Hit (1567) Y-818

Prens Sabahattin

Künyesi : Lakabı :
Tabakası : E-Posta :
D.Yeri : İstanbul D.Tarihi : 1877
Ö.Yeri : Nechautel / İsviçre Ö.Tarihi : 1948
Görevi : Siyasetçi Uzm.Alanı : Siyaset,Sosyolog
Görev Aldığı Kurumlar : Mezuniyet :
Bildiği Diller : Arabça, Fransızca, Osmanlıca Mezhebi : İtikad : , Amel : , Ahlak :
Ekleyen : /2008-02-16 Güncelleyen : /0000-00-00

Prens Sabahattin
Padişah Abdülmecit'in kızı ve II. Abdülmecid'in kız kardeşi Seniha Sultan ile Damat Mahmut Celaleddin Paşa'nın oğludur, özel öğrenim görerek yetişti. II. Abdülhamid yönetimini eleştirdiği için gözden düşen ve baskı altında tutulan Mahmut Celalettin Paşa, 1899 yılında Fransa’ya kaçarken çocukları Sabahattin'i ve Lütfullah'ı da birlikte götürmüştü. Sabahattin, Paris'te siyaset adamları ve toplumbilimciler çevresiyle ilişkiler kurdu.
Abdülhamid'in saltanattan uzaklaştırılması, Meşrutiyet'in ilanı amacıyla yurtdışında mücadele sürdüren Türk aydınlarını bir araya getiren 1902'deki Birinci ve 1907'deki İkinci Jön Türk kongrelerini topladı. Teşebbüs-i Şahsî ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti'ni kurdu.
1906 yılında Terakki dergisini yayımlayarak yönetimde ademi merkeziyet (tek merkezden yönetilme) ve iktisatta "teşebbüs-i şahsi" (özel teşebbüs) ilkelerini savundu. Merkezi otoriteye karşı görüşleriyle, İttihad Terakki'nin yönetim anlayışıyla çeliştiğinden İttihadçılarla arası açıldı, görüşleri asker ve sivil aydın çevrelerde taraftar kazandı. Topladığı kongrelerle ortaya çıkan potansiyelden yararlanarak Osmanlı Ahrar Fırkasını (1908) kurdu, istanbul'da düzenlediği siyasal toplantılar sırasındaki konuşmaları nedeniyle bir süre tutuklandı. Baskılardan kurtulmak için gittiği Mısır'dan, İttihad ve Terakki yönetiminin sonra ermesinden ve Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra döndü. Cumhuriyet döneminde Osmanoğulları ülkeden çıkarılınca (1924) önce Fransa’ya, daha sonra İsviçre'ye yerleşerek güç koşullar altında yaşadı. 1948'de İsviçre'de öldü. Kemikleri sonradan Türkiye'ye getirilerek Eyüp Mezarlığı'nda babasının yanına gömüldü.
Ziya Gökalp'in Durkheim'dan etkilenerek öne sürdüğü toplumcu görüşe karşı, Le Play'in bireyci anlayışını savundu. Edmond Demoulinsin Anglo-Saksonların Üstünlüğü Neden ileri Geliyor adlı kitabı, görüşlerinin temelini oluşturdu. Demolines'in bütüncü toplum, bireyci toplum ayırımını Osmanlıya uyarlayan Prens Sabahattin, bu doğrultuda şöyle bir yaklaşıma ulaştı:
Osmanlı bütüncü ve merkeziyetçi bir toplumdur. Bütüncü toplumda her şey devletten beklenir. Çünkü merkeziyetçilik bir memur devleti yaratır. Osmanlı da her şeyi devletten bekleyen bir memur ordusuna sahiptir. Bu durumda Osmanlı bir memurlar devletidir. Devleti memurların bu yükünden kurtarmak yapılacak en hayırlı iş olarak görülür. Bu da ancak kişisel girişimciliğe (teşebbüs-i şahsî) yer verilerek, böyle bir gelişmenin önü açılarak sağlanabilir.
Prens Sabahattin; eğitimi, girişimci insanın yetişmesinde biricik imkân olarak gördü. Eğitimin üretici, girişken insanı yetiştirecek biçimde yeniden düzenlenmesi gerektiğini savundu. Memur ve tüketici insan değil, üretici ve girişimci insan, onun öngördüğü doğrultuda toplumu dönüştürebilecek tek güçtür. Döneminin memur-devlet ilişkisini şu sözlerle dile getirdi: "Mevâk-i âliye, kuvve-icrâiye tarafına, yani memurlara, onların maişeti ise aldıkları maaşa ve bittabi o maaşın geldiği tarafa bağlı. Nasıl olmasın ki? Hükümet kapısından çıkar çıkmaz sokakta kalacaklarına hepsi iman getirmiş. O halde, servet, ikbal, iktidar her şey hükümdardan geleceği için bütün gözler onun gözüne girmeye, onun gözü ise tahakkümü arttırmaya dikiliyor.''
"Faal politikacılarımız arasında, sosyal ve milli meselelerimize bir sosyoloji çığırının metodu içinde, tam bir ilmî görüş zaviyesinden bakan ilk adam Prens Sabahaddin'dir. Bu bakımdan, Ziya Gökalp'i ikinci plânda bırakan bir öncelik şerefi vardır. Sosyoloji nazariyeleri arasında Sabahad-din Beyin ve daha sonraları Mehmet Ali Şevki, Hilmi Ziya Olken, Tahsin Demiray, Nezahat ve Ragıp Nureddin Ege arkadaşlarımızın hayran oldukları Le Play çığırı, daha başka sosyoloji okulları tarafindan ne derece tenkit edilmiş olursa olsun, sosyal vakıaların tahlili için metod haysiyetinde ilk disiplini getiren nazariyedir ve sosyoloji tarihinin başında gelen bir rolü vardır. "Prens Sabahaddin, bu içtimaî ilim metodunun emrettiği "Nomencloture" incelemelerini yapmadan ve münevver efkârı hazırlayan sistemli telkinlere başvurmadan evvel nazariyesini faal politikaya tatbik etmek istedi ve ilimle politika arasına hiçbir köprü kurmadığı için, bu uçuruma kendisi düştü. Fakat siyasî tarihimizde ilmi görüşün ilk temsilcisi odur ve unutulmaz hâtırasına karşı yalnız dostlarının değil, ilim ve üniversite çevrelerimizin de henüz ödenmemiş derin şükran borçlan vardır. " (Peyami Safa)
"Malûmdur ki hükümet şekilleri üçe ayrılır:
1- Mutlakıyet, 2- Meşrutiyet, 3- Cumhuriyet.
"On dokuzuncu asrın ikinci yansında Fransa'da La Science Sociale unvanı ile bir ilmi cereyan meydana gelmişti. Bu cereyana mensup sosyologlar, muhtelif milletlerin yaşayış tarzlarını ve medeni seviyelerini tetkik maksadiyle birçok ilmi araştırmalar yapmışlar ve bunun neticesinde milletleri (Formation Communautaire: Cemaatçi Teşekkül) ve (Formation Particulariste: Hususiyetçi Teşekkül) olmak üzere iki esasi kısma ayırmışlardı. Dünya nüfusunun çok büyük bir kısmının (Formation Communautaire: Cemaatçi Teşekkül)'e mensup olduğu, bu âlimler tarafından müşahede edilmişti. Buna mukabil Norveç fiyortlarından başlayarak iskandinavya Yarımadası, Hollanda, Belçika, Fransa'nın kuzey kısmı, Almanya'nın Ren Nehri havzası, İngiltere adalarında asırlardan beri (Formation Particulariste: Hususiyetçi Teşekkül’e mensup bir hayat tarzının hüküm sürmüş bulunduğu, ilmi bir şekilde tespit edilmişti. On beşinci asırdan itibaren Atlas Okyanusunu geçerek bugünkü Kanada ve Birleşik Amerika topraklarına ne daha sonraki asırlarda Avustralya ve Yeni Zellanda adalarına yerleşen insanlar, bu tamamen Hususiyetçi Teşekkül'e mensup, cesur, azimkar, Allah'tan ve kendi nefislerinden başka hiçbir kuvvetten yardım beklemeyen şahsiyetlerdi.
"Aziz Türk milletinin tefekkür tarihinde tamamen müstesna bir mevki işgal eden Prens Sabahaddin, Paris'te bulunduğu esnada, 1903 tarihinde LaScience Sociale cemiyeti mensupları ile temasa geçmiş ve bu ilmi, biyoloji fizyoloji gibi ilmî ve müspet esaslara istinad ettiğini müşahade etmişti.
"Aziz vatanımızın yükselişi için ıslahat yapılması lüzumu müdafaa edildiği yirminci asrın başlangıcında Prens Sabahaddin, işte bu (La Science Sociale: İlm-i İçtima)'a istinaden Meslek-i İçtima ismini verdiği bir ıslâhat programı hazırlamıştı.
"Büyük vatanperver Prens Sabahaddin, dünya milletlerinin arz ettiği tarihi hakikatleri:
"'Şarkta cemiyet hâkim, Garbda ise fert muzaffer' vecizesi ile iktisadi, içtimai, oynanmakta olan feci dramı izaha muvaffak olmuştu.
"Büyük Türk mütefekkiri Prens Sabahaddin, hazırlamış olduğu Meslek-i İçtimai programını:
"'İlm-i İçtima, Meslek-i İçtimai'ye merkez-i hilkat olduğu gibi Meslek-i İçtimai de Türkiye'nin en vicdanlı evlâdlarına bir merkez-i istinad.” vecizesi ile aziz milletmizi La Science Sociale'nin gösterdiği ilmî hakikatlere istinaden ıslâhat yapmağa davet etmişti.
"Prens Sabahaddin, Türk gençlerinin fenni ziraat terbiyesiyle hayat mücadelesine hazırlanmasını prensip olarak kabul ediyor, 'Asırlarca müddet, silâh kuvvetiyle müdafaa ve muhafaza ettiğimiz aziz vatanımızı bundan sonra münevver Türk gençleri, başta saban kuvvetiyle fethedilmelidirler.' dâvasını müdafaa ediyordu.'
"Bu büyük vatanpervere son derece derin bir tazim hissiyle merbut bir Türk vatandaşı sıfatiyle (Prens Sabahaddin - Hayatı ve İlmi Müdafaaları) unvanlı eserinde bu büyük sosyoloğun ilmi kanaatlerini vatandaşlarıma takdim etmiştim.. (Ziraat Âleminde Büyük Terakkiler) unvanlı bu eserinde de Prens Sabahaddin 'in müdafaalarını ispat edecek mahiyette (Formation Particulariste: Hususiyetçi Teşekkül)'e mensup milletlerin ziraat, sanayi ve maarif sahalarındaki faaliyetlerini efkâr-ı umumiyeye takdim etmekle büyük bir huzur-ı vicdanî duymaktayım. " (Nezahet Nurettin Ege)

BAŞLICA ESERLERİ:

  • Teşebbüsi Şahsi ve Tevsii Mezuni­yet Hakkında Bir İzah (1908),
  • Teşeb­büsi Şahsi ve Ademi Merkeziyet Hak­kında İkinci Bir İzah (1908),
  • İttihad ve Terakki   Cemiyetine  Açık  Mektuplar - Mesleğimiz Hakkında Üçüncü ve Son Bir İzah (1911),
  • Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? Mesleki İçtimai ve Programı(1965).



PRENS SABAHATTİN
SOSYAL BİLİM
Sosyal sorunlarımıza dair bugün ülkemizde de birçok makale ile bazı eserler yayımlanmaya başladıysa da bunların hiç birinde Sosyal Bilim'e layık olduğu önemin verilmediğini görüyoruz. Soyut ve hayali konularla dolu bir sosyal felsefe olan sosyoloji ile hikmet ve kimya kadar pozitif bir bilim hâlini alan Sosyal Bilim'in karıştırılması. Sosyal Bilim'in ülkemizde hiç tanınmamış olduğunu gösteriyor.
Gerçektende Sosyal bilim adına yalnızca Edmond Demolins'in bir iki eserini anmak ve o eserlerle birlikte hiç de ilişkili olmadıkları diğer sosyal ve iktisadî eserleri saymak, elbette Sosyal Bilim'i tanımak ve tanıtmak değildir. Herkes görüyor ki; günümüz bilimleri gözlem ve deney tekniğinden doğmaktadır.
Bu bilimlerden bazıları yalnız gözleme, bazıları da her iki tekniğe birden dayanmaktadır. Sosyal bilimi yaratan gözlem tekniğidir. Gözlem, özel bir analiz yöntemine sahip olmasıyla başlı başına bir bilim yaratabilmektedir. Fakat bilimsel gözlemler, yüzeysel gözlemlerle asla karıştırılmamalıdır. Belirli bir konuyla ilgili gözlemin bilimsel olabilmesi için, o konuyu doğuran olayı ortalama değil tam anlamıyla kavrayacak bir analiz yöntemine dayanmak şarttır. Bu dayanaktan doğacak keşiflerin aynı yönde yürüyerek çoğalması sayesinde bir sınıflama, bir sentez ortaya çıkarılmaktadır. Bu sınıflama ve sentezlerle de bir bilimin temeli atılabilmektedir. Sosyoloji ise sosyal konuları yalnız genel ve ortalama; ve ister istemez yüzeysel bir biçimde kavradığı için meşgul olduğu konuların ruhuna kesinlikle nüfuz edemiyor. Sosyologların bu tarzla yeni, gerçek bir bilim kurabilmeleri için sırf sosyal, yani özel ve esaslı, bakış açısından kavramaları gereken meselelere psikoloji, hukuk, iktisat, ahlâk, felsefe ve tarih gibi farklı ve genel bakış açılarından bakıyor ve birinin başladığı eseri doğal olarak diğeri devam ettiremiyor. Demek ki sosyoloji yayımlarında ne esaslı bir analiz var, ne de üretken bir seyir! Esaslı bir analiz yok; çünkü hukuk, iktisat, ahlâk gibi sosyal tezahürler; sosyal yapılara göre değişen bir takım durumlar. Demek ki bunlar sosyal yapıları değil, bilakis sosyal yapılar bunları meydana getiriyor. Her sosyal yapıya göre başka bir biçimde ortaya çıkan ve bu nedenle bir sonuç olarak görülmesi gereken sosyal olayları sosyal yapının nedeni zanneden sosyoloji; sosyal yaşamdaki müthiş farkları yaratan temel yapıları doğal olarak göremiyor ve bunları açıklayabilecek bir analiz yöntemine de sahip bulunmuyor... Bilimsel gözlemlerle sosyal keşifleri doğuran böyle ana bir analiz yönteminin olmaması durumunda ise her sosyolog kendi bakış açısına göre çalışan bir yazar oluyor. Bu koşullarda bilim yerine ancak bir anarşi doğabilir.
Tahminen on sene önceydi; düşünceleriyle tanıdığımız vatandaşlarımızdan bir zat şu sözleri söylüyordu: "Gariptir, sosyoloji ile İlgili olarak okuduğumuz eserlerin hiçbiri diğerine benzemiyor. Spencer, Charles Lctoumeau, Tarde, Durkheim, Gustav Lebon gibi yazarlar sosyal meselelere çeşitli bakış açılarından bakmışlar ve farklı farklı sonuçlara varmışlar. Bu durum beni sosyolojiye ait eserlerin mahiyeti hakkında büyük bir şüpheye düşürdü". Böyle dikkatli bir okuyucu karşısında bulunmak ne büyük bir mutluluktur. Gerçekten içlerinde asrın en büyük namlarını
taşıyan yazarlarınınkilerin de dahil olduğu bu eserler olsa olsa şüpheli ve büsbütün kısır bir sosyal felsefe oluşturabilirler. Fakat hiçbir zaman gerçek bir bilim, bir Sosyal Bilim meydana getiremezlerdi ve zaten getiremediler.
Herkes bilir ki doğa tarihinin hayvanlar, bitkiler veya madenler kısmı, bunlar hakkında yapılan analizler ve sınıflandırmalarla bir bilim hâlini alabilmiştir. Bir bitki ve hayvan sınıflandırması (sistematiği) mevcut değilken doğal olarak hayvanlar.ve bitkilerle ilgili konular da bir bilim hâlini almamıştı. İşte insanlığın bilimsel bir sosyal sınıflamasına sahip olmayan sosyoloji de doğa tarihinin Cuvier'den önceki-hâlini andırıyor. Fakat sosyoloji mensupları sonu olmayan bir hayalden başka bir şey olmayan bilimlerinin peşinden koşup kendi Ömürleriyle beraber başkalarının zamanlarını da tüketirken, diğer tarafta sessiz sedasız doğan koca bir bilim; gerçek Sosyal Bilim keşiflerini birbiri ardına kesintisiz bir biçimde sürdürüyor.
Ortaya çıkışını üç büyük dehaya: Le Play, Henri de Tourvilles ve Edmond Demolins'e borçlu olan Sosyal Bilim insan birlikteliklerini sosyal bir biçimde tahlil edebilmek için sosyal yöntemine dayanarak ve basitten karmaşığa doğru çeşitli sosyal sınıflara ait oluşturduğu monografilerle (tavsif-i hususî) kuruldu etti. Seksen yıldan beri aynı ekole mensup bilim adamlarının çeşitli toplumlarda aynı yöntem ile gerçekleştirdikleri analizlerden, Edmond Demolins'in o müstesna bilimsel dehasıyla ortaya koyduğu bir sınıflama; bu muazzam ve gittikçe mükemmelleşen sosyal sentez sayesinde insanlık, özel ve kamusal hayatta, kendisine yegane rehberlik edecek ve bu nedenle diğer bilimlerin tamamını etrafında toplayacak merkezi bir bilime, en gerekli ve en kıymetli güvenceye sahip oluyor. Bu sosyal sınıflamayı tanımak, milletlerin her birinin hangi yapıya, hangi seviyede mensup olduğunu bilmek demektir. Zaten doğa tarihinde de sınırlama konusu bir yapı meselesi değil midir?
Madeni, bitkisel, hayvansal... hangi alemi sınıflamaya kalkışsanız bu sınıflamanın dayanacağı büyük yapıları; yani çeşitli doğrultular izleyen asıl evrim yollarını keşfetmek mecburiyetinde kalırsınız. Demek ki her sınıflamanın özü bir yapı meselesi oluyor. Meselâ doğa tarihi hakkındaki yüzeysel bilgimiz nedeniyle sadece ismini bildiğimiz bir hayvanın halkalı veya memeliler sınıfına mensup olduğu söylenince gözümüzün önünde derhal özel bir tasarım gelir. Sosyal Bilim sayesinde de bizzat görmediğimiz, tanımadığımız bir ülkenin cemaatçi (lecemmüî) veya bireyci (İnfirâdî) yapılardan hangisine mensup olduğu bilinince gözümüzün önüne derhal esas hatları itibariyle özel bir ya-sayış tarzı, bir takım temel nitelikler geliyor. Bir memeli bir halkalıdan anatomik yapısı itibariyle nasıl ayrılıyorsa cemaatçi bir toplum da bireyci bir toplumdan sosyal yapısı itibariyle aynı şekilde ayrılıyor. (...)
Korkunç ve öldürücü uçurumlarla dolu bir gece yolculuğunu kuvvetli bir projektörle nasıl emniyetli bir hâle getirmek mümkünse Sosyal Bilim sayesinde de sosyal yaşamımızın en muğlak ve karanlık meselelerini aydınlatıp açıklayarak, gelecek yolculuğunu aynı şekilde güvenli hâle getirmek mümkün! Temenni edelim ki vatanımız, siyasî bağımsızlığını kaybetmeden önce, bu keskin bilgiden tamamen istifade edebilsin!
(Türkiye Nasıl Kurtulabilir: 1965)


PRENS SABAHATTİN'İN ETKİLERİ
Muzaffer Budak
Meşrutiyet'in gelmesinde katkısı çok olmuştur. 1324-1908'de kurulan Ahrar Fırkası Prens Sabahattin'in düşüncelerini benimseyip, programlarına almışlardır. Ankara Büyük Millet Meclisi'nin 18 Eylül 1921 'de Bakanlar Kurulu'nun çalışma programında adem-i merkeziyet savunulmuştur. 1950'den sonraki iller yasasında valilerin yetkilerinin artırılması, yine onun düşüncelerinin sonuçlarıdır. Ayrıca, düşünce alanında etkileri görülür. Durkheim Sosyolojisi' nin bizdeki temsilcisi Ziya Gökalp'in yüzeysel (şekli) reformları Cumhuriyet Devleri tarafindan ve devlet gücüyle sürdürülürken Prens Sabahattin'in önerdiği reformlar etkisinde olanlar onun düşüncesini ve sosyoloji sistemini bireylerin uslarına yerleştirmişlerdir. Onun toplumu ve toplumsal olayları tanımak ve anlamak için önerdiği metodoloji yöntemlerini takipçileri toplumsal konularda uygulamışlar ve köy sosyolojisinin oluşumuna bu yöntemin yararları olmuştur. Liselerde, yüksekokullarda ve üniversitelerde okutulan Ziya Gökalp Sosyolojisi 1950'den sonra yavaş yavaş yerini zamanın gereksinimine cevap veren Prens Sabahattin'in uygulamalı sosyolojisine bırakmıştır.
Sosyal düşünceleri Anglosakson toplumu ile ilgili yazı, kitap çevirilerine ve yayınlara neden olmuştur. Araştırmacılar bu çevirilerden Çok yararlanmışlardır. Onun yöntemleriyle sosyal olgularla ilgili anket, monografi ve uygulamalı araştırmalarla yeni sosyoloji akımı başlamıştır.
Onun düşünceleriyle yola çıkan Science Sociale'i benimseyen dergiler yayın hayatımızda yerleşmiştir. Bu alanda ilk kez 1910'da Edirne'de yayına başlayan Say ve Tetebbü Mecmuası'nda Nafi, A.Sanih ve M.Rüştü, yazı ve çevirileriyle eğitim ve okullarla ilgili yayınlarda bulunmuşlardır. 1919 yılında yayma başlayan Müşahede Mecmuası'nda Faik Şemsettin, Sabahattin Bey'in sosyal düşüncelerinin takipçisi ve reformlarının savunucusu olur, inceleme ve araştırmalardaki yöntemlerinden söz ederek Türkiye'deki boşanma meselesiyle ilgili anket açar. Durkheim'i eleştirir ve Prens Sabahattin'in tanıtımını yapar. 1920 yılında yayınlanmaya başlayan Meslek-i İçtima Mecmuası'nda Mehmet Ali Şevki ve Ömer Adil'in yazıları ön planda görülür.
Altıncı sayısında Prens Sabahattin'in
Vicdan-ı Milliye yazısı yayınlanır. Onun tüm düşüncelerini kabul eden Mehmet Ali Şevki Bey, araştırma yazılan ve kitaplarıyla Prens Sabahattin Okulu'nun iyi bir uygulamacısı olur.
Prens Sabahattin'in eğitimimize de etkileri olmuştur. Toplum yapısının eğitimle değişeceğini vurgulamıştır. Okullarda yapıcı bilgi yanında uygulamalı eğitim üzerinde durmuştur. Fransa'da E. Dcmolis'in kurduğu l'Ecole des Roches-Kayalar Okulu'ndaki eğitimin yapıcı ve yaratıcı kişiler oluşturacağı üzerinde durmuştur. Bu okulu uygulamalı eğitime örnek göstermiştir. Köy Enstitüleri'nin uygulamalı eğitimine, onun eğitim alanındaki bu görüşlerinin etkileri olmuştur. Son yıllarda teknik öğretimdeki ilerlemeler yine onun istekleri arasındaydı. Kuramsal bilgiler yanında yaratıcı ve kültürlü insan yetiştirme metodu yavaş yavaş eğitim programlarımıza girmiştir.
İl Meclisleri'nin kuruluşu onun etkilerinin sonuç-larındandır. Liberal ekonominin ve ekonomide kişisel girişimlerin yerleşmesi yine etkilerine örnek olarak gösterilebilir. Ailede ve okulda eğitim, aktif metodlar, toprak meselesi, toprak kanunu, bireysel toprak mülkiyeti, memuriyette yetenek sistemi gibi etkileri rahmetli hocam Prof. Cavit Orhan Tütengil'in deyimiyle "Irmakları besleyen gizli kaynaklar gibi" Prens Sabahattin'in ve yandaşlarının yayınlarının sonucudur.
Büyük sosyologumuz. Cumhuriyet Devleti tarafindan yurtdışına sürgün edildikten sonra şanssızlığı devanı etmiş, yaşamını isviçre'nin ıssız, küçük bir köyünde sıkıntı ve sefalet İçinde, vatanının ve yakınlarının özlemini çekerek geçirmiştir. 30 Haziran 1948 günü bir arkadaşının evinde Ölmüştür. Vasiyetinde, istanbul'da Eyüp Sultan Mezarlığı'nda toprağa verilmeyi istediğini belirtmiştir. Cenazesi yurda getirildiği halde, o gün devletimizi yönetenler tarafından kabul edilmemiştir. (Hiçbir Osmanlı ve yeğenleri yurda sokulamaz) 1924 karan uygulanarak ölüsü bile ters gönderilmiştir. Böylece ölüsü de sürgün edilmiştir. Hiçbir uygar ülkede bu yapılmamıştır. Dört yıl sonra verilen izinle 12 Eylül 1952'de kemikleri yurda getirilip Eyüp Sultan Mezarlığı'nda babasının yanında toprağa verilmiştir. Allah rahmet eylesin, nurlar içinde yatsın.
(Toplumbilimci Prens Sabahattin, 1998)


PRENS SABAHATTİN - TEŞEBBÜSÜ ŞAHSİ -ADEM-İ MERKEZİYET DÜŞÜNCESİ ve LİBERAL GELENEK
Mustafa Ökmen
İttihat ve Terakki ile ilgili bilgiler sunulurken belirtildiği üzere, hem devletçi-seçkincî hem de gelenekçi-liberal cephe, ağırlıklı olarak Yeni Osmanlılar, Jön Türkler çizgisinde ortaya çıkan hareketler içinden gelmişlerdir. Meşrutiyetçi ve laik eğilimler açısından ortak paydayı paylaşan bu iki grubun farklı unsurları da içerir hale gelmesi asıl olarak Cumhuriyetle birlikte ağırlık kazanmıştır.
Bu iki gruptan liberal cephe ile adı özdeşleşen Prens Sabahattin. Emre Kongar'a göre, Birinci ve İkinci Meşrutiyeti hazırlayan ve Osmanlı devletinde muasır ihtiyaçlara göre ıslahat yapılamasını isteyen inkılapçılar ve ihtilalciler anlamında Jön Türkler içinde liberal görüşlerin savunuculuğunu yapmıştır. Prens Sabahattin'in Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti'nin 1906 yılında yayınlanan programı şöyleydi; "Siyasî ıslahat yapılarak yerinden yönetim sağlanacaktır. Vilayet meclisi üyeleri halk tarafından seçilecektir. Merkezde halk tarafından seçilecek bir meclis teşkil edilecektir. Osmanlı halkının hak eşitliği sağlanacaktır. Yerel yöneticiler halkın nüfus dağılımına uygun olarak, farklı etnik ve dinî oranlara göre seçilecektir." Bu bağlamada faaliyetlerde bulunan Prens Sabahattin'in düşünceleri, bir hürriyet teorisi niteliğindeydi. O, devletten bağımsız!
olarak kişilerin kendi kişisel yeteneklerini kullanabilmeleri anlamında teşebbüs-i şahsilik düşüncesini ve devlet yönetiminde adem-i merkeziyet talep eden liberal fikirleri savunmaktaydı.
Anahatlarıyla bu düşünceleri savunan Sabahattin, Şerif Mardin'e göre, görüşleriyle gerçekten hayatımızın en derin köklerine dokunmuş ve bu bakımdan kendi kendini! eleştirmeyi ancak yüzeysel bir anlamda anlayanları rahatsız etmiştir. Gerçek şudur ki, Prens Sabahattin, bazıların-] ca, toplum tabularımıza dokunduğu için beğeniImemiştir. Prens Sabahattin'in fikirleri çerçevesinde meydana gelen polarizasyonun yararlı yanı bizzat kendi toplum tabularımızın üzerine ışık saçraasıdır. Zararlı yönü, onun fikirlerini yakından incelememiş olanlar arasında Prens Sabahattin aleyhtarlığının veya taraftarlığının siyasî bir vaziyet alışa tekabül etmesindendir. Bununla birlikte onun düşüncelerini meydana getiren unsurları birbirinden ayırt eden olmamıştır. Burada bu unsurları ayırt edecek olursak, bir insan ideali, bu insan idealini gerçekleştirecek bir eğitim teorisi, bu insan idealine uygun bir toplum tasavvuru ve mevcut toplumların yapısını tahlil etmeye yarayacak bir toplum tahlil yöntemi gibi başlıklarla karşılaşırız. Bu başlıklarla ele alınabilecek içtimaî ve iktisadî düşünceleriyle Prens Sabahattin, Cengiz Çağla'ya göre özgün bir konuma sahiptir. Türk aydınının genel nitelikleri olarak sayılabilecek devletçilik, bürokratlık, seçkincilik ve aktarmacılık özelliklerinin Prens Sabahattin için de geçerli olduğunu söylemek oldukça zordur. Bu farklı nitelikleridir ki onu Tanzimat'tan Cumhuriyete uzanan devletçi-seçkinci gruptan ayırmış ve liberal bir geleneğin başlatıcısı olarak anılmasını sağlamıştır.
prens Sabahattin'e göre, Osmanlı devletinin içinde bulunduğu durumu, bir yönetim sorunu değil, bir yapı sorunudur ve bunun çözümlenmesi gerekmektedir. Bu da ancak, Science Sociale gözüyle toplum yapısını incelemekle mümkün olabilecektir. "İlk defa var olan sorunu değişik bir yaklaşımla ele alan Sabahattin Bey, çözüm yolu olarak, Osmanlı toplum yapısının göz önünde bulundurulmasını ve bu yapı içinde bir çözümleme yapılmasını önermektedir. Onun bu bağlamda ortaya attığı idarî adem-i merkeziyet düşüncesi İttihat ve Terakki grubunca siyasî adem-i merkeziyet olarak algılanacak ve tepkilerin odağı haline gelecektir. Yine ona göre, bütüncü toplumlarda toplumsal yapı gereği merkeziyetçi yönetimler egemendir. Merkeziyetçi yönelimlerde bürokrasinin, gelişmeyi köstekleyici bir rolü vardır. Yerinden yönetimin gerekli olduğunu ileri süren Prens Sabahattin, neden olarak da şunları söylüyor; Onsuz, memleketimizi imar kabil olmadıktan başka, bir vilayetteki idare usulünün diğerinde aynen tatbiki imkansızdır. Ona göre, merkeziyet yönetimi özgürlükleri kısıtlamakta, çoğunluğun azınlıkça baskı altında tuttuğu ve girişimciliğe yönelik hareketlerin engellendiği bir ortam oluşturmaktadır. Bunu şöyle ifade ediyor: merkeziyet demek, hürriyeti inhisara almak, ekseriyeti ekalliyete çiğnetmek, teşebbüs fikrini kahretmektir."
Yönetimle ilgili bu düşüncelerinin yanında Sabahattin, ekonomik, sosyal, siyasal ve idarî olmak üzere her alanda bireyci kişilik özelliklerini taşıyan bireylerin yetiştirilmesini savunmaktadır. Son tahlilde Osmanlı toplumunun kurtuluşunu da buna bağlamaktadır. "Prens Sabahattin, Türk aydınının tepeden inmeci niteliğine karşı toplumsal düzeyde daha derinden gelecek değişimi savunmuş, bu anlamda demagog siyasetçiden çok, bilim adamı, reformcu gözüken bir idare-i maslahatçıdan çok radikal bir devrimci olmuştur. O, bürokrasinin egemen olduğu düzende anti-bürokrat, memurların baştacı edildiği devirde zihniyet olarak memurluğa muhalif, herkesin devletçi olduğu bir dönemde özel teşebbüsçü ve neredeyse herkesin merkeziyetçi olduğu bir çağda adem-i merkeziyetçiydi."
Bütün bu düşünceleriyle Prens Sabahattin'le Jön Türklerin bir kısmı arasında- merkeziyetçilik-adem-i merkeziyetçilik- kopan fırtınanın en mühim yönü, Şerif Mardin'e göre, içtimaî ve iktisadî bir meseleydi. İşte bu içtimai ve iktisadî görüş farklılıkları nedeniyledir ki, 1908'de İkinci Meşrutiyet getirilir ama, İttihat ve Terakki ile Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet cemiyetleri arasındaki uyuşmazlık da iyice artan bu uyuşmazlık, gelişen siyasal olaylara da paralel olarak daha da kalınlaşan çizgiler halinde genç Cumhuriyet tarafından da tevarüs edilecektir. Bu iki temel çizgiden ikincisini ise, hem siyaseten hem de son tahlilde askerî olarak güçlü bir konuma gelen ve o dönemde İttihat Terakki ile temsil edilen devletçi-seçkinci grup oluşturmaktadır. Bunların görüşlerinin temeli ise ağırlıklı olarak millî iktisat-millî burjuvazi düşüncesine dayanmaktadır.
{Akademik Araştırmalar Dergisi, sayı: 9-10)

website women affair open
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort