Künyesi : Ebü's-Senâ | Lakabı : Şihabüddîn |
Tabakası : 19.Yüzyıl | E-Posta : |
D.Yeri : Bağdat | D.Tarihi : 1217(1802) |
Ö.Yeri : | Ö.Tarihi : 1270(1854) |
Görevi : Hoca,Müderris,Müftü | Uzm.Alanı : Arap Dili ve Belağatı,Fıkıh,Hadis,Tefsir |
Görev Aldığı Kurumlar : | Mezuniyet : |
Bildiği Diller : Arabça, Farsça | Mezhebi : İtikad : , Amel : , Ahlak : |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-11-10 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Şihâbüddîn Mahmûd b. Abdillâh b. Mahmûd el - Hüseynî el - Âlûsî
Âlûsî ailesinden müfessir, fakih, edip ve şair.
1217'de (1802) Bağdat'ta doğdu.
Nesebi baba tarafından Hz. Hüseyin'e, ana tarafından Hz. Hasan'a ulaşmaktadır.
Hülâgû'nun Bağdat'ı istilâsı üzerine oradan göç edip Fırat nehri üzerindeki Âlûs adasına yerleşmiş olduğu için Âlûsî nisbesiyle anılan ve birçok âlim ve edip yetiştiren bir aileye mensuptur.
Tahsil hayatına reîsülmüderrisîn olan babasının yanında başlayarak ondan Arap dili, Hanefî ve Şâfıî fıkhı ile hadis okudu.
Ayrıca devrin meşhur âlimlerinden de ders aldı.
Ali es-Süveydî, Alâeddin Ali el-Mevsılî ve Hâlidiyye tarikatının kurucusu Mevlânâ Hâlid en-Nakşibendî onun hocaları arasında yer alır.
On üç yaşında kitap yazmaya ve ders okutmaya başladı.
Aralarında Abdülfettâh eş-Şevvâf ve Ahmed b. Mahmûd Salih (Kaymakçı) gibi âlimlerin de bulunduğu pek çok öğrenci yetiştirdi.
Birçok medresede ders verdikten sonra Saltanat-ı Dâr-ı Âliyye müderrisi unvanını aldı.
Diğer taraftan Bağdat'ın en büyük âlimi olmasından dolayı, vakfiyesinde bu hususun şart olarak zikredildiği Mercâniye Medresesi vakıflarına mütevelli tayin edildi. Otuz yaşında Bağdat'ın Hanefî müftüsü oldu. Yaklaşık on beş yıl kadar kaldığı bu vazifeden hakkındaki dedikodular yüzünden azledildi (1847).
Bunun üzerine Âlûsî, daha önce başlayıp yedi cildini yazdığı meşhur tefsiri Rûhu'l-me'ânîyi tamamlamak için köşesine çekildi.
1851 yılına kadar iki cilt daha ilâve ederek tamamladığı eserini padişah Abdülmecid'e takdim etmek ve bu vesile ile iftiraya uğradığı için müftülükten azledildiğini anlatarak hakkını aramak üzere aynı yıl İstanbul'a gitti.
Orada Şeyhülislâm Arif Hikmet Bey ve bazı meşhur âlimlerle görüştü, onlarla ilmî sohbetlerde bulundu.
Getirdiği resmî yazıları takdim etmek için Sadrazam Reşid Paşa'nın huzuruna çıktı ve sadâret müsteşarı Fuad Paşa'yı da tanıma fırsatı buldu.
Yirmi bir ay kadar kaldığı İstanbul'da hüsnü-kabul gördü, âlimlerin ve devlet adamlarının takdir ve teveccühlerini kazandı.
Ancak arzu ettiği sonucu alamadan Bağdat'a döndü.
İstanbul'a gidişini, oradaki temaslarını ve Bağdat'a dönüşünü edebî bir üslûpla anlatan üç ayrı eser yazdı.
İstanbul'dan Bağdat'a dönerken yolda sıtmaya yakalanan ve ömrünün son dönemini bu hastalıkla mücadele ederek geçiren Âlûsî Bağdat'ta öldü ve Ma'rûf-i Kerhî Kabristanına defnedildi.
Âlûsî keskin zekâsı, kuvvetli hafızası, sağlam mantığı ve muhakemesi sayesinde devrinin en büyük âlimlerinden biri oldu.
Hafızasının kendisini hiç yanıltmadığını ve en zor meseleleri dahi halledebilecek fikrî güce sahip olduğunu bizzat kendisi ifade etmektedir. Vakarı ve hayır severliği ile de temayüz etti.
Öğrencilerini çok sever ve onların çeşitli ihtiyaçları ile yakından ilgilenirdi.
Gündüzleri ders okuttuğu ve fetva işleriyle meşgul olduğu için eserlerini ancak geceleri yazardı.
Süratle yazdığı müsveddeler ertesi gün kâtipleri tarafından saatlerce temize çekilirdi.
Mükemmel bir üslûp ve ifadeye sahip olan yazıları birer fesahat ve belagat örneğidir.
İlmî ve edebî alanlarda pek çok eser verdi.
Öte yandan hikmet ve tasavvufa dair yazdığı güzel şiirleriyle bu alanda da üstat olduğunu gösterdi.
Bağdat'ta duraklamış bulunan ilmî hayat ve fikrî hareket, onun sayesinde yeniden canlandı.
Ebü's-Senâ el-Âlûsî, amelde Şafiî mezhebine bağlı olmakla beraber bazı meselelerde Hanefî mezhebine uymuş ve ona göre fetva vermiştir.
İbn Teymiyye, İbn Kudâme, İbn Kayyim el-Cevziyye gibi meşhur âlimleri takdir ve müdafaa etmesi yanında onların kendi kanaatine ve müctehidlerin icmâ'ına aykırı bulduğu fikirlerini tenkit etmekten çekinmezdi.
Hatta kaynaklarda ömrünün son yıllarına doğru içtihada temayül ettiği de zikredilmektedir.
Bu sebeple, ilgisi bulunmadığı halde bazı kimseler tarafından kendisine yapılan Vehhâbîlik isnadı doğru değildir.
İtikadda selefi olduğunu söyler ve çocuklarına, en doğru yol kabul ettiği selef akidesini tavsiye ederdi.
Bununla beraber Eş'arî ve Mâtürîdî mezheplerini müdafaa etmekten de geri durmamıştır.
O, gerek Şiîler'in sorularına verdiği cevapları ihtiva eden el-Ecvibetü'l-Irâkıyye adlı eserinde, gerekse Rûhu'l-me'âni adlı tefsirinde kelâmî meseleleri dirayetle ele alışından anlaşıldığı üzere kelâm ilmi ile de meşgul olmuştur.
Âlûsinin Necmeddin Muhammed Hâmid, Bahâeddin Abdullah, Sa'deddin Abdülbâkî, Ebü'l - Berekât Hayreddin Nu'-mân ve Ahmed Şâkir adlarında beş oğlu vardır. Bunlardan ilk dördü eser sahibi birer âlimdir.
Eserleri:
Rûhu'l-meânî' fî tefsiri'l-Kur'âni'l- 'azîm ve's-sebi'l-mesânî
Havâşî Şerhi'l-Katr
Gayetü'l-ihlâs bi-tehzîbi nazmı Dürreti'l-ğavvâs (Keşfü't-turre 'ani'l-ğurre)
Et-Tırâzü'l-müzehheb fî Kasîdeti'l-Bâzi'l-eşheb
El-Ecvibetül-'lrâkıyye 'ale'l-(li'l)es' ileti'l-îrâniyye
El-Ecvibetü'l-'irâkıyye 'ale'l-es'ileti'l-Lâhûriyye
El-Feyzü'l-vârid alâ ravzi Mersiyyeti Mevlânâ Hâlid
Şerhul-Kasîdetil-Kadiriyye (Kahire 1313)
İnbâ'ü'l-ebnâ' bi-atyâbi'l-enbâ
Neşvetü'ş-şemûl fi's-seferi ilâ İslâmbûl
Neşvetü'l-müdâm fi'l-'avd ilâ medîneti's-selâ
Ğarâibül-iğtirâb ve nüzhetü'l-elbâb fi'z-zehâb vel-ikâme ve'l-iyâb
El-Makâmâtü'l-hayâliyye
Kasîdetü'r-Rifâiyye