Hit (4364) M-217

Kiliseyi İslam İle Diyalog İstemeğe Sevk Eden Sebepler II

Yazar Adı : İlim Dalı : Kelam
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-07-04 Güncelleyen : /0000-00-00

Kiliseyi İslam İle Diyalog İstemeğe Sevk Eden Sebepler II

İslâm Güneşi kainatı aydınlatmaya "başladığı zaman dünya üzerinde üç büyük ilahi din vardı. Bunlar bütün insanlığı kuşatmak ve ilâhi kurtuluş yolunu buldurmak üzere gönderilmişlerdi. Bunların tarihçe bize yakın olanı Hristiyanlık, İslâmı kendine rakip gördü. Her iki dinin yayılmayı prensip olarak kabul etmesi, âlemşümul olduklarını söylemesi kaçınılmaz bir şekilde onları karşı karşıya getirdi. Zaman içinde mücâdele şekilleri değişik oldu. Bunların belki de en korkuncu ve her iki taraf için de ağır kayıplara sebep olanı ünlü "Haçlı Seferleri" idi.
Asırlar bu şekilde geçti. Aradaki kısa süreli barış safhaları her iki tarafa da geçici sükûn havası teneffüs ettirdiyse de ardından gelen açık yahut gizli çekişme iki tarafı tarifsiz acılara salmıştı.
20. Asra gelindiğinde dünya vaziyetinde ciddi değişiklikler oldu. Bahsi geçen dinler karşısında olmak üzere yeni bir siyasi güç kendinden bahsetmeye başladı. Bu güç, Marks'ın fikir babalığını yaptığı ve materyalizm meşcereliğinde gelişen, Rus /steplerinde boy atan komunizm idi. Marks'ın dinleri afyon kabul eden görüşüne hristiyan dünyası, beklenen tepkiyi göstermedi. Ne zaman ki, kendi gençleri nihilizm felsefesi ile herşeyi boş vermiştik havası içinde hippiler gibi yaşamaya başladılar. Beklenen genç nüfus artışı olmadı. İktisadi, ilmî veya diğer işletmelerin idaresi yabancıların eline geçmeye başlayınca hristiyan dünyası uyandı. Bu duruma âcil çözüm aramaya başladı. İşte o zaman, kendilerine 1400 sene öncesinden uzanan zeytin dalını hatırladı.
Şu anda hristiyanlık 1962 senesinden sonra bir değişim süreci, içindedir. Kendinden başka da Allah 'a giden yolların olduğunu resmen kabul etmiştir. Bu arada bazı çatlak sesler çıkmaya devam etmektedir. Bunlar, kendi dinlerinin güzellikleriyle insanların huzurlarına çıkacakları yerde, İslâm dinini kötülemekle, zımnen sosyalizm veya komunizme davetiye çıkarmaktadırlar.
Aşağıdaki yazıda hristiyanlığın geçirdiği uzun asırlar içinde nasıl bu noktaya geldiği, yani müslümanlarla diyaloğu kaçınılmaz gördüğü ve bunun arkasındaki fikri saiklerin neler olduğu Muhterem Hocamız tarafından bizzat kendi kaynaklarına dayalı olarak ele alınmıştır. İlkinde olduğu gibi bu yazıyı da ilgiyle okuyacağınızı ümid ediyoruz.

6- Hıristiyanlık dünyasını görüşmeye sevk eden sebeplerden biri de İslâm hakkındaki eski iddia ve iftiraların iç yüzünün iyice ortaya çıkmış olmasıdır. Hz. Muhammed (a.s.)'in risaleti konusu, başından beri Hıristiyanlıkta büyük bir sıkıntıya yol açmıştır. Dünyada hiçbir şahıs hakkında, Hz. Muhammed (a.s.) hakkında hıristiyanlık âleminde ileri sürüldüğü kadar mütenakız iddia ve iftiralar yapılmadığı kolayca söylenebilir. Onun aleyhinde: Nastûrî bir rahip, 'Arius'çu, rahip Bahîra'nın şakirdi, yahudi hahamı, sahte peygamber, ihtirasia beklediği papalığa seçilemeyince hıristiyanlıktan öç almak için ayrılan bir kardinal, baş olmak isteyen siyasî lider, Hz. İsa'nın karşısına çıkmış olan Deccal ve -en fenası- müslümanların Şeytan, Jüpiter ve Apollon ile birlikte (Mahon, adiyle) kendisine taptıkları bir put (Mahon: Mahomet, o da Muhammed isminin tahrif edilmiş şeklidir) gibi birbirini tutmaz iftiralar, bütün ortaçağ Batısını İslâm aleyhinde harekete geçiren yalanlar olmuştur. Müsteşrikliğin başlamasından sonra, nisbeten tarafsız değerlendirmeler yapıldığı söylenmesine rağmen, asrımızdaki müsteşrikler arasında bile birbirini tutmayan iddialara rastlanmaktadır. (İslâmî incelemeler yapan muasır müsteşrikler tutumunun, Ortaçağınkinden müsbet yönde çok uzaklaşmış bulunduğunu belirtmek gerekir.) Müsteşrikler -temayüllerine göre- İslâmiyeti ya Yahudiliğe, ya Hıristiyanlığa mal ederler. Bazıları, Hz.Peygamberin Mekke'de samimi bir dînî lider iken Medine'de sırf siyasî lider haline geldiğini ileri sürdü (Caetani, Lammens). Diğer bir perspektif, mistik bir çözüm şekline başvurdu: Protestan Tor Andrea onu, Benî İsrail peygamberlerinden Amos'a ve Martin Luther'e benzetirken, katoliklerden Delacroix ile R. Blachere St.Theres d'Avila'ya benzettiler. Bazılarına göre, devrindeki sosyal adaletsizliği görüp ezilen kitleleri harekete geçiren bir halk lideri (Alman Grimme ve Anglikan din adamı M. Watt) vb. Daha yakınlardaki bazıları da çekingen tavırlarla psikanaliz metodlarına göre tahminlerde bulunmaya çalıştılar. Az önce işaret ettiğimiz gibi, Ortaçağdan bu tarafa insaf noktasına doğru yaklaşan bir temayül olduğu söylenebilir. Artık müsteşriklerin hemen hemen tamamı -O'nu Peygamber olarak kabul etmeseler de- kendi kendisinin peygamber olduğuna samimi olarak inandığını, başka herhangi bir saikle kendisini böyle göstermediğini kabul etmektedirler.

Demek ki her şeye rağmen, Hz.Muhammed (a.s.) Batıda ilgi duyulan daha doğrusu kendisiyle ilgilenilmesi bir mecburiyet haline gelen bir şahsiyet olmuştur. Onun hakkında, birinin söylediğini -çok şükür-öbürünün yıktığı Batıda aleyhtar tutum büsbütün başarılı olamamıştır. Olsa olsa hakkında tereddüt edilmiştir. Şu hadise de bunu iyice gösteren sayısız örneklerden biridir; M.Rodinson'un (22) (ki ırken yahudi olup ciddi bir marksist müsteşriktir) yazdığına göre, 1960 yılında Paris'te bir yayınevi anket düzenleyerek okuyuculardan insanlık tarihinde en etkili olmuş şahsiyetin adını yazmalarını istemişti. Maksadı bu şahsiyet hakkında bir kitap yayınlamaktı. Sonuç hayret uyandırdı: Zira başka herhangi bir isimle kıyas kabul etmeyecek derecede, Hz.Muhammed'in adını yazanların sayıları çok fazla idi. Rodinson, bunun üzerine yayınevinin böyle bir kitap yazmayı kendisinden istediğini bildirir. Nitekim onun Mahomet adını verdiği bir kitabı bundan sonra çıkmıştır. (1961 ve 1968). 1984 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde düzenlenen bir ankette yine buna benzer bir netice alınmıştı.

Samimi bir hıristiyan din adamı olan Charles-J.Ledifin tezi büyük yankılar uyandırdığından, onun eseri üzerinde nisbeten biraz fazla duralım. Anti-semitisme (yahudi düşmanlığı) teriminin lafzı gibi hakikati da kendisinin icadı olan Batı, kendisinin (Nazizm eliyle) gerçekleştirdiği yahudi kırımının verdiği eziklikle, yaptığı zulmü -güya telafi için- yahudi düşmanlığı ile tarihinde olduğu gibi yaşadığı zamanda da alakası olmayan masum bir milleti yurdundan sürerek, kendi cürmünün cezasını Filistinli müslümanlara çektirip, yahudilere sun'î bir vatan bağışlamak suretiyle zulmünü kat kat artırınca Hz.İbrahim (a.s.)'de kökleşen üç dinin mensupları, bilhassa müslümanlarla yahudiler kıran kırana bir savaşa girdiler. (Aradan geçen takriben kırk seneden beri beşeriyetin bu büyük yarasından akan kanlar, dünyanın birçok ülkesini de boyayarak hâlâ kanıyor. Mühim bir sebep olarak bu yarayı dindirmek gibi bir saiki de bulunan diyalog çağrısı ve teşebbüsleri buna ve emsali dertlere şifa sunabilecek mi, sunamayacak mı? Mesele burada düğümlenmektedir. Kilise "evlatlarını" bu zulümden vazgeçirmezse veya vazgeçirmeye gücü yetmediği takdirde var kuvvetiyle mazlumların yanında olduğunu ispatlamazsa, güzel sözler ve temenniler suya yazı yazma gayretinden başka bir şeye benzemez. Etkinliğinin mahdut olduğunu bildiğimiz Kili-senin, birinci vazifeyi başarmasını pek mümkün görmüyoruz. Ama imkânsız olmayan ikinci vazifesini de yerine getirdiğini -şimdilik- söyleyemeyiz.) Bir taraftan kanayan bu yarayı dindirmek, diğer taraftan Allah'a imanı ortadan kaldırmaya kararlı beşerî ideolojilerin hızla yayılması karşısında, beşeriyetin hadd ü hesaba gelmez dalâletlerine bakarak, birçok müsteşrik taraftarı bulunan monoteist geleneğin (Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed aleyhimüsselam hattının) dînî ve rûhî mirasını kurtarmak düşüncesi, bir diyalog özlemi uyandırmıştı.

Böyle bir diyalogun dînî temelini, hazırlamak üzere -başkaları meyanında- Ch.Ledit, bir havari şevkiyle, kendi ifadesiyle "yirmi senelik araştırma ve tefekkürün meyvesini" sunmak istedi (23). Ch.Ledit. Kur'ân'da bildirilen ehlu'l-Kitab sırrının açık bir izahını teklif etmektedir. Müslümanların, diğer gayr-i hıristiyanlar gibi pagan sayılamayacaklarını, onlarla bir tutulmamaları gerektiğini savundu. "Şayet biz İslâm'ın gerçek değerlerini kabul ve teslim edersek, Kilisenin İslâm ülkelerindeki bütün misyon gayreti tehlikeye girer" diye itiraz eden hıristiyanlara karşı (24) kendi tutumunu müdafaa etti ve İslâm'ı, semâvî Kitaplar (reveletion biblique) muhtevasına yerleştirmek gerektiğini söyledi. Misyonerlerin İslâm ülkelerinde başarısızlığa uğrayarak yerlerinde saymalarını da, misyonerler tarafından

Kur'ân'ın, kadîm semavî Kitaplar silsilesi ile ilgisiz olduğunun iddia edilmesinden ileri geldiğini ifade etti.

Ledit, Kur'ân'ı, dindar bir hıristiyanca okuyup yorumlamakta, onda kendi inançlarına deliller bulmakta ve netice itibariyle İslâm'ın, Hıristiyanlığa yönelmiş olduğunu ve bütün bunların da kaçınılmaz bir surette Hz.Muhammed'in peygamberliğinin doğruluğuna götürdüğünü söyler (25). Hz.İsmail (a.s.)'a yapılan va-ad'den (Tekvin, 16 ve 17. bablar) de hareket ederek bu fikri takviye eder. L.Massignon'un O'nun hakkında (putları yıkıp tevhide aykırı ne varsa ortadan kaldırması ve fakat müsbet yönde ilâhî esrara dair birşey söylememesi iddiasıyle) "selbî peygamber" demesine benzer bir tarzda, ona "yönlendirici peygamber" (pro-fethie diractrice) ünvanının verilmesini teklif eder. İslâm'ın, extra-scripturaire (Kitab-ı Mukaddes haricindeki) vahyin, nihâî noktası olduğunu söyler. Ledit, "hipotez" olarak nitelendirdiği bu iddiasız teklifinden dolayı çok tenkit edilmiştir. G.C.Anavvati de felsefe, Kur'ân tefsiri ve Kitab-ı Mukaddes tefsiri yönlerinden onun teklifini tenkit edenlerdendir (26). Y.Moubarac ise, bu eserin katolik dinî muhitlerinde sempati ile karşılandığını ve bu durumun hayret uyandırıcı sayılabileceğini söyleyerek "İslâm'ın doğuşu meselesinin, Dinler Tarihi'nde yeni kurulan temellere göre yeniden düşünülmesini" teklif eder. L.Massignon ise kitabı, iyi niyet tezahürü kabul edip, aksine kötü niyetin tezahürü olan H.Zackarias'ın kitapları (27) ile zıtlık teşkil ettiğini belirtir (28). Marksist M.Rodinson da -kendi temayülü icabı- bu teşebbüsten pek memnun kalmaz; bunun katolikler arasında huzursuzluk çıkardığı gibi müslümanların da Hz. Muhammed hakkında "bu peygamberlik strapontinhe (29) razı olmayacaklarını ifade eder (30). Ch.Ledit'in ortaya attığı bu teklif mahiyetinde başka değerlendirmeler -az da olsa- yapılmaya devam etmektedir. Mesela, C.Geffre şöyle diyor: "(Hz.) Muhammedin ifade ettiği vahiy Tanrının esrarlı bir sözü kabul edilebilir. O Tanrı ki, titiz bir tevhide zıt olan putperestlik temayülüne karşı yahudi ve hıristiyan şuurunu sorgulamaya devam etmektedir." (C.Geffre, La theologie des religions non chretiennes vingt ens apres le Concil Vatican 11., İslamochristiana, 11 (1985), 5-133, s.117).

Artık bu hale gelmiş bir dünyada yaşayan insanları, Ortaçağ Batısının karanlıklarında örülmüş maksatlı efsanelere inandırmak mümkün olmayacağına göre Kilise, -kamuoyunda puan kaybetmemek için de olsa- ister istemez bir tavır alarak, butlanı âşikâr iftiraları reddetmek mecburiyetinde kalmış olmalıdır.

7- Diyalog çağrısının, siyasî bir gaye taşıdığı da söylenebilir. Bazı sömürgeci hıristiyan devlet adamları, sömürülen müslüman ülkelerdeki istiklâl hareketlerini zayıflatmak ve onları, kendi lehlerine olacak bir barışa çekebilmek için sertlikleri yumuşatacak diyalog çağrısında fayda ummuş olup, bu fikri bazı din adamlarına da telkin etmiş olmalıdırlar. Öyle anlaşılıyor ki, başta Fransız ve İngilizler olmak üzere bazı sömürgeci Batı ülkelerinin hakimiyetlerindeki -ahalisinin ekserisi müslüman olan- ülkelerde istiklâl irade ve mücadelelerinin yoğunluk kazandığı 1950-1960 ve bilhassa 1955-1960 yılları arasında diyalog teşebbüsleri de son derece fazlalaşmıştır. Fas, Tunus, Libya, Fildişi Sahili, Gine, Kamerun, Malaya, Mali, Moritanya, Ni-jer, Nijerya, Orta Afrika, Senegal, Cezayir bu tarihlerde mücadele verip istiklallerini elde eden müslüman ülkelerdendir. Diyalog arzusunda şüphesiz ki, 1954-1962 yılları arasında bir milyondan fazla kurban veren Cezayirlilerin Fransa ile olan savaşlarının büyüktesin vardır (31).

1955 yıllından itibaren Avrupa'da müslümanlarla ilgili milletlerarası toplantıların da yoğunlaştığı anlaşılıyor ki bunlar meselenin siyasî boyutlarını göstermektedir. Önce, rastgele tesbit edebildiğimiz bazı toplantıları yazalım;

Bordeaux toplantısı (25-29 Haziran 1956) "İslâm tarihinde klasik dönem ve kültürel gerileme" konusunu ele almıştır. Tebliğler Actes du symposium intemationel de la civilalisiation musulmane (Bordeaux, 25-29 Juin 1956) adıyla Paris'te G.P. Maisonneuve et Besson-Chantemerle tarafından neşredilmiştir. Strasbourg toplantısının konusu "İslâm'ın özümlenmesi (elaboration)" olmuştur. (12-14 Haziran 1956). Bu kongrenin tebliğleri de P.U.F. tarafından Paris'e 1961'de yayınlanmıştır. Brüksel'de 11-14 Eylül 1961 günlerinde "İslâm Sosyolojisi" toplantısı yapılmıştır. Bu kongrenin tebliğleri de Brüksel'deki "Muasır müslüman dünyasının problemlerini inceleme merkezi" tarafından 1962'de yayınlanmıştır. (Centre po-ur l'etude des problemes du monde musulman contemporaine, 1962). Zaten kongreyi tertipleyen de bu merkezin başkanı müsteşrik Arman Abel'dir. Her üç toplantıda da müslümanların ve şarklıların bulunmadıkları ve iştirak eden isim üstelerinden anlaşılmaktadır. Nitekim bu duruma J.Berque dikkati çekmiş ve teessüfünü belirtmiştir. 1-9 Eylül 1959'da Cologne'da "İslâm Felselesi" toplantısı yapılmış olup bu toplantıya müslümanlardan da katılanlar olmuştur. Tübingen Üniversitesi 1960-1961 kışında "İslâm Ülkelerinin Problemleri" konusunda seri konferanslar düzenlemişti. Bu konferanslar "İslâm Dünyası ve Şimdiki Zaman" adı altında toplanıp neşredildi. (Die Welt des İslâm und die Gegen Wart, hsg. von Rudi Paret, 208 s., Stuttgart, W. Kohlhammer, 1961). İtalya'da belli başlı müsteşrikler Le Civilta deli Orienîe adıyla 4 ciltlik büyük bir ansiklopedi çıkardılar. (Roma, ed. Casini, Sotto gli auspici della fondaziene giorgio cini e dell'lstituto per il Medio et estremo Oriente, 1956-1962).

Hususiyle dinî mahiyetteki İslâm-hıristiyan görüşmeleri olarak Bhamdoun (1954 ve 1956 yıllarında), İskenderiye (1955), Venedik (1955), Floransa (1958) toplantıları zikredilebilir. (Bu toplantılar 1960'dan sonra da artarak devam etmiştir: Kurtuba (Cordue, 1974 Eylül), Tunus (1974 Kasım), Kiliseler ökümenik konseyinin (COE) desteklediği Broummana (1972, yirmi kadar ülkeden temsilcinin bulunduğu bu toplantıya hiçbir Türk katılmamıştır.) Cenevre (1969), Beyrut-Ajaltoun (1970), bu toplantıya fazla olarak hindu ve budistler de katılmışlardır.

Aynı dönemde, tabiatıyle İslâm ile diyalogdan bahseden hayli kitap ve inceleme de çıkmıştır. Kiliseyi diyaloğa sevk eden bir sebep de muhtemelen, yapılan bu neşriyat bombardımanı ile meydana gelen umumi efkârdır.

İrene -M.Daimais, Parole et Missione- dergisindeki makalelerinde, İslâm'a duyduğu hayranlığı gizlememektedir. Bu meyanda onun şu makaleleri zikredilebilir; Questions sur L'lslâm, 3 (1958), s. 402-412; Conditions et depessement du dielogue İslâmo-Chretien 6 (1959), s. 425-434; L'lslâm d'hier a demain, 16 (1962), s.117-132. Dinsiz iken, Irak'ta ölümden kurtulmasına sebep olan bir müslüman dostunun davranışının tesirinde kalarak yolunu değiştirip hıristiyan inancına teslim olan (1-3 Mayıs 1908'de) L.Massignon, hususiyle Arapçaya ve araplara sevgi izhar edecek, eserleri ile ve şahsî temasları ve mektupları ile, müslümanlarla hıristiyanlar arasında diyalog peşinde koşacaktır (32). O, bu sıralarda -daha sonra 1963'te VI. Paul lakabıyle papalığa seçilip "diyalog papası" diye tavsif edilecek olan Milano Piskoposu Mgr.Montini ile sıkı bir temas içinde bulunuyordu.

Lumiere et Öie dergisi (33) 1956 yılında Kuzey Afrika'da cereyan eden acı hadiseler sırasında "olayların karşısına kendimizi hıristi-yanca koymalıyız, bir çözüme ulaşmak için müslümanları anlamaya çalışmalıyız" diyerek 1956 yılındaki 25. sayısını İslâm'a tahsis edip Katolik İslâmiyet mütehassıslarına İslâm'ın muhtelif cephelerini izah ettiren incelemeler yayınlandı. Y. Moubarac İslâm'ın Zuhuru, J.Jomier İslâm'a Göre İnsanın Necatı ve Amelleri, L.Gardet İslâm Şeriatı, J.Jomier İslâm'ın Fikrî Tarafları, G.C.Ana-wati (imzasını koymaksızın) Hıristiyan-Müslüman Münasebetleri Hakkında Mülahazalar, Y.Moubarac Kur'ân Metninin Tesisi Hususunda Son İlmî Bilgiler, adlı makalelerini bu sayıda neşrettiler.

La Mission dergisi 1957 yılında 27. sayısını İslâm'a-tahsis etti (244 s.). Bu sayıda J.M.Abd el-Jalil Müslümanların Hıristiyan Batıdan Bekledikleri P.Rondot bugünkü İslâm ve Devlet başlıklı makalelerini yayınladıkları gibi ayrıca L.Gardet, G.C.Anawati ve başka müellifler de yazdılar.

Aylık bir dergi olan La Table Ronde 1958 Haziran sayısını İslâm'a tahsis etti. M.Watt, J.Doresse, H.Corbin, Claude Cahen, Mille Eva Meyeroviîch ve başka İslâmiyatçılar, İslâm'ın çeşitli, yönlerini bu sayıda anlattılar.

Cahiers de l'Institut de Secience Economique Appliquee dergisi 1960 ekimindeki 106. sayısını (220 s.). "İslâm, ekonomi ve teknik" konusu ile, keza 1961 Aralık'ındaki 120. sayısını "Muasır müslümanlarda eskilik ve yenilik taraftarları" (236 s,) konusu ile İslâm'a tahsis etti. 106. sayıda Abel Bir Afrika-Asya Ortak Pazarı, P.Rondot Teknik Karşısında Müslümanlar, R.Arnaldez İslâm Hukukunda Zekât Teorilerinin Ekonomik ve Sosyal Bir izah, J.H.Servier Cezayir Berberîlerindeki Geleneksel Ekonominin Temelleri Hakkında Bir Deneme, G.Destanne de Bemis İslâm ve Ekonomik Gelişme, J.Astruy İslâm'ın ekonomik vokasyonu adlı incelemelerini, 120. sayısında ise L.Mas-signon İslâm'da Arkaizm ve Modernizm, insan emeğinin yeni bir strüktürü hakkında M.Hamidullah Modern Ekonomi ve İslâm adlı incelemelerini D.Jacques-Maunie ve başka yazarlar da İslâm hakkındaki makalelerini neşrettiler.

Ayrıca Studia Missionalia ve Leyden'de E.J.Brille yayınevi tarafından çıkarılan Journal of the economic and Social History of the Orient gibi dergilerde İslâm, gündeme getiriliyordu.

Muasır müslümanlar hakkında otorite sayılan Pierre Rondot İslâm ve Bugünkü Müslümanlar (L'Islam et les musulmans d'aujourdhui ed. de I'Orante, 1958, 376 s.) adlı eserini bu sıralarda yayınladı. Kitap, Cezayir harbi sırasında çıkıyor. Müslümanlara karşı matlup davranışta bulunmak için, onları iyi tanımak gayreti müşahede ediliyor. İslâm ülkelerinde uzun ikametleri olmuş ve muasır müslümanlar hakkında birkaç kitap yazmış bulunan P. Rondot'un diyalog konusundaki fikirlerini G.C.Anavvati şöyle özetliyor: 1-İslâm rûhânî, siyasî, içtimâî ve kültürel cepheleri bulunan karmaşık bir vakıadır; akîde, İslâm'ı inhisarına almamakla beraber, bu muhtelif cephelerin esasında yer alır. 2- Ne tek Tanrı'ya müşterek iman, ne de başlıca ahlâkî değerleri yüceltmekteki, ne dua ve oruçtaki veya insan sevgisi konusundaki kıyaslama, Hıristiyanlıkla İslâm arasında temelde bir aynılık hükmüne varmaya imkân vermez. Toleranslı davranarak bu iki dini birbiriyle karıştırmaya gitmek, sadece sathî bir yaklaştırmadan ibaret kalır. İslâm'a olan bütün kalbî saygımız, müslümanlara duyduğumuz dostluk, esasî ve aşılmaz itikat farklılığını gölgede bırakmamalıdır. İslâm'daki tevhit telakkisi, Hıristiyanlığın esasında bulunan Teslis, Tecassüd (incamation), Tekfir (re-demption) temel sırlarına yer bırakmamaktadır.

Norman Daniel'in Islam and the West, the Making of an Image. (Edinbourg, 1960, X+444 s.) eseri, İslâm mevzuunda bilgisiz olduğu halde ona hücum eden Bizansta doğmuş Hıristiyanlık savunmasının ve Islâm fütuhatlarının tesirindeki ortaçağ Batısının Hz. Muhammed (sav) ve İslâm aleyhindeki ne gibi iftiralar ve karanlık fikirler ördüğünü gösterir. Müellif geniş malzemeye dayanarak bilhassa 1100-1350 döneminde hıristiyan Batıda İslâm hakkındaki fikirlerin teşekkülünü incelemekle beraber, daha az tafsilatlı olarak, günümüze kadar İslâm hakkındaki düşünceleri anlatmaktadır (34).

8- Diyalog arzusunda olan birçok hıristiyan, geleneksel İslâmiyete bağlı olanlarla görüşmenin mümkün olmayacağını, ancak bazı aydın müslümanlarla bunun mümkün olduğunu düşünürler. Takdir ettikleri şahıslar, Kur'ân-ı Kerîmin metnine "tarihî metod", "edebî neviler" gibi metin tenkidi usullerini uygulayanlar ve aşırı fikirleri sebebiyle müslümanların ekserisi nezdinde iyi kabul görmeyen kimselerdir. (E. el-Hûlî, Fazlurrahman vb.). Bu hıristiyanlar, müslümanların vahy inançlarında esneklik, daha doğrusu gevşeklik görünce memnuniyetlerini gizlememekte ve Kur'ân'ın böyle anlaşılmasının diyaloğu kolaylaştıracağını ifade etmektedirler. Halbuki diyalog, dinin muteber klasik hükümlerine bağlı olanlarla yapılırsa bir değer taşır, yoksa eski bilgisizlik ve ilgisizlik bir başka surette tezahür etmiş olur. Paris'te aylık hıristiyan-müslüman görüşmeleri tertipleyen bir protestan kilisesinde 1955 yılındaki bir mecliste, Reşid ismini almış Fransız asıllı bir müslümanın söylemiş olduğu şu sözü, bu konuda pek anlamlı buluyoruz: "Siz hıristiyanlar, müslüman olduklarını ifade ettikleri halde İslâm'ı iyi bilmeyen ve yaşamayan size benzettiğiniz bir takım kimselerle oturup konuşmakla bir iş yapacağınızı mı sanıyorsunuz? "(Bu sözleri, müslümanlık adına kendisine göre yorumlar yapan bir şahsın konuşması üzerine söylemişti).

Müslümanların, Kur'ân'a kritik metod uygulayarak bakmalarından memnun olanlara bazı örnekler verelim: G. C. Anawati, Modern Müslim Koran Interpretation (1180-1960) (Leyden, Brille, 1961) yazarı J.M.S.Baljon ile birlikte, müslümanlar arasında Dr. Kâmil Hussein, el-Hûlî, M. Halefulah gibi "kritik metodu tarihî ve mukayeseli lenguistik ve etnografya yönleriyle edebî neviler ayırımıyla çekingen bir tarzda da olsa" tatbik edenlerden dolayı memnun olmaktadırlar (35). R. Arnaldez, normal müslümanı diyaloga celbetmenin pratik olarak imkansız olduğunu söyledikten sonra Mu'tezile mesleğinin "mahluk Kur'ân" anlayışını dirilttiğini söylediği M. Abduh mektebinin telakkisi galip geldiği takdirde diyaloğun oldukça kolaylaşacağını ifade etmektedir (36). R. Caspar İslâm Ülkelerinde Kur'ân'ın Yeni Bir Yorumuna Doğru (37) adlı makalesinin çeşitli yerlerinde aynı tutumu sergilemektedir.

Hristiyanların, iki üç asırlık tenkidlerinden sonra kendi din kitapları için ister istemez kabule mecbur kaldıkları gevşek vahy inancını müslümanın benimsemesi mümkün değildir. Bu durum müslümanların şu âyetteki irşada iyice kulak vermelerinin gerektiğini hatıra getirmektedir: "Onlar, kendileri kâfir oldukları gibi, keşki siz de kâfir olsanız da böylece eşit olsanız isterler" (Nisa Sûresi, 89). Yersiz olmayan bu şüphe ile hareket edersek, bazı hristiyanların diyalogdan, müslümanları dinlerinde şüpheye düşürmek maksadını güttüklerini söyleyebiliriz.

9. Hristiyanların diyalog arzu etmelerinin sebeplerinden biri de, İslâm'dan uzaklaşmış müslümanların tebşire yani Hristiyanlığın davetini kabule hazır hale geldikleri düşüncesi olabilir. Tarihte müsiümanların Hristiyanlığa girdikleri pek görülmüyor; aksi ise çoklukla vaki olmuştur ve olmaktadır. Bu durum hristiyanla-ra şu fikri vermiş olmalıdır: Şimdiye kadarki tutumumuz (şiddet, iftira, küçümseme vb.) onların mukavemetine yol açtı, başarısızlığa uğradı. Hristiyanlığı tarihte ona bulaşan bazı unsurlardan (Batı emperyalizmi, kapitalizm, sosyalizm vb.) arınmış olarak bildirdikleri takdirde anlayıp benimsemeleri daha kolay olabilir. R. Arneldez'in yazdığına göre Kuzey Afrika'daki bazı münferit irtidat vak'aları da kendilerine bu düşünceyi vermiş olmalıdır. Zaten müslümanlar batı medeniyetinin tesirinde kalarak sosyoljik yönden hristiyanlara benzemiş olmaları sebebiyle, yavaş yavaş Hristiyanlığın psikolojik esaslarını da kabule hazır hale gelmiş sayılabilirler; en azından onlardan bir kısmında bu davet yankı uyandırabilir, diye düşünmeleri muhtemeldir. Ömrünü büyük fedakârlıklar göstererek müslümanlar arasında geçirmiş ve onların çoğunun sempatisini kazanmış olan meşhur misyoner Ch. de Foucold'un (38). "Hristiyanlaştırmadan önce medenileştiriniz", prensibinin tatbikçisi olduğu bilindiği gibi, bu düsturun daha başka birçokları nezdinde de makul karşılandığı anlaşılıyor.

Batıda vakıaya pek uymayan bir telakkiye bakılırsa, müslümanlar medenileştikçe yani modern batı eğitimini, kültür ve tekniğini aldıkları nisbette İslâm'dan uzaklaşırlar. Bu faraziye bazı hristiyanlara göre bir düşünce telkin ediyor. Çağımızda batı kültürü müslüman ülkelerde iyice yayıldığından, oralarda İslâm'dan uzaklaşan insanların modernizme ve materyalizme düşmemeleri için, bu tehlikeleri atlatarak onlara karşı aşılanmak suretiyle bağışıklık kazanmış hristiyan inancı ikame etmek mümkün olabilir.

Ayrıca, büyük ölçüde materyalizmin ve modernizmin isteklerine göre şekillenmiş çağdaş hayatla İslâmî yaşayış tarzının bağdaşmadığından hareket ederek, bu zor dine mukabil, dünyanın idaresini Sezar'a bırakan bir inancın daha cazip geleceğini de düşünmüş olabilirler.

Nihayet, daha ziyade geçen asırdaki misyonerlerin (39) kullandığı bir metodun bir kalıntısı da söz konusu olabilir. Buna göre müslümanlar ilim ve fende geri kalmış, hristiyanlar ilerlemişse bu, İslâm'ın hayatı idare etmeye elverişsiz, Hristiyanlığın ise yeterli olduğunu gösterir. Hülasa bu metod, batı medeniyetinin hakim olmasını, hristiyanlığı yaymak için bir vesile yapmak istemektedir. Halbuki herkes biliyor ki modern batı medeniyeti, kilisiye rağmen gelişmiş, onunla yüzyıllarca süren mücadelelerinde nice kurbanlar vermiştir, buna karşılık müslümanların gerilemesi, dinlerine olan bağlılıklarının azalmasıyla olmuştur.

10. Gayelerden biri de şu olabilir: Yakın bir zamana kadar Avrupalıların sömürgesi olan Afrika ve Asya ülkelerinde, özellikle hristiyanların azınlıkta olduğu yerlerde, müslüman ahalinin onlara karşı intikam hissiyle hareket etmemelerini sağlamak, onları teskin etmek suretiyle, onlarla beraber yaşayan dindişlarının emniyet ve refahlarını temin edip barışa yardımcı olmak. Diğer taraftan Hristiyanlık, Uzak ve Orta-doğudan silinme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Batı ile aynılaştırılmaktan kurtulmuş, Doğu milletlerine ve dinlerine sempati İle gülümseyen bir hristiyanlık, ekseriyeti müslüman olan ülkelerde yaşayan kolonilerini muhafaza etmekle hristiyanlığın oralardan silinmesinin önüne geçebilir.

11. Hristiyanlar, diyaloğa davet ettikleri müslümanların durumlarını, psikolojilerini pek iyi biliyorlar. (Halbuki birçok müslüman bunun farkında olmadığından diyalog neticesinde, Hristiyanların kolayca Müslümanlığı kabul edeceklerini umuyorlar. Onların ekserisinin, kendilerince istenilen görüşmeye istekli olmadıklarının farkındadırlar; hatta çoğu, diyalogun mümkün olmadığı bile söylemektedirler. Buna rağmen acaba neden istiyorlar? Cevap vermek kolay değil; bundan ötürü ister istemez bazı tahminler yürüteceğiz).

Şüphe yok ki hristiyanlar diyalogtan fayda görüyorlar, yoksa bunda kararlı olmazlardı. Teklifin müsbet karşılanması halinde bekleyebilecekleri faydaları yukarıda arzettik. Müsbet cevap almadıkları takdirde ise şu faydaları umabilirler:

Bir kere, kendi kendilerine itimatları azalıp bozgun havasına girmiş, paniğe kapılmış dindaşlarına moral vermiş olacaklardır. Kilise, "dünyanın manevi ve dinî patronajı (koruyuculuğu) Kilisenin insiyatifindedir, inanç temellerimizden emin olduğumuz içindir ki kendimizi meydana koymaktan korkmuyoruz" demiş olmaktadır.

Müslümanlar diyaloğa girseler, ciddi hazırlıkları ve Hristiyanlık hususunda geniş ve derin bilgileri olmadığı için (İslâmiyet'in çeşitli yönlerinde ihtisaslaşmış yüzlerce hristiyan din adamı bulunduğu halde hristiyanlık mevzuunda mütehassıs olan müslüman isim pek bilmiyoruz) dinlerini gerektiği gibi anlatamayabilirler. Bu da hristiyanlığın lehinde olur, (Diyalog konusunda insiyatif Kilisenin elinde olduğundan bazı müslümanlar haklı olarak, diğer tarafca verilmiş olan bir teşebbüs karşısında tevakkuf etmek gereğini duymaktadırlar). Şayet diyaloga yanaşmazlarsa, bu da hristiyanlığın lehinde olacaktır; zira İslâm'ın kendinden emin olmadığı, kuvvetli olmadığı intibaını verecektir.

Kilise, diyaloğun Hristiyanlık için çetin bir macera olabileceğini, belki de hesaba katmıştır. Cerrahi bir müdahaleye mecbur olan bir hastanın karar vermesi kabilinden diyoloğa karar vermiş olabilir. Neticesi ne olursa olsun, süratli fakat gizli bir şekilde mensuplarınca metrûk hale gelip ademe mahkum olmaktansa, aktüel hale gelmek daha tercihe şayan görülmüş olabilir.

Diyalog teklifi karşısında müslümanların nasıl bir tutum takip edecekleri, bu makalemizin esas mevzuu değildir. Esasen bu husustaki karar, temsil mevkiinde olan ehil ve yetkili heyetlere ait olmalıdır. Bu teklif karşısında Müslümanların bir kısmında bir red tavrı görülürken, diğer bir kısmında, meselenin boyutlarını ölçüp biçmeden kabul tavrı müşahede olunuyor. Nezaket ve diplomasi tarafı bir yana bırakılacak olursa, dinî yönden diyalog pek az bir mesafe katetmiştir. Ökümenizm cereyanı ve Kiliseler Ökümenik Konseyi, yarım asırlık çalışmalara rağmen Hristiyan Kiliselerini bile birbirlerine yaklaştırmak hususunda mühim bir ilerleme göstermemiştir.

12. Diyalogun bir saiki de M. Watt tarafından ifade edilen şu durum olabilir: "Ben gerek kendimden gelen, gerekse toplumsal çevremdeki çarpıklıklar tarafından üstüme atılan bağlardan kurtulmaya çalışmak zorundayım (...). Bireysel özgürlük üstündeki en büyük sınırlamalar, bir insanın toplumsal olarak kurulmuş gerçeklik görüşündekl çarpıklıklardan kaynaklanmaktadır, ve bunlar başa çıkılması en zor olanlardır (...). Asıl güçlük sanki bu görüşün içine kapatılmış olarak yaşıyor olmamız ve tüm gerçekle ilgili algılarımızın o görüşle boyanmış olmasından gelmektedir. Başka bir kültürel geçmişe sahip birisiyle dost olur da onun görüş açısını değerlendirmeye çalışacak olursak, bu bizi kendi gerçeklik görüşümüzde bir takım çarpıklıkların bulunduğunun farkına vardıracaktır. Başka dinlere olan diyalogtan elde ettiğimiz kazançların en büyüklerinden biri budur." (s. 204-205).

Kendini ve çevresini, böylesine aşma, ancak Watt gibi nadir şahsiyetlerde görebileceğimiz bir durum kabul edilmelidir. O, Kur'ân'ı ve ondan kaynaklanan İslâm medeniyetini bilmesi sayesinde: "Bu hususlar, Kur'ân'da ortaya konan gerçeklik görüşünün doğru ve Tanrıdan olduğu sonucuna iletmektedir. Ve öyleyse Hz. Muhammed de gerçek bir peygamberdir*(s. 99) diyebilmektedir. Fakat bu seviyede, içinde yetiştiği şartlardan kurtulabilmiş bir başkasını görebilmek doğrusu pek enderdir. Hiç değilse, bu imkâna sahip oryantalistlerin genel tutumları böyle olsaydı dünyanın çehresi bugün değişik olurdu. Fakat onlar bu medeniyetler diyaloğunu gerçekleştirmediler (gerçekleştiremediler değil). Bu da oryantalizmin hasbî olmayıp, güdümlü olmasından ileri geldiğini gösterir. Evet, maalesef oryantalistler, İslâm din ve medeniyetini tanıyan uzmanlar olarak, iki medeniyet arasında köprü olmadılar, bu rolü iyi yerine getirmiş olsalardı insanlığa en büyük bir hayrı sağlamış olurlardı.

Diyalog saikleri arasında son olarak şunu zikretmek gerekir:
13. Gerek din adamı gerek laik olarak bazı hristiyanlar vardır ki bunlar kendilerini dine vermişlerdir. İnsanların dinden uzaklaşmalarından, bunun neticesinde de ruhanî, uhrevî ve dünyevi saadetlerini kaybetmelerinden, insanın özüne yabancılaşmasından, insanların birbirlerine düşman olmalarından ızdırap duymaktadırlar. İslâmı ve müslümanları tanımaları neticesinde hristiyan kalmakla birlikte, onlardaki değerleri kısmen de olsa, anlamakta ve batılı bir çok güç tarafından müslümanlara haksızlık edilmesinden rahatsız olmaktadırlar. Bu şuurdan hareket ederek, hristiyan ve müslümanların birbirlerini tanımalarını, hayırlı işlerde yardımlaşmalarını temenni etmektedirler. Mesela Michel Lelong bu temeyülün temsilcisi sayılabilir. Bu tutuma göre, her din mensubu kendi dinine bağlı kalırken, dinlerini yaşarken, durumlarını vakur bir tarzda mukayese edebilir, buluşma noktalarını belirleyebilirler (M. Lelong, L'Islam et l'Occident, s. 135). Bazı içtimâî faaliyetleri gerektiğinde diyalog esprisini uygulamaya koymaktadırlar. "Fransa'da Müslümanlarla Kilise İlişkileri Dairesi Başkanlığı yapan M. Lelong L'Islam et l'Occident, Deux Espohes, gibi kitaplarıyla otsun, bazı faaliyetleri ile olsun bu gayeye hizmet etmektedirler

Şu anda hristiyanlık 1962 senesinden sonra bir değişim süreci, içindedir. Kendinden başka da Allah 'a giden yolların olduğunu resmen kabul etmiştir. Bu arada bazı çatlak sesler çıkmaya devam etmektedir. Bunlar, kendi dinlerinin güzellikleriyle insanların huzurlarına çıkacakları yerde, İslâm dinini kötülemekle, zımnen sosyalizm veya komunizme davetiye çıkarmaktadırlar. Aşağıdaki yazıda hristiyanlığın geçirdiği uzun asırlar içinde nasıl bu noktaya geldiği, yani müslümanlarla diyaloğu kaçınılmaz gördüğü ve bunun arkasındaki fikri saiklerin neler olduğu Muhterem Hocamız tarafından bizzat kendi kaynaklarına dayalı olarak ele alınmıştır. İlkinde olduğu gibi bu yazıyı da ilgiyle okuyacağınızı ümid ediyoruz.
Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort