Hit (629) Y-1678

M. Fuat Köprülü

Künyesi : Lakabı :
Tabakası : 20.Yüzyıl E-Posta :
D.Yeri : İstanbul D.Tarihi : 1890
Ö.Yeri : İstanbul Ö.Tarihi : 28.Haz.66
Görevi : Akademisyen,Bakan,Dekan,Edebiyatçı,Milletvekili,Öğretim Üyesi,Öğretmen,Siyasetçi,Şair Uzm.Alanı : Edebiyat,Şiir,Tarih,Türkoloji
Görev Aldığı Kurumlar : Mezuniyet :
Bildiği Diller : Arabça, Fransızca, İngilizce, Osmanlıca Mezhebi : İtikad : , Amel : , Ahlak :
Ekleyen : Serkan Boztilki/2008-02-07 Güncelleyen : /0000-00-00

M. Fuat Köprülü
Babası, ünlü vezir ailesi Köprülüler'den, Beyoğlu İkinci Ceza Başkâtibi İsmail Faiz Bey; annesi, İslimiydi ulemadan Arif Hikmet Efendi'nin kızı Hatice Hanım'dır.
Ayasofya Merkez Rüştiyesi (ortaokul) ve Mercan İdadisinden (lise) sonra Hukuk Fakültesine devam etti (1907-09), bitirmedi.
Bu yıllarda özel Fransızca dersleri aldı.
Felsefe ve tarihle yakından ilgilendi ve Batı'nın fikir ve edebiyat hayatı üzerine yazılar yazdı.
1910'dan sonra İstanbul liselerinde Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yaptı.
Henüz yirmi üç yaşında iken (1913) İstanbul Darülfünun (Üniversitesi) Türk Edebiyat Tarihi profesörlüğüne atandı.
Üniversite reformundan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi (1923) dekanı oldu. 1924'te Maarif Vekâleti Müsteşarlığına atandı.
Ayrıca Sanayii Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi),
Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi ile Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde tarih hocalığı yaptı.
Türkiyat Enstitüsünü ve Türkiyat dergisini (1924) kurdu.
Fuat Köprülü, 1925'te Sovyet Bilimler Akademisi üyeliğine,
1926'da Körösi Csoma Macar Bilim Cemiyeti haberleşme üyeliğine seçildi.
Türk Tarih Encümeni Başkanlığına (1927) getirildi.
Aynı yıl Heidelberg üniversitesi tarafından kendisine fahri felsefe doktorluğu unvanı verildi. 1933'te ordinaryüs profesör oldu.
1935'te Kars Milletvekili seçildikten sonra da İstanbul Edebiyat ve Ankara Dil ve Tarih Coğrafya fakültelerinde hocalığa devam etti.
1937'de kendisine Atina ve 1938'de Sorbonne üniversiteleri tarafından fahri doktorluk unvanları verildi.
Emekliye ayrıldıktan (1943) sonra Demokrat Partinin kurucuları arasında (1946) yer aldı ve Demokrat Parti (DP) hükümetlerinde Dışişleri (1950) ve Devlet (1956) bakanlıkları görevlerinde bulundu.
1959'da Amerikan Tarih Cemiyetinin şeref üyeliğine seçildi.
1957 seçimlerinden sonra istifa ettiği DP'yi 27 Mayıs'tan sonra Yeni Demokrat Parti (1961) adıyla kurmasına izin verildiyse de ilgi görmeyince parti amblemini Adalet Partisine (AP) devrederek politikadan çekildi.
27 Mayıs 1960 ihtilalinde kısa bir süre tutuklandı.
1964'te Macar Bilimler Akademisi şeref üyeliğine ve yine aynı yıl Londra'da School of Oriental and African Studies haberleşme üyeliğine seçildi.
İstanbul'da Balta Limanı Kemik Hastanesinde vefat etti.
Sultan Mahmud Türbesi karşısındaki Köprülü Mezarlığında toprağa verildi.
Fuat Köprülü, Fecr-i Ati şairleri arasında yer alarak 1908'den itibaren Mehasin ve Servet i Fünûn, daha sonra Ziya Gökalp çıkardığı Yeni Mecmua'da (1917–18) gürler ve günün edebî konuları üzerine yazılar yayımladı.
Ancak asıl ününü Türkoloji araştırmalarıyla yaptı.
Akşam, Azerbaycan Yurt Bilgisi, Bilgi Mecmuası, Büyük Mecmua, Dergâh, Halka Doğru, Hayat, İkdam, Millî Tetebbular Mecmuası, Servet-i Fünun, Son Saat, Tanin, Tasvir-i Efkâr, Türk Yurdu, Türkiyat Mecmuası, Vatan, Yeni Mecmua gibi dergiler yazılarının yayımlandığı başlıca yayın organlarıdır.
1924'te Türkiyat Enstitüsünü kurdu.
Çıkardığı Millî Tetebbular Mecmuası (1915) ve Türkiyat Mecmuası
(1924) ile Türk Hukuk iv iktisat Tarihi Mecmuası (1931–39) ile Halkevlerinin Ülkü (1936–41) dergilerini yönetti.
Ahmed Fakih. Şayyad İlanıza, Dehhani gibi, daha önce hakkında bilgi sahibi olunmayan, şair ve yazarları bilim ve edebiyat dünyasına tanıttı.
Milli Edebiyat akımına katılarak bu topluluk içerisinde önemli hizmetlerde bulundu.
Ziya Gökalp'ın Türk milliyetçiliğinin felsefi temellerini kurmak istemesine paralel olarak, milli edebiyatın anlayışının sanatsal özelliklerini oluşturacak yazılar yazdı.
1908–12 yılları arasında Türk Derneği. Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Ocağı gibi kuruluşlarda üye olarak bulundu.
Alanında uzman kabul edilerek yurtiçinde ve yurtdışında birçok bilimsel kurulusun üyeleri arasına alındı ve bu kuruluşların toplantılarına katıldı.
1923'ten itibaren Paris, Bakû, Oxford, Harkov ve Londra'da düzenlenen çeşitli kongrelerde Türkiye temsilcisi olarak bulundu.
Türk edebiyatını klâsik tezkirecilik anlayışından ve naif denilebilecek incelemelerin konusu olmaktan çıkardı.
Edebiyat incelemesine modern ve bilimsel metotlar kazandırarak, genç yaşta kendisini fikir ve sanat çevrelerine kabul ettirdi.
Edebiyat tarihi alanında uluslararası bir üne sahip oldu.
Türk Edebiyatı Tarihinde Usul adlı incelemesiyle Batılı anlamda edebiyat tarihçiliğinin temellerini atmış oldu.
Köprülü, aynı zamanda Türk tarihi, modern hukuk ve iktisat tarihinin de kurucusu sayılır.
Köprülü'nün şairliği, diğer alanlardaki çalışmalarına göre pek başarılı bulunmadı.
Gençlik dönemlerinde yazdığı ve bireysel özellikler taşıyan şiirlerinin bu havası, Millî Edebiyat topluluğuna katıldıktan sonra kayboldu. Şiirlerini kitap halinde toplamadı. Çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan yazıları ve kitapları ile Türk edebiyatına 1500'ü aşkın makale ve çok sayıda kitap kazandırdı.
Bazı kitap boyutunda MAKALELERİNİN TAM LİSTESİ TDV İslâm Ansiklopedisi'ndeki ilgili maddede verilmiştir.
Tarih sahasındaki çalışmalarında takip ettiği ilmî metotlarla ve bu tür eserlerde mutlaka gerekli olan hadiselere objektif bakış tarzıyla, ciddiyeti ve titizliğiyle, güçlü sentez kabiliyetiyle, içteki ve dıştaki hadiselere getirdiği yorumlarla ekol oluşturmuş bir bilim adamıdır.'' (Şerif Aktaş)
"O, bir kitabı eline aldıktan kısa bir süre sonra, bunun bir kompilasyon mahsûlü mü yoksa orijinal bir araştırma mı olduğunu kolayca anlar ve elindeki kitap ve makale bu değerlendirmeye göre muamele görürdü. Meşgul olduğu konuların bibliyografik bilgisine çok sağlam şekilde hakimdi. Talebelerine ve bütün araştırmacılara da, herhangi bir konuda evvelce yapılmış çalışmaların ne olduğunun bilinmesinin ilk şart olduğunu bıkmadan, usanmadan tekrarlardı. Meşgul bulunduğu konularla çok uzaktan alâkası olan kitap ve makaleleri, Avrupa, İran ve Mısır'dan getirttiği katalogları inceleyerek gayet dikkatli bir şekilde, kılı kırk yararcasına gözden geçirir, kenarda, köşede unutulmuş bir şeyin kalmamasına çok dikkat ederdi. Okumaya değer bulduğu bir kitabı incelerken, küçük kağıtlara yüzlerce not alır, dinlenme zamanlarında bu notları gerekli dosyalarına ve bu dosyaların içindeki irili ufaklı zarflara muntazam bir şekilde yerleştirirdi. Değişik devrelere ait Farsça yazma ve basma divanları, çeşitli bakımlardan çok dikkatle tarar, eğer not almaya vakti yoksa, önemli gördüğü hususları okuduğu kitabın iç kabına kurşun kalemle yazar, daha sonra vakit buldukça işaretli sayfadaki bilgiyi, bir veya azami iki satırla küçük kağıtlara geçirir, bunu yaptıktan sonra da kitabın kabındaki yazının yanına bir çarpı işareti koyardı. Hangi kitabı gözden geçirirse geçirsin yalnız betti konular hakkında değil, değişik konular veya mes'eleler hakkında da not almaktan geri kalmazdı." (Orhan F. Köprülü)
"Köprülü'nün şahsına münhasır bu saha genişliği ve çok yönlülük, Türkoloji ilminin gelişmesine hız kazandıracak bir değer ve hizmeti de beraberinde getirmiş, orijinal araştırmalarının sunduğu yeni meseleler ve bilgiler Türkoloji'ye yeni ufuklar açmıştır. Çalışmalarım dar bir ihtisas sahası içinde hapsetmeyip konuları Türk ve orta zaman İslâm tarihinin umumi kadrosu içinde ele alması Köprülü'ye geniş bir görüş ve kavrayış imkânı sağlamıştır. Meselâ Osmanlı Devleti'nin kuruluşu meselesini dar bir mecradan çıkarıp çözüm yolunda çok ileri bir seviyeye ulaştırmış olmasında yukarıda tablosu verilen araştırma dallarındaki çalışmalarının topluca ve ehemmiyetli ölçüde hissesi vardır." (Ömer Faruk Akün)

ESERLERİ:

  • Kıraat-ı Edebiyye (1904),
  • Hayat-ı Fikriyye (bazı yabancı yazar ve fikir adamları hakkında, 1909),
  • Malumat-ı Edebiyye (Sahabettin Süleyman ile, 1915),
  • Yeni Osmanlı Tarihi Edebiyatı (Ş. Süleyman ile, 1916),
  • Turan'ın Kitabı (1916-17),
  • Türk Dilinin Sarf ve Nahvi (1917),
  • Mektep Şiirleri (3 cilt, 1918),
  • Tevfik Fikret ve Ahlâkı (1918),
  • Nasrettin Hoca (50 manzum hikâye, Nasreddin Hoca'nın hayatı ve fıkraları hakkında yazı ile, 1918; Dr. Ata Çaükkaş tarafından Manzum Nasreddin Hoca Fıkraları adıyla yeni harflerle, 1980),
  • Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (Hoca Ahmed Yesevî ile Yunus Emre'nin şiirleri arasındaki bağlar belirtilerek, 1919, 1976; 1981 'deki 4. basımı öncekinin tıpkı basımıdır),
  • Türk Edebiyatı Tarihi I (1920),
  • Milli Tarih (1921),
  • Türkiye Tarihi I (1923),
  • Külliyat-ı Fuzuli (1924),
  • Türk Tarih-i Dinîsi (1925),
  • Azeri Edebiyatına Ait İlk Tetkikler (1926),
  • Millî Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri ve Divan-ı Türkî-i Basit (1928),
  • Onyedinci Asır Saz Şairlerinden Cevheri (1929),
  • XIX. Asır Saz Şairlerinden Erzurumlu Emrah (1929),
  • XVI. Asır Sonuna Kadar Türk Saz Şâirleri (1930),
  • Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikâyesi (1930),
  • Türk Tarihinin Ana Hatları (1931),
  • Divan Edebiyatı Antolojisi (1932–34),
  • Anadolu’da Türk Dili ve Edebiyatımn Tekâmülüne Bir Bakış (1934),
  • Eski Şairlerimiz-Divan Edebiyatı Antolojisi (1932–34),
  • Fuzuli (1934),
  • Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar (1934),
  • Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi 1 (1935),
  • Les Origines de L'Bmpire Ottoman (Paris, 1935),
  • Yıldırım Beyazıt'ın Esareti ve İntiharı Hakkında (1937),
  • Orta Zaman Türk Hukuki Müesseseleri (1937–38),
  • Vakıf Müessesesi ve Vakıf Vesikalarının Tarihi Ehemmiyeti (1938),
  • Türk Şairleri, İndeksler ve Sözlükler (1939),
  • Âşık Denli (1940),
  • Âşık Ömer (1940),
  • Karacaoğlan (1940),
  • İslâm Medeniyeti Tarihi (Barthold'dan, çeviri, 1940),
  • Altınordu'ya Ait Yeni Araştırmalar (1941),
  • Ortazaman Türk-İslâm Feodalizmi (1941),
  • Ali Şir Nevâi (1941),
  • Yeni Farisî'de Türk Unsurları (1942),
  • XIII. Asırda Maraga Rasathanesi Hakkında Bazı Notlar (1942),
  • Uran Kabilesi (1943),
  • Osmanlı imparatorluğu Etnik Menşei, Meseleleri (1943),
  • Kayı Kabilesi Hakkında Yeni Notlar (1944),
  • Osmanlı Devletinin Kuruluşu (1959),
  • Türk Saz Şairim Antolojisi (5 cilt, ilk dört cilt 1940, 5. Cilt 1962-64),
  • Demokrasi Yolunda (1964),
  • Edebiyat Araştırmaları (1966),
  • Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri (2002).

FUAD KÖPRÜLÜ
NİHAD SAMİ BANARLI

Köprülü, kendi zamanına kadar, eksik, dağınık ve ancak biyografik bilgiler hâlinde kalmış Türk edebiyatı târihini, ilk defa başlangıçtan zamanımıza kadar, bir bütün hâlinde tedkik ve terkîb etmiştir. Bu tedkik, edebiyat târihimizi, yeryüzünde Türk vatanı olmuş bütün coğrafyalardaki hayâtı ve eserleriyle (aralarındaki münâsebetleri de gözeterek) inceleyen tam mânâsıyle büyük ve terkibi bir çalışmadır. Fuad Bey, Edebiyat târihini, büyük medeniyet ve içtimaiyat târihinin esaslı bir şubesi bilir. Bunun için de eserlerinde yalnız edebiyatın değil, târihin, sosyolojinin, hukukun, iktisadiyâtın ve sosyal psikolojinin problemleri çözülür.
Köprülü, târihte ve edebiyat târihinde mes'ele vaz'etmek, sonra, bu mes'eleleri deliller, vesikalar, isbatlar göstererek çözmek yoluyla çalışmıştır.
Tanınmış Fransız edebiyat tarihçisi Gustave Lanson'un Edebiyat Târihinde Usul eseri, nasıl. Batı edebiyatı araştırmalarına ışık tutmuş bir eserse, Köprülü'nün daha 1913 de Bilgi Mecmuasında neşrettiği Türk Edebiyatı Târihinde Usul adlı eseri de edebiyatımızda yeni edebiyat tarihçiliğinin böyle bir ışık ve metodla başlayacağını müjdelemiştir. Köprülü çok iyi vaz'ettiği bu metodu şahsî görüş ve tecrübeleriyle bütünleyerek çalışmış ve ilim yolundaki zaferine böyle bir metodla ulaşmıştır.
Fuad Köprülü, ilmî zekâ diyebileceğimiz bir seziş ve kavrayış melekesinin zirvelerinde bulunuyordu. Bâzı mevzularda ya vesikasızlık içinde kalarak ya da kısır, kıt ve şaşırtıcı vesikalara bakarak bu melekesiyle düşündüğü ihtimaller, yıllarca sonra o mevzuu aydınlatacak vesikalar meydana çıkınca, nakzedilmemiş gerçekleşmiştir.
Köprülü, Türk kültür ve edebiyat târihinin, aydınlari-mızca bilinmeyen birçok karanlıkta kalmış taraflarını, gün ışığına kavuşturan âlimdir. Meselâ onun, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar kitabının intişârına kadar, Türk edebiyatı Yûnus Emre'yi doğru dürüst tanımazdı. Ahmed Yesevî, sâdece eski evliya menâkıbnâmelerinin bahsettiği, eski ve unutulmuş bir Asya evliyâsıydı. Ahmed Yesevî'nin, Yûnus Emre'nin ve daha birçok benzerlerinin edebiyâtumzda bir güneş gibi ışıldamaları, Fuad Köprülü'nün bu eseriyle mümkün olmuştur.:
«Tanzimat'tan beri edebiyat târihimiz hakkında yazılan ufak tefek şeyler arasında, halk mutasavvıflarının mevcudiyetini bildiren bir satır bile bulunamaz. Halbuki millî ruhu göstermek itibariyle çok kıymetli olan ve eski halk edebiyâ-tıyle sıkı münâsebetleri bulunan bu tasavvuf edebiyatının uzun bir tarihçesi vardır: Türkler, başkaları gibi kılıç kuvvetiyle değil sırf kendi arzûlarıyle kabul ettikleri islâmiyeti az zamanda benimsediler: Türk edebiyatının islâmî şekilde ilk inkişâfı dînî bir mâhiyette oldu. Birçok Türk dervişleri, yeni dîni ve târikatlerini yaymak aşkıyle göçebe Türkler arasına geliyorlar ve yeni mefkureyi onların anlayacakları bir lisanla ve zevk alabilecekleri bedîî bir şekilde yaymaya
çalışıyorlardı.» diyen Fuad Köprülü, işte bu işi yapanların en büyüklerinden olan Ahmed Yesevî ile Yûnus Emre'yi, bütün etraflanyle birlikte, bu eserinde, edebiyat dünyâmıza tanıtıverdi. Bundan sonra Yûnus Emre için yapılan çeşitli ihtifaller, hakkında yazılan kitaplar ve antolojiler hep bu başlangıcın bir devamıdır.
Yine meselâ, Anadolu'da Türk Divan edebiyatının ilk büyük şâiri Hoca Dehhânî'yi edebiyat âlemimize ilk defa Köprülü tanıtmıştır, ve bu misaller bundan ibaret değildir, daha pek çoktur.
Şu demek ki Fuad Köprülü, edebiyat tarihçiliğimize büyük bir terkİbcilik getirmekle kalmamış, bu terkibin onun araştırmalarına kadar bilinmeyen sayısız cüzlerini de gömülü bulunduğu karanlıklardan yine kendisi çıkarmıştır.
Bunun içindir ki Köprülü'nün büyük hizmetini çok iyi anlayan kadirbilir Avrupalı âlimler ve teşekküller, bu büyük Türk âlimi için ilmî rütbeler, mükâfatlar hazırlayıp hakkında geniş takdir yazıları yazmışlardır.
Avrupalı âlimlerin görüşleriyle Fuad Köprülü mevzulu bir başka yazımda bu görüşleri belirteceğim. Buraya, şimdilik onlardan birkaç cümle alıyorum:
«İstanbul'da fevkalâde temeyyüz etmiş âlim ve eserleriyle eski Türk edebiyatım ve kültür târihini yeni ve sağlam esaslara istinâd ettiren ve Türkiye'de Şarkiyat araştırmalarının yorulmak bilmez kurucusu Köprülüzâde Mehraed Fuad Bey'e Felsefe Fakültesi, doktorluk payesini fahrî olarak vermiştir.» (9 Temmuz 1927, Heidelberg Üniversitesi doktorluk diploması.)
«Milletinin parlak bir timsâli olan bu adam, Şark zihniyetinin bağlarından kurtularak, fakat kuvvetli kültürlerle dolu bir kuvvet kaynağı olan milliyeti terk etmeksizin yeni ve hür Avrupai zihniyete kavuşmak vazifesini kendi kudretiyle ve tamamen halletmiş bir adamdır.» (Paul Wittek, Bürüksel Üniversitesi Türkoloji profesörü)
«Hem şâir, hem cemâatçi muharrir hem de âlim olan Köprülüzâde, her zaman ve her yerde vatanını seven ve ona îmân eden bir insan sıfatıyle çalışmaktadır.» (Prof. Gorde-levskiy, Rus âlimi.)
Evet, aziz hocam Fuad Köprülü, her zaman ve her yerde vatanını seven ve ona îmân eden bir büyük insan olarak çalıştı. Onun politika hayâtına atılışı da ileride belirteceğim gibi, aynı sevginin ve aynı îmânın bir tezahürüydü.
Fakat biz, kıymet bilmiyoruz ki...
Nitekim, 76 yıllık bir hayat boyu, hummalı bir çalışma ile meydana getirilmiş ve burada sayılamıyacak kadar çok ve çok Kıymetli ilmi eserlerin yazan, büyük âlim Fuad Köprülü de içinde bulunduğumuz politik hayâtın âcı sarsıntıları arasında, söylemeye mecburum ki, aramızdan bir çok Üzgün, birçok da kırgın ayrıldı.
{Kitaplar ve Portreler, 1985)
MEH MED FUAT KÖPRÜLÜ HAYAT ve EDEBİYAT
Hayatın en büyük esası samimîliktir. Bu itibarla, bayat ile rabıtası olan edebiyat, mutlaka samimî bir edebiyattır denilebilir. Hayatı en gizli, en karışık köşelerine kadar göstermeyen, ruhumuzun hamlelerini anlatmayan, duygularımızı tıpkı hayatta olduğu gibi saf ve derin bir surette duyurmayan, elemlerimizi, felâketlerimizi, ahlâkî yaralarımızı açık açık aksettirmeyen bir edebiyat, hayat ile rabıtasız ve sahte bir edebiyattır. Öyle bir edebiyat, kelimeleri dizip, onlar üzerinde işlemek hususunda belki pek mahir kuyumcular çıkabilir: belki onlar çok süslü, çok göze çarpacak şeyler yapabilirler; fakat ne kadar yazık ki bütün bu sahte mahsuller muntazam kış bahçelerinde yetişen iri yapraklı, parlak renkli çiçeklere benzen Uzaklığından dolayı bize çok cazibeli, çok harikulade görünen o meçhul sıcak iklimlerin bu göz kamaştıran mahsulleri nasıl açık bir havaya sert bir rüzgâra dayanamazsa, hayat ile alâkası olmayan böyle bir edebiyat da zamanın nihayetsiz kasırgaları önünde süprülüp gitmeye, yahut limonluğun dar, sahte havası içinde yaşamaya mahkûmdur... Halbuki bedii his, hislerimizin en ilâhi ve en derunîsi yani en samimîsidir: Akşam rüzgârı ile inleyen bir çam ormanın karanlık hışıltıları ne kadar tabiî ise, ruhun güzellik karşısında duyduğu hisler de hayamı en derin ve anlaşılmaz köşelerinden birden bire fırlayıp çıktığı için, her şeyden çok samimîdir. İşte bunun gibi cemiyetler, milletler için de "güzel" ve "iyi" telâkkilerden daha "millî" hiçbir şey yoktur. Bir cemiyeti başkalarından ayırmak isterseniz onun din ve ahlâk hakkındaki, güzellik hakkındaki samimî duygularını arayınız. Çünkü bunlar doğrudan doğruya ruhundan koptuğu için hayatının en samimî cihetleridir.
Bizim daha islâmiyet dâiresine girmeden evvelki edebiyatımız, musikimiz, iptidaî olmakla beraber cemiyetin sinesinden kopan ve bundan dolayı işitildiği zaman göğüsleri heyecanla kabartabilen basit bir dağ edebiyatı, bir yayla havası idi. Yiğitlik hâtıraları bütün halkın ruhunda yaşayan eski kahramanların destanları okundukça, altın direkli dağındaki hakandan kısrak sütü sağan kadınlara kadar bütün Türkeli ruhlarında aynı dalganın kabardığım duyarlardı. Dağdan dağa orman perileri gibi keskin ıslıklarla seslenen beyaz gocuklu çobanların kamış düdüklerle çaldıkları o havalar, "Tekin: Prens"lerin Hint ve İran eşyasıyla süs portrelerinde de aynı tesiri yapardı. Yani o zamanki edebiyat bütün ruhları bir noktaya toplayabilen, hepsine aynı heyecanı veren, onlara müşterek bir zevk hayatı yaşatan sağlam bir edebiyattı. Kır çiçekleri kadar basit, dağ havalan kadar vahşi olmakla beraber, doğrudan doğruya "Türkelinin ruhundan kopan saf, samimî bir edebiyat... Bunda bitip tükenmez belagat, kaideli, muayyen ve mazbut şekiller çok kullanılmaktan anık kalıp haline gelmiş istiareler, dimağın, uzun uzun düşünerek bulduğu işitilmemiş teşbihler, yoktu; "ozan" denilen halk şairleri onlardan numuneler saklayan,
kitaplı, kütüphanen" adamlar değildi. Bozkırlann kül rengi gökleri altında, esen rüzgârlardan bir ses, akan sulardan bir ahenk, dağ çiçeklerinden renk ve koku alan bu iptidaî sanatkârlar, belki, sırtında koştukları kısraklardan daha başı boş, daha kendi temayüllerine tâbi yaşıyorlardı. Sanatın bütün unsurlannı, lisanını, veznini, mevzulannı dâima halktan aldığından dolayı, "ozan"ın basit ezgileri Türkeli'nin nihayetsiz ovalarında, karlı dağlann tepelerinde, karanlık ormanların pınarlannda yıllarca yaşadı ve hâlâ da yaşıyor göğsünden kopan seslere dâima kayıtsız kalan halk, kendi ruhunun nağmelerini pek iyi bildiği için onu duyar duymaz derhal yüreği kabanr ve açık kalbinin bütün safvet ve samimiyeti ile o nağmelerin geldiği tarafa koşar. Estetikçilerin uzun tahlillerle pek müşkül bulabilecekleri bir hakikati, halk çok defa, fitrî bir aşinalıkla derhal duyabilmiştir!
İran numunelerini taklit ederek saraylarda ve medreselerde vücûda getirdiğimiz eski edebiyat, gazel ve kaside edebiyatı, bu ilk devirlerin tamamen zıddı sayılabilecek bir mahiyeti hâizdir. Bozkırlann, dağlann vahşi ve yapmacıksız seslerini kaval ve kopuzla inleten edebiyat, nasıl doğrudan doğruya milletin hayatından doğmuşsa, bu gazel ve kaside edebiyatı da o kadar halk hayatından uzaktır. Bir defa lisan halkın lisanından bambaşka olduğu gibi, vezin ve mevzu halk ile hiç temas etmeyecek kadar ayndır. Zevklerini medrese ve saraylarda Acem şairlerinin divanları ile terbiye eden eski şâirlerimiz halktan her suretle aynlmayı kendilerine büyük bir şeref biliyorlardı. Halkın söylediği bir lisan ve ahengini anladığı bir vezinle yazı yazmak, onlar için barbarlıktan başka bir şey sayılmazdı. İşte "halkı sürünen hayvanlara benzettikleri için" eski şâirler mütemadiyen hayattan uzaklaştılar; milletin ruhundan kopan sesleri duymamak maksadı ile kulaklarını tıkadılar; dışandaki âlemi görmemek için gözlerini kapadılar; nihayet, kör, sağır bir halde, eski Acem divanlannda gördükleri yapmacıklı, sahte âlemi kendi hakikî muhitleri addederek onun gülleri, bülbülleri, akarsuları, pervaneleri arasında kayıtsız terennümlere daldılar. Gazelleri, sarkılan, sâkinâmeleri, terkip ve terci-i bendleri ile, bütün eski edebiyatımız kökü havada Tuba ağacına benzer. Şâirler, içinde yaşadıklan muhit ve mensup oldukları milletle o kadar az alâkalıdırlar ki, divanları dolduran ince ve yapmacıklı binlerce beyit arasında uzun uzun araştırdıktan sonra belki mahallî bir renge, millî bir hususiyete tesadüf olunabilir. Çünkü onlar "hayat'' deyince etraflarındaki âlemi değil, Acem divanlannda ve kendi kafalarında yaşayan muhayyel bir kainatı görüyorlar, onun seslerini terennüm ediyorlardır. İlk Iran üstadlarının renkli fırçalan ile bu âlemi anlatmak o kadar müşkül sayılamaz elimizdeki binlerce divanın her sahifesinde bunu görmek ve göstermek mümkündür... (...)
Yüksek ve hakikî sanat asıl ona derler ki hayatı bütün genişliği ve bütün samimîliğiyle okuyucuya duyurabilsin. Ancak yapmacığın bittiği yerde sanatın, başlayabileceğini, nedense, hala anlayamadık!
(Tevhid-i Efkâr. 18 Mart 1922)
FUAT KÖPRÜLÜ
Halit Fahri Ozansoy

Fuat Köprülü, sonradan hece veznine geçince de(yeni mecmua) gibi dergilerdeki bir takım şiirlerinde Rıza Tevfik'in havas'ından da kurtulamamıştır. Şu beyitte Rıza Tevfik'in sesini bulmaz mısınız?
Tuna boylarına sıra serviler Tanyeli estikçe sessiz ağlarmış.
Fuat Köprülü'nün bu.şiir krizi geçtikten sonra Türk edebiyatına olumlu tek hizmeti Türk edebiyatı profesörü ve tarihçisi olmasıdır; Bunda da İslamiyet'ten evvelki Türk edebiyatı tetkiklerinde Ziya Gökaip'in açtığı kapıdan istifade ettiği inkâr olunamaz. Bu arada (Türk saz şairleri) isimli ancak ikinci ve üçüncü ciltleri yayınlanan çok faydalı bir eser vardır. Fakat ne yazık ki, 1940 dan beri bu değerli eserin birinci cildini hazırlayıp yayınlamadı ve bugün Allah'ın rahmetine kavuştuktan sonra bu sazların telleri öylece kopuk kaldı. Bu ihmale bir türlü akıl erdirememişimdir.
Yine seneler, seneler geçti. Ben çoktan edebiyat öğretmeni olmuştum. Bir gün Köprülü ile yan yana bir tramvayda oturduk. Sirkeci'den binmişti. Dudaklarında artık eski istihza yoktu, halinde bir değişiklik olmuştu. Benimle tatlı tatlı konuştu, sözlerine hiç ara vermeden de elindeki tespihle oynadı. Ben teşbihin ancak niyaz ve ibadette kutsal bir ödevi olduğuna inanmışımdır. Elde Eyüp oyuncaklarının fırıldağı gibi döndürülen tespihlerden hiç hoşlanmam.
Tepebaşı'nda tramvaydan inince birbirimizden ayrıldık ve onu bir daha görmedim.Siyasi hayata atıldıktan sonra gazetelerde bol bol resimleriyle karşılaştım, elinde tesbihi yoktu.
{Edebiyatçılar Geçiyor, 1967)
MEHMED FUAD KÖPRÜLÜ
MESÂ-YI MELAL

Akşam... esvâtazıll-ı ibhâmın Karışır mûsikî-yı şeb-rengi; Solar eb'âd içinde âlâmın Mâtemî organûn-i ahengi...
Akşam... âvâre lorlar üstünde Yükselir bir hevâ-yı ıtr u hayâl;
Suların sath-ı esmerîninde Duyulur nâ-tüvân sürûd-ı melal...
Akşam... ezlâl-i mûbhem-î şâmın Dökülürken bütün vüreykalan Hasta, narin, güzel bir ince kadın Gezer en pür sükûn hadikaları...
Akşam... esrar içinde müzhereler Neşr-i hicr ü revâyih eylerken, Ruha bir hiss-i mevt ü girye çöker O ağır, mâtemî revâyihten...
Akşam... eh'âda mâl gölgelerin Uzanır zeyl-i ye's ü ibhâmı Her hıyâbân-ı lâl ü pür-adernin Kararır cevf-i hûzn ü âlâmı...
Akşam... ölmüş sularda titreyecek Artık ezhâr-ı ra'şe-dâr-ı leyâl; Şimdi her şey ölüp sürüklenecek Mâi bir cevf içinde gark-ı zılâl...
Akşam... ey sermedi mesâ-yı melal...
(Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, 6. bas., 1985)

Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort