Hit (4945) K-681

Levayihul Kudsiyye Fi Fedailiş Şeyhil Ekber

Yazar Adı : Mehmed Tevfik Çerkeşizade İlim Dalı : Tasavvuf
Kitap Dili : Osmanlıca Kitap Tipi :
Konusu : Sitedeki Kayıt Türleri :
Ekleyen : Fıkıh Dersleri/2008-10-07 Güncelleyen : Nurgül Çepni/2008-12-14

Levâyihu’l-Kudsiyye fî fedâiliş-Şeyhil-Ekber

Genel olarak “İbn Arabî’nin fazileti hakkında kudsî parıltılar” şeklinde Türkçe’ye çevirebileceğimiz başlık altındaki risâleyi incelerken değerlendirmeye esas aldığımız nüshanın başında müellifin ismi bulunmadığı gibi sonunda da te’lif tarihi verilmemektedir.

Ancak risâlenin Mehmed Tevfik Efendinin İzmir’de bulunduğu sırada (1303) yazdığı ve vilâyet matbaasında bastırdığı bilinmektedir.

Toplam on dört sayfadır.

Yâdigâr-ı Şemsî müellifi Mehmed Şemseddin Efendi, Mehmed Tevfik Efendinin bu eseri şöyle bir sebebe istinaden yazdığını söyler;

XIX. asırda Bursa’da tasavvuf merkezli büyük bir tartışma meydana gelmiştir. Tartışma bütün tasavvuf düşüncesini ve tarîkat pîrlerini hedef alan itham ve suçlamadan kaynaklanmıştır.

Mehmed Şemseddin Efendinin rivâyetine göre Bursa Hindiler Kalenderhânesi’ne 1275/1858 tarihinde şüpheli bir tarzda postnişîn olan (İngiliz casusu olma ihtimali bulunan) Hind asıllı Abdurrahman b. Abdullah’ın düzenlediği Farsça dersleri sırasında, Sa’deddin Taftazânî ve Aliyyü’l-Kârî’ye atıfla Muhyiddin Arabî, Mevlânâ Celâleddin Rûmî gibi evliyânın büyüklerini küfürle itham etmeye başlamış, onların küfrüne inanmayanların da kâfir olduğunu ifade etmiştir.

Bu derslerden etkilenen Bursa ulemâsı ikiye bölünmüş, tartışmalar kahvehâne köşelerine kadar inmiş, büyük bir fitne çıkacağı sırada ulemâ ve meşâyih ortak toplantı yapmış, neticesinde Hind asıllı Abdurrahman, Dersaadet’e zorunlu ikâmete gönderilmiştir.

Bir müddet Matbaayi Osmâniye’de musahhihlik yaptıktan sonra şurda burda sürünerek helak olup gitmiştir.

Ne çare ki bundan sonra Bursa’da, ulemâ ve meşâyih arasındaki eski muhabbet kalmamıştır. Saçılan bu fikirleri gidermek için Bursa müftüsü Uşşâkî Hacı İbrahim Efendi evliyaullahın makam ve mertebelerini açıklayan bir risâle kaleme almış, ayrıca Kazaskerve Mezlis-iMeşâyih Nâzırı olan Çerkeşşeyhizâde Hacı Tevfik Efendi’de (ö.1317/1899) Levâihu’l-Kudsiyye adıyla bir risâle yazarak evliyaullah hakkında otaya atılan bâtıl fikirlere cevap vermiştir. 1

Mehmed Şemseddin Efendi Levâyihu’l-Kudsiyye’nin yazılma sebebini Abdurrahman b. Abdullah’a bağlasa da müellifimiz Tevfik Efendi eserinde İzmir’e gittiği esnada İbnü’l-Mansûrî isminde bir şahısla karşılaştığını, bu şahsın başta İbnül-Arabî olmak üzere evliyânın büyüklerini küfürle itham ettiğini,dahası itham etmeyenlerin de kâfir olduğunu söylediğini, bunun üzerine eserini kaleme aldığını belirtir. Abdurrahman b. Abdullah’ın mahlasının İbnü’l-Mansûrî olma ihtimali bulunmakla birlikte Abdurrahman’ın Bursa’dan sürüldüğü tarih ile Tevfik Efendinin eserini bastırdığı zaman arasında yirmi altı senelik zaman farkı nedeniyle aynı kişinin olup olmadığını tekid edememekteyiz.

Ancak muârız her kim olursa olsun eserin yazılma sebebinin benzer itham ve iftiralar sonucu olduğu görülmekte, İbnül-Arabî’nin doğruluğuna ve fazîletine işâret etmektedir. Nitekim İbnül-Arabî literatürü içerisinde bu eser, savunanlar kategorisinde zikredilmektedir.

Tevfik Efendi eserine kısa bir girişten sonra dört ayrı Türkçe mukaddime yazmıştır. Mukaddimelerdeki fikirler, risâlenin Arapça metni içerisinde yer verilen görüşleri tefsir etmektedir. Müellifin risâlenin giriş kısmında kaydetti- ğine göre, fenâ fi’t-tevhîd makâmına çıkan evliyânın büyüklerinden bazen bâtını tamamen hakîkat, zâhiri ise şerîate aykırı gibi görünen kelimeler çıka- bilmektedir. Bu kelimeler hakkında görüş bildiren rusûh sahibi âlimler iki kısma ayrılmışlardır. Birinci grup tarîkat ehlinin bu tür sözlerle meşgul olup şüp- he ve hayrete düşmemeleri için bunların gizli manalarını açıklama yolunu tut- muşlardır. İkinci grup ise şer’i şerîfin namusunu muhafaza için bu türlü sözleri telaffuz etmenin küfür olduğunu söylemişlerdir. Mehmed Tevfik Efendi’ye göre ikinci grupta olanlar görünüşte küfür ve şirki hatırlatan birtakım kelime ve deyimleri o şeyhlere atfeder veya onların eserlerine izafe ederler. Bazen de müstakil risâle kaleme alıp meşâyih ve ulemâdan bir zâta isnâtla dini ifsada kalkışırlar. Ledünnî ilimden nasîbi olmayan hatta bütün himmetini zâhirî ilim- lere hasrettiği halde onun bile inceliklerini anlamayan rüsûm âlimlerinden ba- zıları râsih âlimlerin mânevî ihtilâflarındaki asıl maksadı fark edememekte ve diğer mülhidlerin bozuk maksatlarından ayıramamaktadır.2 Bu gruptakiler “Cübbemin altında Allah’tan başka bir şey yoktur” gibi sözleri büsbütün anlama- dan dedikoduya başlarlar. İbnül-Arabî’nin en büyük kâfir olduğunu iddia ederler, hatta İbnül-Arabî’nin imânı olduğundan şüphe edenin bile küfrüne hükmederler.3

Böylece yedi yüz seneden beri onun velâyetine inanan muhaddislerin, müslüman idarecilerin, avâm ve havâstan yüz binlerce müslümanın kâfir olduğu hükmünü vermeye cesaret ederler.

Kimliği meçhul bir şahıs, bir risâle yazmış bunu da Allâme Taftazânî’ye nisbet etmiştir.

Bazıları da Taftazânî’nin İbnül-Arabî hakkında yazdığı iddia edilen reddiyeye yapışıp onukusursuz , reddedilemeyen bir kitap gibi kaynak eserler arasında göstermiştir.

Bu durumu okuyup anlayan müellifimiz Mehmed Tevfik Efendi hakîkatlerin ortaya çıkması için Levâyihu’l-Kudsiyye’yi kaleme aldığını söylemektedir.

Birinci mukaddimede, evliyâ-yı kirâm, nebîlerin vârisleri olduğu için ba- zen istiğrâk bazen ızdırar halinde âriflerin kalplerini bilgilendirmek veya imti- han etmek için müteşabih sözler söylerler. Cenâb-ı Hak ve Rasûl-i Ekrem’den başkasının müteşabih söz söylemesi caiz değildir, denilirse; öncelikle bilinme- lidir ki naslarda ümmetin bu tür sözler söylemesinin yasaklandığına dair bir emir gelmemiştir. Hatta âlimler, nebiyy-i mürselinin ilmen vârisleri olduğu için bu bir izin anlamına da gelmektedir. Müteşâbih sözler için özel bir sınırlama da yoktur. Nitekim bu sözler için İmam Gazâlî; “Onlar Kur’an’da ve sünnetteki müteşâbihlere benzemektedir” demiştir.

Mutasavvıflar, fiil, sıfât ve zât tecellisine mazhar olmak üzere üç gruptur. Hangi sınıfta, hangi mertebede olursa olsun her mutasavvıf bulunduğu merte- bede bâtıl mezheplerin sözlerine benzer sözler söyler. Meselâ onlardan tecellî-i ef’âl mertebesinde Cebriye, tecellî-i sıfât mertebesinde Hulûliyye, tecellî-i zât mertebesinde İttihâdiyye mezhebi mensuplarının sözlerine benzer sözler çıkar. Bu tür sözlerin bâtıl veya hak olup olmadığını anlayabilmek için sahibinin şer’î/dînî ameline, ibâdet hayatına bakmak lâzımdır. Şayet o kimse şerîate ve sünnete yapışan bir kimse ise sûfilerin büyüklerindendir. Ağzından çıkan sözler de mukaddes kelimelerdir. Şayet hali şerîat ve sünnete uymayan bir kimse ise sapık mezhep mensubudur. Söyledikleri de insanları saptıran vehimlerden

ibarettir.

Müteşabih âyet ve hadisleri her bilginin anlayamadığı ancak dinde derinlik sahibi (râsih) âlimlerin anladığı gibi, evliyâdan rivâyet edilen müteşabih sözleri de ancak derinlik sahibi veliler anlayabilir. Şayet Müteşabih söz söylemek doğru bir şey ise insanlardan niçin gizleniyor, şeklinde bir soru sorulacak olursa, aynı soru müteşabih âyet ve hadisler için de geçerli olmalıdır. Buna ve- rilecek cevap onlar için de aynıdır. Yani âyet ve hadislerdeki müteşabihlik râsih/derinlik sahibi âlimlerin kalplerini sınamak için ise şeyhlerin müteşâbih sözleri de âriflerin kalplerini imtihan içindir. Yine hiç kimse kendisinin ne ol- duğunu söylemez, mülhid mi zındık mı olduğu da ancak sözünden anlaşılır, denecek olursa bu doğru bir sözdür. Ancak o sözleri iyi araştırmak, neyi kastet- tiğini anlamaya çalışmak lâzımdır. Bazı cahil kimselerin velilerin sözlerini an- lamadan, anlamaya çalışmadan iftiraya, tekfire yeltenmeleri de edepsizlikleri- nin bir neticesidir.4

Diğer taraftan bir şeyhten rivâyet edilen sözün ondan çıktığı kesinleşme- dikçe kâfir olduğunu söylemek doğru değildir. Çünkü bazı hasetçi ve mülhidlerin kendi sözlerini o şeyhe isnad etme ihtimali vardır.

Bir kelimenin bir lügat bir de örfte kullanılan manası vardır. Mutasavvıflar da kendi aralarında kullandıkları kelimeleri lügat manasıyla değil, özel bir ıstı- lahta kullanmaktadırlar. Mesela kelime anlamı “duâ” olan “salât” lafzını, bir şahıs “cünüb olan adamın salâtı caiz ve sahihtir” şeklinde kullansa, onun hangi anlamı kast ettiğine bakılmalıdır. Şayet bu cümleyi herkes tarafından bilinen “namaz” anlamında söylemişse bu adamın küfrüne hükmedilir. Ancak salâtı sözlükteki “duâ” anlamında kullanmışsa sözü doğrudur, bundan dolayı da katiyen tekfir edilemez.

Türkçe risâlenin sonuna muarızların Mevlânâ Celâleddin Rûmî’ye de iftira ettiklerini söyleyerek eserinden iktibasta bulunmaktadır. Farsça ve Arapça olan bu iktibaslara göre güyâ Mevlânâ Celâleddin, Şems-i Tebrizîyi kendisine ilâh edinmiştir. Halbuki buraya alınan yarı anlaşılır yarı

anlaşılmaz tarzda, açıkça şirk ve küfrü çağrıştıran metnin bırakın Mevlânâ’ya ait olması, rivâyette bulunan şahsın kaynak olarak Taftazânî’yi göstermesi de doğru değildir. Çünkü Mevlânâ’nın eserlerinde bu tür şeyler bulunmamaktadır. Yine Mehmed Tevfik Efendi’ye göre, Mevlânâ’ya izâfe edilen metnin hikmet değil; saçma sapan cümleler olduğu, çocukların bile ondaki ilhad ve şirk kokusunu alacağı aşikârdır.

Dipnotlar:

1 Bk. Mehmed Şemseddin, Yâdigâr-ı Şemsî, haz.: K. Atlansoy, M. Kara, Bursa 1997, ss. 591-592.

2 Azizüddin Nesefî de sıradan insanların günlük hayatlarını idame ettireceği konularla ilgilenmeleri üzerinde durarak emr-i bi’l-ma’ruf’un içeriğinin hakîkat ilimleriyle ilgili olmadığına dikkatleri çekmektedir. O’na göre Peygamber’in sözlerini kabul eden herkes şerîat ehlinden, Peygamber’in yaptığını yapan herkes tarîkat ehlinden, Peygamber’in gördüğünü gören herkes de hakîkat ehlinden olur. Bu durumda değerler alanı iyi söz, iyi hareket, iyi ahlâk ve bilgi üzerine gelişmektedir. Herkesin sorumlu olduğu alan birinci sırada gelen alandır. Ancak her üç özelliğe sahip olabilen kimseler kâmil olmuş olup yaratılmışlara önder olabilirler. Azizüddin Nesefî, Tasavvufta İnsan Meselesi: İnsan-ı Kâmil, çev.: Mehmet Kanar, İstanbul 1990, s. 15, 16, 32.

3 Aynı konuya Futuhât-ı Mekkiye’nin baş tarafında dikkatleri çeken İbnü’l-Arabî’de söz konusu yorumlamaların herkesi bağlayan yükümlülükler değil, insanların gönüllü ve iyi niyetle yerine getirdiği davranışlar kapsamında değerlendirir. Çünkü tasavvufun derûnî yönü esasta gönüllü davranışlarla Allah’a yaklaşmaktan ibarettir. O, kişiyi Allah’a daha fazla yaklaştıracağına inandığı tasavvufî uygulamaları değerlendirirken ruhbanlık kavramı üzerinde durur. Bunu yaparken de öncelikle dini Allah’ın katında din ve insanların katında din diye ikiye ayırır. Birincisi, Tanrı’nın peygamber vasıtasıyla bildirdiği vahiy dinidir. İkincisi ise, insanların toplumsal ve manevî ihtiyaçları için bizzat kendilerinin ortaya koyduğu hikemî kanunlardır. Tasavvuf veya hakikat ilmi bütün müminlerin sahip olduğu bilgiye değil, özel bir çaba gösteren belirli bir grubun bilgilerine ve inançlarına işaret eder. İbnü’l-Arabî ikinci kısımla ilgili görüşlerinden hareketle tasavvuf ve Müslümanların hayatındaki tezahürleri için genel bir meşrûiyet çerçevesi çıkartır. Ekrem Demirli, Sadreddin Konevî’de Bilgi ve Varlık, İstanbul 2005, s.32-33; İbnü’l-Arabî, bu taksimi Fusûsu’l-Hikem’in Yakub Fassı’nda ele alır. İbnü’l-Arabî, Fütuhâtü’l-Mekkiyye, c. 1, s.35.

4 Aslında İbnül-Arabînin kendi nazariyesinde muhkem-müteşabih ayırımı yoktur. Ona göre âlemde hakîkî varlık tektir o da Vâcibül-vücûdtur. Yiyen, içen, gezen, gören, düşünen, bilen ve konuşan hep onun tecellîsi, şehâdet âleminde zuhûra gelmiş şeklidir. Öyleyse zatta tevhîd olduğu gibi sıfat ve fiillerde de tevhid olmalıdır. Şâri’ ne dediyse odur. Dediği tektir ve gerçeğin ifadesidir. Kelimeleri de kendisi gibi zâhirdir. Onların gizli kapaklı bir tarafı yoktur. Tevfik Efendinin Kuran âyetleri ve sûfî sözleri arasında böyle bir benzetme yapması vahdet-i vücûdun genel izah tarzından ayrılmaktadır. Ancak o savunmasında, aynı zamanda bir hukukçu ve müderris olarak İslâmî ilimlerde izlenen genel yolu tutmuş, izah tarzını herkesin anlayacağı bir yöntem üzerine bina etmiştir.

Hür Mahmut Yücer in 4 -2008_BİR İBN ARABÎ MÜDAFAASI ''ÇERKEŞÎZÂDE MEHMED TEVFÎK EFENDİ VE LEVÂYİHU’L-KUDSİYYE FÎ FEDÂİLİ’Ş- ŞEYHİ’L-EKBER ADLI ESERİ'' isimli Makalesinden Özetlenmiştir.

...
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort