Künyesi : | Lakabı : |
Tabakası : 19.Yüzyıl | E-Posta : |
D.Yeri : Diyarbakır | D.Tarihi : 1876 |
Ö.Yeri : İstanbul | Ö.Tarihi : 1924 |
Görevi : Şair,Yazar | Uzm.Alanı : Sosyoloji |
Görev Aldığı Kurumlar : | Mezuniyet : |
Bildiği Diller : Arabça, Farsça, Fransızca | Mezhebi : İtikad : , Amel : , Ahlak : |
Ekleyen : /2008-07-30 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
MehmetZiya Gökâlp ;
Düşünür, devlet adamı, şair ve yazardır.
Asıl adı Mehmet Ziya'dır. Ziya, Ziyaettin, Hüseyin Vedat, Mehmet Mehdi, Mehmet Nail, Demirtaş, Gökalp, Celâl Sakıp imzalarıyla da yazdı. Şiirlerinde önce kendi adı olan Mehmet Ziyayı, bir kez olmak üzere İşçi Kız imzasını, sonraları Tevfik Sedat takma adını kullandı.
Büyük dedesi Hacı Hüseyin Sabit Efendi dinî ilimlerde oldukça yüksek seviyeye gelmiş, kadılık ve müftülük yapmıştı.
Babası, uzun süre Vilâyet Evrak Müdürlüğünde bulunan ve Diyarbakır Salnâmesi'nin hazırlanmasında büyük emeği geçen Mehmet Tevfik Efendi, annesi ise yine aynı bölgenin tanınmış ailelerinden Pirinççizâdeler'in kızıdır..
İlkokulu ve Askerî Rüştiyeyi (ortaokul) Diyarbakır'da bitirdi, Diyarbakır İdadisinde (lise) ve Mülkiye Mektebinde (Siyasal Bilgiler Fakültesi) okudu (1883-94).
Amcasından Farsça ve Arapça, okul müdüründen özel olarak Fransızca dersleri aldı.
Fen dersleri öğretmeni askeri doktor Yorgaki Efendi'nin teşvikiyle felsefeyle ilgilendi.
Lisenin son sınıfında iken büyük bir bunalım geçirdi ve intihara teşebbüs etti. Kardeşi Nihat'ın yardımıyla 1896 yılında İstanbul’a kaçtı. Yatılı bir okul olan Baytar Mektebine (Veteriner Okulu) girdi.
İbrahim Temo ve İshak Sükûti'nin de yardımıyla İttihad ve Terakki Cemiyetine üye oldu.
Son sınıf öğrencisi iken Abdülhamid yönetimine karşı faaliyet gösteren gizli bir örgüte girdiği için (1900) dokuz ay tutuklu kaldı.
Zaptiye Tevkifhanesi, Taşkışla ve Mehterhane denilen Sultanahmet'teki hapishanelerde on ay yattı. Sonra şartlı olarak tahliye edilerek sürüldüğü memleketinde amcasının kızıyla evlendi.
Bir müddet Askeri Rüştiyede Farsça öğretmenliği yaptı. Mektubî Kaleminde göçmenlerin iskân işlerini yürütmeye memur edildi, valinin tayini üzerine bu görevden çekildi.
Bu arada Jön Türklerin Avrupa'da çıkardıkları bir gazeteye yazılar yazmaya başladı. Diyarbakır'da gizli örgütlerle ilişkilerini sürdürerek, II. Meşrutiyet'in ilan edilmesiyle (1908) birlikte İttihad ve Terakki Cemiyetinin Diyarbakır Şubesini kurdu.
Diyarbakır'da çıkardığı Peyman (1909) ve Dicle gazetelerinde düşüncelerini açıklayan yazılar yazdı. Bir ara İstanbul'a giderek İttihad ve Terakkinin üyeleriyle tanıştı.
Edebiyat Fakültesinde psikoloji ve mantık dersleri için Emrullah Efendice vekâlet etmeyi denediyse de bu mümkün olmadı. İlköğretim müfettişliği göreviyle Diyarbakır'a döndü.
1910 yılında İttihad ve Terakki Cemiyetinin Selanik'te toplanan genel kongresine Diyarbakır delegesi olarak katıldı ve genel merkez üyeliğine seçildi.
Selanik'te Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntemin çıkardığı Genç Kalemler (1911) dergisinde Celal Sakıp, Demirtaş Gökâlp gibi takma adlarla şiirler ve makaleler yayımlayarak çevresini etkiledi. "Yeni lisan" hareketini savunanlar arasında yer aldı. Daha sonra yazdığı şiirlerde de bu fikirleri işledi. Ali Canip'in de Önerisiyle adına Gökalpî de ekleyerek Mehmet Ziya Gökalp oldu.
Bir müddet Selanik İdadisinde sosyoloji öğretmeni olarak çalıştı, Balkan Savaşının başlamasına yakın bir zamanda İttihad ve Terakki genel merkezinin İstanbul'a taşınması üzerine Cerrahpaşa'da bir ev kiralayarak oraya yerleşti.
1912 yılında Ergani sancağından milletvekili seçilerek girdiği Meclis-i Mebusan dört ay sonra kapatılınca Darülfünun (İstanbul Üniversitesi)'da sosyoloji müderrisi (profesörü) olarak ders verdi (1915-19).
Diğer yandan çeşitli konulardaki yazılarını Türk Yurdu, Halka Doğru, Türk Sözü, İslüm, İktisat, Millî Tetebbular, kendi çıkardığı Yeni Mecmua (ilk sayı: 12.7.1917, 1918'de kapandı), Tanin dergi ve gazetelerinde yayımladı.
1917'de Ittihad ve Terakkinin kongresinde medreselerin kaldırılmasını, Şeyhülislâmlık müessesesinin kapatılmasını, Vakıflar müessesesinde ve aile hukukunda değişiklikler yapılmasını teklif etti. Bu teklifler, İttihad ve Terakki tarafından benimsendi ve Birinci Dünya Savaşı sıralarında yürürlüğe konuldu.
İstanbul'un işgalinden bir müddet sonra tutuklandı ve İttihadcılann diğer ileri gelenleriyle birlikte Bekir Ağa Bölüğü hapishanesine konuldu. Divan-ı Harb'e çıkarıldı, Ermenilerin katliamına fetva vermekle suçlandı.
1919 yılında ingilizler tarafından Maltaadasınasürülenlerarasına dahiledildi.Sürgün dönüşünden (Mayıs 1921)sonra Diyarbakır'da KüçükMecmuayı çıkardı(1922).
Diyarbakır’daki lise ve öğretmen okulunda psikoloji ve edebiyat dersleri verdi.
Yeniden yayımladığıYeni Mecmua (1 Ocak - 13 Eylül 1923, 84 sayı)'da yazmaya devam etti. Aynı yıl Diyarbakır'dan milletvekili oldu, Telif ve Tercüme Encümeni başkanlığına getirildi.
Hastalığının tedavisi için gittiği İstanbul'da Fransız Hastanesinde öldü. Sultan Mahmut Türbesinin yanında toprağa verildi.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı baş eserinde Türkçülük kavramını sistemleştirdi, 2. Meşrutiyet yıllarında İslâm birliği ve Osmanlıcılık düşüncelerine karşı savunmuş olduğu Turan İmparatorluğu (Turancılık) görüşünden vazgeçerek sosyal hayatta Batılılaşmayı, ekonomide devletçiliği, dilde özleşmeyi öngören bir milliyetçilik anlayışının fikir babası oldu.
Özellikle Küçük Mecmua ve Yeni Mecmua dergilerinde çıkan yazılarında belirttiği görüşlerin birçoğu yapıları yasa düzenlemeleriyle uygulanma şansı buldu. Dilde, güzel sanatlarda, ahlâkta, dinde, hukukta, ekonomide ve düşüncede Türkçülüğü gerçekleştirme yollarını göstermek için çeşitli türlerde eserler verdi.
Ziya Gökalp'in en önemli etkinliği millî devlet fikrini kabul ettirmesi oldu.
O, geçmiş dönemlere özgü düşünce ve toplum hayatımıza hakim değerler karşısına yeni bir teklifle çıktı. Bu teklif; "yeni iktisat, yeni aile, yeni felsefe, yeni sanat, yeni ahlâk, yeni siyaset" dediği ve "yeni hayat" olarak özetlenebilecek olan görüştür. Yeni değer hükümlerini oluştururken Durkheim'den yararlandı. Kul olarak değil fert olarak kendisini algılayan ve "ben varım" diyen insanın, var oluşunun mahiyetini, tarihî mirasını, mensubu olduğu insan topluluğunun özelliklerini merak etmesi onun Turancılık görüşünün temelini oluşturur. Bize özgü değerlerden hareketle sosyal kuruluşları yeniden yapılandırmayı önceledi.
Gökalp, "Muasırlaşmak" ile Batıcılığı, yani evrensel bilim ve teknik birliğini, "Türkleşmek" ile ulusal bilinci, Türk ulusunun kültüre ait değerlerini halktan ve tarihten alacağım, "İslâmlaşmak ile Selçuklu ve Osmanlı'nın tarihi deneyimlerinden yararlanma arzusunu açığa vurur.
Eski Türk aile yapısını inceleyerek kadın-erkek eşitliğine, kadının ekonomik hayata katılması ile iş ve meslek kadım olması gerekliliği düşüncelerine ulaştı. Bireyciliği de kolektivizmi de benimsemeyerek yalnızca dayanışma üzerinde durdu. Kişisel mülkiyetle toplumsal mülkiyetin uzlaşmasından yanadır. Bu bağlamda millî ekonomi fikrini savundu.
Ayrıca "talim" ile "terbiyeyi" birbirinden ayrı olarak düşündü. Türkiye'de ilk defa "millî terbiye" terimini o kullandı. Bu bakımdan ona ilk millî eğitimcimiz denebilir. Ona göre eğitimin amacı millî bireyler yetiştirmek olmalıdır. O, eğitimi ile ulusal kültürü "millet fertlerinde ruhî melekeler hâline getirmek" olarak tanımladı. Onun eğitim anlayışı, sosyolojiyi ilgilendiren problemler çerçveesinde ileri sürdüğü görüşler ve "Yeni Hayat-Yeni Kıymetler" hakkında düşündük-leriyle birbirini bütünler.
Ziya Gökalp, İkinci Meşrutiyetten önceki şiirlerini aruz ölçüsüyle ve Divan Edebiyatı nazım şekillerine uygun olarak yazdı. Şiirin temeline düşünsel içeriği yerleştirdi. Şiirin her şeyden önce düşünce olduğunu savundu. Ayrıca Türk destan ve halk hikâyelerinden yararlandı. Edebiyatı hep bir eğitim aracı olarak gördü ve şairliğini bu doğrultuda yönlendirdi.
"Kaybettiğimiz adam bir ilim velisi idi. Bu da eski Horasan erlerinin Rum diyarına geldiği uzun yollardan geldi, bunun kitaplarını taşıyan kervanlar üstünde de vaktiyle Celâdeddin-i Ruminin, Sultan-ül Ulemanın tasavvuf cildlerini sarartmış tozlar kondu. Fakat garip bir cilve olarak bu son mürşid bize şarktan garbı getiriyordu. Heybesi içinde tasavvuf yerine müsbet ilimler vardı. Âmid'in kadim surları içinde yeni bir cuşiş menbaı keşfetmişti. Selâniğe ve bilhassa İstanbul'a o keşif ile geldi. Tıpkı tarihlerin ayrı fasıllar açarak zikrettiği diyar aşırı eski âlimler gibi... Böylece yeni sesler ve sözleriyle eski beldeler teshir eden azizler gibi İstanbul ilmini fethetti. O geldiği günden beri dilimiz başka dil oldu. Dileğimiz başka dilek oldu. Onun irşadiyle içimize baktık ve kendi cevherimizi bulduk. Garbın tekniği, Türkün harsı, şiarı hangi vasıtalarla hangi yola gideceğini bilhassa genç güzidelere gösteren bir meşale oldu.
Sözünün feyzi edebiyatta, iktisadiyatta, içtimaiyatta, hattâ siyasiyatta tecelli etti. Bu itibarla tarih inkâr edecek midir ki bir ondan evvelki Türk irfanı, bir de ondan sonraki Türk irfanı vardır..."
(Ruşen Eşref Onaydm)
"Hak yok vazife var" diyen Ziya Gökalp'ın bu özdeyişi de her zaman için genç kuşakların kendilerine rehber edinecekleri bir ülkünün çağrısıdır. Halbuki bugün! O büyük vecizeyi alay konusu yapan afişlerle duvarlara astık!
"Ziya Gökalp, müsbet bilgilerle tekniği Batı medeniyetinden almamızı düstûr halinde belirtirken, maddeyi ruhtan ayırmasını da bilmiştir. Bunun içindir ki, batılılaşmak ve asrileşmek prensipleri arasında Türk ruhunun, Türk zevkinin, Türk sanatının hâkim olmasını millî bir coşkunlukla haykırmıştır. Yazarlara hitap ediyor:
"Biz Garbin iptida klâsiklerine kıymet vermekle romantizmin feyzinden de büsbütün mahrum kalmamalıyız. Çünkü romantizmin esası, halk edebiyatlarıdır, Avrupa'daki bütün romantizm hareketleri, halka ittihaz etmekle başlamıştır.'
"Hey üstadımız Ziya Gökalp! Sen ne yüce düşünür, ne yüce Türkçü idin! Hâtıran önünde eğilir, ruhuna Tanrının sonsuz gufranını dilerim. Nur içinde yat, büyük adam!"
(Halit Fahri Ozansoy)
"Aruzla olanlarda, dış âlem bir Cehennem manzarası gösterse de, vicdanlarda Cennet bahçesine bakan pencere bulunduğundan, bu şiirin yazılmasında âmil olan ilham ve zihin çalışmasından, sembolistler gibi, bir rübabın nağmelerinden bahseder; yalnız birinde, mevzu bunlara hiç benzemez: Etrâfindakileri irşüd eden, onlara fennî, yeni bilgilerden haber veren bir köy imamını tasvir ettiği Köy Gazetesi, Gökalp'in o zamana kadar yürüdüğü yoldan ayrılacağını, tutacağı başka bir yolu müjdeler.
Hece vezneyle yazdığı ve Oruç, Ezan, Namaz, Zekât, Bayram adlı Köylü Şiirleri'nde, İslâm akidelerinden de faydalanarak, Türk köylüsünü ahlâk ve fikirce yükseltme yollarını arıyordu. Köylü Şiirleri ile aynı sıralarda yayımladığı Şaki İbrahim Destam'nda, işlediği fikirlerin zenginleştiği, köylü yanında daha geniş kitleyi de ele aldığı görülür.''
(Fev-ziye Abdullah Tansel)
"Ziya Gökalp'in sanatı ve şiiri üzerinde duranlar, onun hep fikirlerinden hareket etmişlerdir. Fikirlerinin sanat eserlerinde ifade edildiğini söylemi Ancak eserleri psikolojik açıdan tahlil ettiğimizde Ziya Gökalp'in daha çocukluk yılların da sanat ve dünya görüşünü müjdeleyen unsurlarla karşılaşırız. Şimdilik onun çocukluk devriyle alâkalı bir vesikaya sahip değiliz. 'Şuursuz bir sevk-i tabiî' ile mutlu bir hayat yaşadığı ilk çocukluk devresi hakkında daha sonra yazdığı şiirler vardır. Bir saadet içerisindedir. 'Karacadağ' adlı şiirinde, bu çocukluk cenneti anlatılmaktadır. Kitaplarına ve hülyalarına kapak Ziya; dış âlemi, yani tabiatı, kendi hayal ve düşüncelerinin aksi olarak görür. Kısacası onda, tabiat duygusu olmamıştır. Gökalp'i ilgilendiren kendi hayal ve düşünceleridir. Bu temayül, içe dönük insan tipinin başlıca hususiyetidir.
"Kızıl Elma şâiri olgunluk devrinde çocukluk yıllarını, bir masal âlemi gibi hatırlar. Onun, olgunluk devrinde didaktik çocuk şiirleri yazması, bir bakıma, ilk çocukluk yıllarının saadetini teneffüs etme arzusundan da kaynaklanıyor.
Gökalp'in, mizaç bakımından içe dönük olması yanında, onda kahramanlık arzusunun ifâdesi olan kurtarıcılık isteği de vardır. 'Ala Geyik' adlı manzume bu bakımdan manâlıdır. Hattâ denilebilir ki, 'Ala Geyik'teki masal kahramanı ile kendisi arasında gayri şuurî bir münâsebet mevcuttur. 'Turan' şiirinde de Türk tarihinin kahramanları ile kendisi arasında bir münâsebet kurmaktadır.''
(Şerif Aktaş)
Eserleri :
ŞİİR:
BİLİM:
DENEME:
MAKALE:
MEKTUP:
Kültür Bakanlığı 1976 yılında eserlerini Doğumunun 100. Yılında Bütün Eserleri başlığı altında yeniden yayımladı. Eserlerinin bir bölümü Yusuf Çotuksöken tarafından sadeleştirilerek yayımlandı (1975-77).
E-Dosya : Dosyayı indirmek için tıklayınız... |