyduğu, an­cak daha sonra vazgeçtiği (aş. bk.) ma­teryalist düşüncenin izlerini taşıyan ifa­delerinden dolayı Basiret gazetesi ta­rafından İslâm aleyhtarlığı ile suçlan­dı.

Muhtemelen bu sebepten 1873'te, Genç Osmanlılar'ın arasında, onlarla il­gisi olmadığı halde Rodos'a sürüldü.

Üç yıl devam eden bu sürgün devresinde Rodos'ta çocuklar için bir "Medrese-i Süleymâniyye" kurdu ve orada ders ver­di; ders kitaplarını ve ilk romanlarını neşre başladı.

Otuz dört sayı devam edecek olan Kırkanbar dergisi için de buradan yazı gönderiyordu.

V. Murad'ın padişah olmasıyla affedilerek İstanbul'a döndü.

Gazetecilik, romancılık ve neşri­yat faaliyeti bundan sonra daha yoğun olarak devam etti.

Gazetecilik tarihimi­zin en uzun ömürlü gazetelerinden olan Tercümân-ı Hakîkat'i çıkarmaya baş­ladı (1878).

Geçim imkânlarını çok defa kendisi sağlayan, bununla birlikte II. Abdülhamid devrinde sarayın himayesinden de mahrum kalmayan Ahmed Midhat ölü­müne kadar Takvîm-i Vekâyi' ve Matbaa-i Âmire müdürlüğü, Meclis-i Umûr-ı Sıhhiyye âzalığı ile reisliğinde ve çeşitli hocalıklarda bulunmuş,

1889'da Stock­holm'de toplanan Şarkiyatçılar Kongre­si vesilesiyle iki buçuk ay süren bir Av­rupa seyahati de yapmıştır.

II. Meşruti­yetten sonra emekli olarak bir müddet Darülfünun, Medresetülvâizîn ve Dârülmuallimât'ta genel tarih, dinler tarihi, felsefe tarihi, eğitim tarihi gibi dersler okuttu.

28 Aralık 1912de fahrî olarak hizmet ettiği Dârüşşafaka'da öldü.

Me­zarı Fatih Camii hazîresindedir.

Ahmed Midhat Efendi, çağdaşları olan diğer Tanzimat yazar ve düşünürlerin­den bazı önemli özellikleriyle ayrılır.

Bir­takım siyasî düşünceleri olmakla birlik­te, devletin o asırda gözle görülür bir buhran halini almış olan sıkıntılarından kurtuluş çaresini, meselâ Genç Osman­lılar gibi bir rejim değişikliğinde görmü­yordu.

Çok yakından tanıdığı ve sami­miyetle bağlı bulunduğu devrin hüküm­darı II. Abdülhamid gibi eğitim ve kül­türün belli bir seviyeye gelmediği mil­letlerde rejim meselelerinin ön plana ge­tirilmesinin zararlı olacağına inanmıştı.

Bundan başka, geçen yüzyılda Osmanlı aydınları arasında yaygın olan Batı hay­ranlığı da Ahmed Midhat'ta farklı bir görünüştedir.

O, hemen bütün edebî ve fikrî eserlerinde Doğu ve Batı medeni­yetlerini mukayese ederek, sathî de ol­sa bir tenkit süzgecinden geçirmiş, o devir için dikkate değer bir sentez oluş­turmaya çalışmıştır.

Bu maksatla ro­man, hikâye, tiyatro gibi edebî karak­terdeki eserlerinde ve bunların dışında­ki inceleme-malumat mahsûlü kitap ve yazılarında, hemen her konuya duyduğu ilgi ve tecessüsünü okuyucuya da aşı­lamaya çalışmıştır. Romanlarında, çok defa tenkit edilen ve hatta alay konusu haline getirilen "istitrat" kabilinden bil­gi verme tavrını ve okuyucusu ile diya­log kurma alışkanlığını biraz da bu en­dişesi ile izah etmek doğru olur.

Ahmed Midhat ilk olarak 1896 Hazi­ranında Tercümân-ı Hakîkat'te yayım­lanan "Dilde Sadeliği İltizam Edelim" başlıklı yazısında ve bunu takip eden diğer yazılarında, oldukça yaygın ve cid­di tepkilere rağmen dilde sadeliği sa­vunmuş ve sadeleştirmenin nasıl olabi­leceğini anlatmaya çalışmıştır.

Edebiyat hakkındaki düşünceleri, çağdaşları olan yazarlardan fazla farklı değildir.

İyi va­kit geçirtirken ibret vermek şartıyla ve eski edebiyatımızla herhangi bir ilgisi olmaksızın, örnek daima Batı edebiyatı­dır.

Ona göre roman ve tiyatroya, önce Batı'yı taklit yoluyla başlamak, daha sonra mahallî ve millî bir karakter ver­mek gerekir. Ahlâk yönünden ise kendi millî ve içtimaî gerçeklerimiz aksettirilmelidir.

Ahmed Midhat, bu düşünceleri­ni hikâye ve romanlarında uygulamakla birlikte, belki farkına varmadan, edebiyat geleneğimizden gelen birtakım un­surları da ilâve etmiştir.

Orta oyunu, karagöz, bilhassa meddah hikâyelerinin tahkiye ve diyalog tarzı, yer yer Ahmed Midhat'ın romanlarını süslemiştir.

Batı edebiyatından, kendi macera ve aşk ro­manlarına örnek olarak çok defa ikinci sınıf Fransız yazarlarını seçmiştir (A. Dumas, O. Feuillet, P. De Cock gibi).

Sayısı altmışı aşan büyük hikâye ve romanlarından pek çoğu Tanzimat dev­rinin karakteristik düalizmini sergiler.

Doğu medeniyetinin ahlâk ve gelenek­lerine bağlı. Batı kültürünü benimsemiş müsbet tiplerle, millî örf ve âdetlerimi­ze ilgisiz, Batı'nın sadece serbest ve ra­hat yaşama tarzını benimsemiş menfi tipler arasındaki çatışma, hemen bütün romanlarının temelini teşkil eder.

Hilmi Ziya Ülken'e göre, Türk fikir hayatında ilk defa onunla Batı'nın fel­sefe problemleri üzerinde düşünülmeye başlanır.

O, gençlik çağında yayımladığı yazılarında İslâmî inanç sistemiyle ça­tışmayacağı kanaatini muhafaza etmek kaydıyla birtakım materyalist ve pozitivist bilgileri benimsemiş, fakat zaman­la daha spiritüalist görüşleri destekle­miştir.

Buna paralel olarak İslâm ahlâ­kına ve doktirinine gittikçe artan bir bağlılık göstermiştir.

Dağarak'ta ya­yımladığı "Felsefe ve Filozoflar" başlıklı yazılarında filozof kelimesinin dinsiz ve kayıtsız insan anlamına geldiği şeklin­deki avamî telakkiyi eleştirerek filozo­fun da dindar olabileceğini savunmuş ve müslüman filozoflardan intikal eden eserleri buna delil göstermiştir.

Ahmed Midhat, bu suretle felsefenin önemini kabul etmek ve bu disipline saygısını korumakla birlikte, hakikati arama yo­lunda felsefe ile aynı gayeye yöneldiği­ne inandığı dinin, toplumu yönlendir­mek bakımından felsefeden daha etkili olduğunu düşünmüştür.

Din felsefesin­de sadakatle İslâm'a bağlanan ve felse­fî görüşlerini bu temele dayandıran Ah­med Midhat, Schopenhauer'ın kötüm­ser felsefesini, Draper'in din ile ilmin çatıştığı yolundaki görüşlerini eleştirdi.

Ateist Buchner'i savunan Bahâ Tevfik ve arkadaşlarına karşı cephe aldı.

Bu­nunla birlikte o, aydınlanma düşüncesi­ne bağlılıkta ve bilgiyi halka yaymada örnek bir düşünce adamı sayılmıştır.

Ahmed Midhat Dağarak'ta yayımla­dığı "Hürriyetin Mahiyeti" başlıklı yazı­larında ise insan hürriyetini bütünüyle reddeden mekanist görüşleri tenkit et­mekle birlikte kayıtsız şartsız bir hürriyet görüşünü de kabul etmemiştir. Ona göre metafizik bakımdan mutlak hürri­yet sadece Allah'a mahsustur ve insan için bu genişlikte hürriyetten söz edile­mez.

O, bu sınırlı hürriyet görüşünü si­yaset ve ekonomi alanlarına da uygula­mış, hürriyetçilik akımının siyasî ve eko­nomik bakımdan, Sultan Abdülaziz dö­neminin son yıllarında tehlikeli sonuç­lar doğurduğunu görerek birçok yazı­sında kontrolsüz ve sınırsız hürriyet an­layışını eleştirmiştir.

Ahmed Midhat'ın II. Abdülhamid yönetimini savunmasının temelinde bu hürriyet anlayışı vardır.

Bilgi, mülâhaza, müşahede ve incele­meye dayanan büyüklü küçüklü 150 ka­dar basılmış eseri arasında,

ders kitap­ları {Hâce-i Evvel, Medrese-i Süleymâniyye);

ansiklopedik tarih ve coğrafya külliyatı {Kâinat, Mufassal);

Abdülaziz devrinin bir nevi siyasî tenkidi olan Üss-i İnkılâb ve Zübdetü'l-hakâyık;

Hris­tiyanlığa karşı İslâmiyet'in müdafaası mahiyetinde Müdâfaa, İstibşâr, Beşâ-ir, Nizâ-ı İlm ü Dîn,

Batı felsefesinin Türk cemiyeti için yıkıcı taraflarını ele alıp tenkit ettiği Şopenhavr'm Hikmet-i Cedîdesi, Volter, Beşir Fuad;

Avrupa seyahatinden elde ettiği müşahede ve intibalarıni ihtiva eden Avrupa'da Bir Cevelân;

gençlik ve sürgün yıllarına ait bir otobiyografi olan Menfa zikredile­bilir.

Ahmed Midhat'ın roman ve hikâyele­rinde ortaya koyduğu millî ve İslâmî ta­vır da, yukarıda ifade edilen davranış tarzıyla paralellik arzeder.

Onun doğru­dan doğruya dinî-didaktik bir konuyu işleyen romanı yoktur. Ancak bu ro­manlarda idealize ettiği tipler, Türk-Osmanlı İslâm düşünce ve hareket tarzı­nın temsilcileri gibidirler. Meselâ, Pa­ris'te Bir Türk romanında Nasuh, De­mir Bey'de Mustafa, Acâib-i Âlem'de Subhi ve Hicâbî, Ahmed Metin ve Şirzad'da Ahmed Metin, Mesâil-i Muğlaka'da Abdullah Nahîfî bu tiplerden dik­kate değer birkaç örnektir. Aşk roman­larında bu gibi kahramanlarla gayri müslimlerin veya geleneklerinden kop­muş Osmanlılar'ın mücadelelerine, Doğu-Batı kültür ve medeniyetlerinin, örf ve âdetlerinin mukayesesi üzerine tar­tışmalara rastlanır. Ahmed Midhat, bil­hassa dinî müsamaha, başka dinden olanların inanç ve ibadetlerinde hür ol­maları konusunda İslâm ve Osmanlı usul ve örfünün, Batı'nınkinden her za­man üstün olduğunu ifade eder. Müs­lüman bir erkeğin ihtida etmemiş Hıristiyan bir kızla evlenebileceği, bu du­rumda karısının ibadetlerini yerine ge­tirmesinde ona yardımcı olacağı motifi de birkaç romanında {Paris'te Bir Türk, Demir Bey) işlenmiştir. Buna karşılık bazı romanlarında da {Süleyman Mus-lî, Kafkas) aynı konuda Hıristiyanların katılığı dile getirilir.

Ahmed Midhat'ın çoğu 1883-1900 yıl­ları arasında kaleme alınmış bu karak­terdeki fikrî ve edebî bir seri kitabının yazılmasında, muhtemelen devrin pozitivist ve materyalist yazarı Beşir Fuad'ı tanımasının ve onun intiharına şahit ol­masının tesiri vardır. Bu hadise onda, yeni Türk aydınları arasında Batı'dan gelen ve tehlikeli gördüğü cereyanlara eğilmek ve genç nesilleri uyarmak fikri­ni doğurmuş olmalıdır.

Ahmed Midhat Efendi'nin Mûsâ Kâ­zım Efendi ile müşterek olarak bir tef­sir ve Kur'ûn-ı Kerîmin Felsefesi adıy­la yedi veya on cilt tutan çalışmaların­dan bahsedilmişse de bu çalışmanın akı­beti hakkında bilgi edinilememiştir.

Belli başlı eserleri şunlardır:

Hikâye ve Romanlar:

  • Letâif-i Rivâyât (25 kitap, 1870-1893),
  • Hasan Mellâh (1874),
  • Hüseyin Fellâh (1875),
  • Felâtun Bey'le Rakım Efendi (1875),
  • Paris'te Bir Türk (1876),
  • Süleyman Muslî (1877),
  • Kafkas (1877),
  • Karnaval (1881),
  • Acâ­ib-i Âlem (1882),
  • Arnavutlar-Solyotlar (1888),
  • Demir Bey (1888),
  • Müşâhedât (1891),
  • Ahmed Metin ve Şirzad (1892),
  • Taaffüf (1895),
  • Mesâil-i Muğlaka (1898),
  • Jön Türk (1910).

Diğer eserleri:

  • Ekono­mi Politik (1874),
  • Menfa (1876),
  • Üss-i İnkılâb (1877-1878),
  • Kâinat (1871-1881, 1-XV),
  • Mufassal (1885-1887),
  • Müdâfaa (1883-1885),
  • Şopenhavır'ın Hikmet-i Ce­dîdesi (1887),
  • Beşir Fuad (1887),
  • Hallül-ukad (1889),
  • Ahbâr-ı Âsâra Ta'mîm-i Enzâr (1890),
  • Avrupa'da bir Cevelân (1890),
  • İstibşâr (1892),
  • Beşâir (1894),

Ni­za-ı İlm ü Dîn (John W, Draper'in History of the ConfUct betıveen Religion and Sci­ence adlı eserinin

Fransızca'sından [Les de la Science et la religion] yaptığı kü­çük boy dört ciltlik tercüme 1895-1900).

Ahmed Midhat, yaptığı açıklama ve ten­kitler dolayısıyla esere İslâm ve Ulûm adını da vermiştir.

Sayısı iki yüzü bulan eserlerinin tam listesi Hakkı Tarık Us'un hazırladığı Ahmed Midhat i Anıyoruz adlı kitapta bulunmaktadır (s. 169-171).