Yazar Adı : | İlim Dalı : Tasavvuf |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : Müstakil |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-07-12 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
Mevlevi Musikisi
Türk musikîsini, genel olarak:
a- Dînî Türk musikîsi,
b- Din dışı (profane) Türk musikîsi,
diye iki kısma ayırabiliriz. Bunlardan «Dînî Türk musikîsi» de birisi Cami' musikîsi» ve diğeri «Tarikat, Tekke veya Tasavvuf musikîsi» olmak üzere iki şubeye ayrılır. Tarîkat musikîsi tâbirinden, vaktiyle (yâni 1925 tarihine kadar) muhtelif tarikatların dînî merasimlerinde icra edilen musikî anlaşılır.
Bu yazımızda, Türk tarîkat musikîlerinin en mühim kolunu teşkil eden, san'atta en yüksek seviyelere ulaşmış, son derece muhteşem ve mutantan bir musikî olmakla mütemayiz ve başka tarikatların musikîleri ilemukayese kabul etmeyecek mertebede üstün bir mevkii hâiz bulunan (Mevlevî musikîsi) hakkındaumumîbir fikir vermeye çalışacağız. Şu kısa îzâhâtten, mev-
levî musikîsinin ayrı bir system tonal ve değişik usûllere mâlik bir çeşit musikî değü, dînî Türk musikîsinin sâdece form, uslûb ve ifâde bakımlarından özelliği bulunan bir kolu olduğu belirmiş bulunuyor. Şu halde mevlevî musikîsi denilince, bu tarikata özgü ve «mukaabele» adı verilen «sema'» merasimlerinde dînî mâhiyetteki bedenî ve bedîî hareketler sırasında icra edilen dînî musikîyi anlamak gerekeceği kendiliğinden anlaşılır.
Mülga mevlevîhânelerde her hafta yapılan mukaabele merasimine «Ayîn» dahi denilmekle beraber bu terim, aynı zamanda sema' sırasında çalınıp okunmağa mahsus büyük bir dînî Türk musikîsi formunun da adıdır.
Mevlevî mukaabelesinin, tekke ve zaviyelerin kapatıldığı 1925 tarihine kadar devam edegelen son şeklini hangi târihte almış olduğu bilinemiyorsa da, mukaabele merasim ve usûllerinin onbeşinci asır ortaları veya sonlarında en manâlı ve mütekâmü şeklini almış olabileceği tahmin edilebilir.
Helmut Ritter'in,vaktiyle Berlin'de, Doğu musikîleri araştırma cemiyetinin nesirorganı olarak yayımlanmış bulunan «Zeitschrift für vergleichende Musikwissenschaft»mecmuasının 1933tarihli ve 2 sayılınüshasında yayımlananmakaalesinde: Sultan Veled (1226-1312) inMevlânâCelâleddin-i Rûmî (1207-1273)hakkında «O, gece ve gündüz zamanını musikî ve raks ile geçirirdi; yerde bir tekerlek gibi dönerdi ve musikişinaslara altın ve gümüşverirdi.» dediğini kaydetmesi ve diğer taraftan baba ile oğulun bizzat musikî ile meşgul olmuş ve «rebab» isimli sazı çalmış olduklarının bilinmesi keyfiyeti muvacehesinde, onüçüncü asır ortalan ile ondördüncü asır başlarında da musikî refakatinde sema' yapılmış olduğuna muhakkak nazarı ile bakılabilir. Ancak dahî Türk bestekârı Itrî (1640? — 1712) devrine gelinceye kadar mevlevî mukaabe-lelerinde bir «Na't» okunup okunmadığı ve o zamanlar sema' sırasında çalınıp söylenmiş olan bestelerin, bugün bildiğimiz «Âyîn» formuna uygun olup olmadığı hususları meçhûlümüzdür.
Zamanımıza kadar gelebilmiş olan en eski mevlevî âyinleri «Beste-i kadîm» ismiyle anılan ve kimler tarafından bestelendikleri veya daha önceleri mevcut bestelerin muayyen bir şekilde tertib ve tanzimi sureti ile hangi musıkîşinaslarca düzenlendiği bilinmeyen (Penç-gâh, Dügâh ve Hüseynî) âyinleridir. Bu en eski üç mevlevî âyininin, aşağı yukarı, beş asırlık bir mazisi olabileceği tahmin ediliyor.
Beste-i kadîm denilen bu üç mevlevî âyininden sonra, onyedinci asırdan itibaren son zamanlara kadar Türk bestekârların-ca, çeşitli makamlardan 130 kadar mevlevî âyîni bestelenmiştir. Bunlardan 51 tanesi büyük bestekâr ve musikî âlimimiz Hüseyin Sadettin Arel (1880-1955) e ait olup intişar etmemiş, başka bestekâr-1arımızca bestelenmiş mevlevî âyinlerinden 16 sı da maalesef unutulmuştur. Bugün bestekârı bilinen en eski mevlevî âyîni "Bayatî Âyîn-i şerîfi" olup mübdii, Köçek Mustafa Dede Efendi (vefat: 1689) dir. Onyedinci asrın dînî eserler bestekârı Köçek Mustafa Dede Efendi, Konya ve İstanbul mevlevîhânelerinden sonra en mühim bir mevlevî dergâhı olan Afyonkarahisar mevlevîhanesinin şeyhi idi.
Mevlevî âyinlerinin güfteleri, bestekârlarınca, genellikle Mevlânâ'nın şiirle-rinden seçilirdi. Âyîn içinde bazen başka şâirlerin güftelerine de arada yer verildiği olur. Fakat bilhassa üçüncü selâmlarda aksak semaî usûlündeki kısa bir saz terennümünden sonra umumiyetle Mevlânâ'nın torunu (Sultan Veled'in oğlu) Ulu Arif Çelebi (1272-1319) nin arkadaşı ve dervişlerinden olup «Eflâkî» mahlası ile anılan tasavvuf şâiri Konyalı Şemseddin Ahmed (1291 ? — 1360) in uzunca bir şiirinden alınan şu:
Ey ki hezâr aferin bu nice sultân olur
Kulu olan kişiler Hüsrev-ü Hâkaan olur
Her ki bugün VELED'e inanuben yüz süre
Yoksul ise bay olur bay ise sultân olur
mısra'ları da, yürük semaî usûlünde bestelenmiş olarak, asıl güftenin arasında yer almış bulunur.
Muhtelif makamlardan çeşitli usûllerle bestelenmiş ve büyük Türk bestekârı Nâyî Osman Dede Efendi (1652 ? — 1729) nin muazzam «Mi'râciye» sinden sonra Türk musikîsinin en büyük formu olan mevlevî âyinleri, az çok değişik şekiller arzetmekle beraber, esas itibariyle her birine «selâm» adı verilen dört bölümden müteşekkildir. Âyînlerin dördüncü selâmları, ikinci selâmlarında olduğu gibi, ağır. evfer usûlünde ve ikinci selâmlarının ezgisine uygun bir surette bestelenmiş bulunduğundan, form bakımından bir mevlevî âyînini — çok umumî ve geniş mânâda— A B C D şeklinde ifâde etmek mümkündür. Mevlevi âyinlerinin başlarındabirna't-hân (na't okuyan)tarafından okunan ve güftesi Mevlânâ'ya ait bulunan Itrî'nin Rastmakamındaki muhteşem na'ti ile ve ondan sonra çalman peşrev, âyîn içindeki saz terennümleri veâyinin sonundaicra edilen son peşrev ve yürüksemaîleresasâyine dahil olmadığı gibi, bunların aynı bestekâra ait bulunması da şart değildir.
Şimdi, umumî bir fikir verebilmek üzere, bir mevlevî mukaabelesinin sâdece musikî ile ilgili bulunan safhalarını ele alarak bu merasimin nasıl cereyan ettiğini kısaca nakle çalışalım :
Mukaabele günlerinde öğlenamazındansonra mevlevîhânenin şeyhi, se-ma'hânedeki kendi makaamına(post'una)oturur. Dervişler de kendilerine mahsus kıyafetleri ile diz çökmüş,ayakları çıplak, başları öne eğik ve murakabeyedalmış birvaziyettesema'hânekapısının sağ tarafında mevki alırlar. Mutrib'den (âyîni okuyan ve çalanların teşkil ettiği hey'et'den) birzâtbirAşr-ışerif okur. Bundan sonra şeyh, ancak pek yakınındakilerinduyabileceğikadar hafif bir sesle dua eder.
Bu duayı müteakip «na't-hân» (na't okuyan) ayağa kalkar,mutrib dâiresinden şeyhe karşı eğilip selâm verdikten sonra mevlevî musikîsi repertuarının şaheserlerinden olan Itrî'nin na'tini terennüme başlar.Na'tin okunması bitince nâyzen-başı, o günkümukaabelede hangi makamdanbir âyîn icra edüecekseomakamdan bir taksim yapar. Taksim bittiktensonra nâyzen-başının idaresindeki nâyzenlerlekudümzenlerden (kudüm çalanlardan)ve kudümzenbaşının idaresindekiâyînhân (âyîn okuyan)’lardanmüteşekkil mutribin nefesli ve vurma sazları, yâni nây ve kudümler tarafından o günküâyininilksaz eseri olan peşrevçalınmağa başlanır. (1920-1922 yılları arasında Bursa Mevlevîhânesi mutribinde ney ve kudümlerdenbaşka «kaanûn» da görmüştüm. Bazıkaynaklarson zamanlarda mutribdekaanundan başka Ud, keman ve hattâ piyano gibi sazların da görüldüğünü kaydediyorlar.)
Peşrevin ilk nağmesi ile birlikte şeyh ve dervişler, ellerini yere vurduktan sonra, ayağa kalkarlar «Sultan Veled devri» denilen ve Sema'hâne çevresinde yapılan üç defalık tura başlarlar. Bu turda dervişlerin yürüyüş istikaameti, bir saatin akrep ve yelkovanının dönüş istikaametinin aksi tarafadır. Dervişlerin yaptığı bu Sultan Veled devrine şeyh ve sema'zen de katılırlar. Kapı hizasına gelindiğinde her derviş, şeyh makaamma karşı eğilmek suretiyle, selâm verir. Sultan Veled devrinin üçüncü dönüşünde dervişler, ilk defa mevkî almış oldukları yerlerde dururlar. Şeyh de makaamma kadar olan kısa mesafeyi katederek yürür ve maka-ama karşı eğilip selâm verdikten sonra, makaamma oturur. Şeyhin makaammı selâmladığı esnada çalınmakta olan peşrev de artık bitmiş olur ve nâyzen-başının kısa bir taksimini müteakip mutrib tarafından, âyinin birinci selâmının çalınıp okunmasına başlanınca dervişler, cüppelerini oldukları yere bırakarak, sema'zenin idâreresi altında sema'a başlarlar.
Dervişlerin kolları havaya kaldırılmış, sağ elleri çapraz olarak avuç içleri yukarıya doğru, sol elleri ise yere dönmüş bir vaziyettedir. Başlar, sağ kol tarafına eğilmiş, gözler hemen hemen kapanmış gibidir. Sema esnasında, dervişlerin giydiği özel elbisenin çok geniş ve bol büzgülü eteği (tennure) havalanarak kendi mihveri etrafında dönen beyaz bir dâire manzarası arzeder. Dönmekte olan dervişler, âyinin birinci selâmının sonunda dururlar ve sema'hânenin çevresine doğru çekilirler. Şeyh, iki üç adım atarak dervişleri selâmlar. Dervişler de, ellerini çaprazlama göğüslerine koymak suretiyle, şeyhin selâmına mukaabele ederler. Sonra şeyh yine makaamına avdet eder.
Âyinin ikinci selâmında da, birinci selâmda olduğu gibi, ilk defa başlanıldığı şekilde dervişler tekrar sema'a başlarlar ve bu selâmın sonunda da, keza yine aynı şekilde, bir duruş arası bulunur. Sonra âyinin üçüncü selâmı başlar ve diğer selâmlarda olduğu gibi, yine bir duruştan sonra dördüncü selâma geçilir.
Âyinin son peşrev ve son yürük semaîsinin de çalınmasını müteakip nây-zenbaşının kısa bir taksimi ile musikî ve sema' aynı zamanda nihayete ermiş olur, dervişler de eski yerlerine avdet ederler.