Hit (3309) M-2140

Mehdilik

Yazar Adı : İlim Dalı : Kelam
Konusu : Dili : Osmanlıca
Özelliği : Makale Türü :
Ekleyen : Fıkıh Dersleri/2014-01-03 Güncelleyen : /0000-00-00

Mehdilik
Fransada Anteran Fischeran gazetesinde yayınlanan makalenin Metninin Tercümesidir.
(Transkiriptini ve sadeleştirilmiş halini verdiğimiz bu arşiv belgesi, Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşamış olan Şeyh Cemâleddîn Afgânî’nin İslam tarihi açısından dini ve siyasi bir hareket olan mehdîlik ile ilgili bir takım bilgiler verip bazı değerlendirmelerde bulunduğu, Fransa’da yayın yapan “
Anteran Fischeran” gazetesinde çıkan bir makalesidir. Osmanlı devleti geleneği gereği, topraklarında yaşanan bazı siyasi ve dini olaylarla ilgili bilgi ve değerlendirmeler içeren bu makaleyi tarihi bir belge olarak Osmanlıcaya çevirtip arşivlemiştir.)

1. Belgenin Transkripsiyonu [1]

Y.E.E. No: 34/76.

(Takdim)

Şarkın en meşhur, zeki ve müdekkiklerinden olup her cihetçe şayan-ı hürmet bulunan Cemaleddin Efgani’yi yani İngiltere devleti aleyhine bulunmak üzere hemen Anibal yemini gibi yemin eylemiş olan ve devlet-i müşarünileyhânın udvâları bulunan zâtı geçen sene en evvel Paris ahalisine tanındıran “Anteran Fischeran” gazetesidir. Refiklerimizden Rofelen namı zâtın Mısır ihtilalinin yâdigarı ünvanlı mütalaalarında zikreylediği vaka henüz hâtırlardan çıkmamıştır.

Bir akşam Kahire’de Hasan Camii’nde 4.000 kişi huzurunda Şeyh Cemaleddin’in irad eylediği nutukta İngiliz politikasının en nihayet nereye müncer olacağını üç sene mukaddem adeta bir peygamber gibi ifade ve inzar eylemişti. Ve ol vakit İngiltere Devleti’nin talebi üzerine Hasan Camii’nde meydan-ı hitabete çıkmış olan işbu zat tevkif olunup bir vapura bi’l-irkab Arabistan sevâhilinde bulunan Cidde’ye gönderilmiş ve oradan Hicaz Vilayeti’nin dâhiline doğru çekilerek artık zikri yâdolunmaz oldu.

Bundan birkaç ay evvel Şeyh Cemâleddîn Paris’e gelip ve birçok seneler yaşadığı ve muahharan dahi keş-ü güzardan sonra anda çend sene imrar eylemiş bulunduğu Hindistan kıtasına birtakım mâlumat-ı müfideyi i’ta eylemiştir. Bu gün ise meydana zuhuru Müslümanları telaşa düşüren İngiliz ve Mısır askerini en kanlı mağlubiyetlere uğratan mehdîye dair bir mütalaa göndermeye himmet eylemiş olmağla bu mütalaayı bize verildiği gibi, yani hiçbir şey ilave ve hiçbir şey hazf etmeksizin neşrediyoruz. Mütalây-ı mezkureyi şeyh-i mumaileyhten daha iyi yazmaya kimsenin iktidarı yoktur. İslam âlemini kendisinden ziyade bilip ve soran vukuatının gerek Mısır’da ve gerek memâlik-i sâirede hâsıl edebileceği netâyic-i vahimeyi arza daha iyi keşfe muktedir diğer bir zat bulunamayacağından mütalay-ı mahbureyi kendisinden daha iyi bir suretle tasvir ve tahrire kimsenin iktidarı yoktur.

Birinci Bend

Bundan iki sene evvel mehdî namıyla Sudan’da zuhur eden Muhammed Ahmed nam zat-ı meçhulüs-sıfat General (William) Hicks kumandasında bulunmuş olan fırka-i askeriyeyi hemen kâmilen mahvetmesiyle Avrupa’nın efkâr-ı umûmiyesini ızdıraba düşürmüş ve bu misillü zurûf Mısır havalisinde milletin hissiyât-ı hakîkiyesini aks ve neşreden İngiliz matbûatını bilhassa korkutmuştur.

İngiltere Hariciye Nezâreti’nde karışıklık husulüne bâdi olmuş olan işbu muzafferiyet Mösyö Gladston Nil Vadisi’nde Lord Biglosfild’in Afganistan’da istihsal eylediği semereye müşabih bir semereyi hazırlamakta olduğu göründüğü gibi Hidiv-i sabık İsmail Paşa ile Halim Paşa’ya hırs ve tamah kapısını açmıştır. Bunlardan her birisi İngiltere’nin hüsn-i nazarını kazanmaya çabalamakta ve hidviyet mesnedini ihraz etmesi için devlet-i müşarün ileyhânın muavenetini şart ittihaz ederek ihtilali bastıracağını vadeylemektedir.

Hidiv-i hâli bulunan Tevfik Paşa’ya gelince gayet güç bir mevkide ve buhranı günden güne tezâyüd eden bir halde bulunuyor. İşbu biçare prens vehametçe yekdiğerine müsavi iki vukuat-ı mülime karşısında görünüyor biri İngilizlerin hıttâ-i Mısriyye’ye suret-i katiyyede istila ve diğeri mehdînin Kahire’ye kadar vusulüdür. Bu iki tehditli nokta arasında İsmail ile büyük amcası Halim’in hırs ve tamahları baş göstermektedir.

Gerek politikanın ve gerek alakadar olan devletlerle Devlet-i Aliye-i Osmaniye’nin menâfii nokta-i nazarınca mehdîye dair bazı mütâlaât-ı şahsiyemi ve mehdî isminin İslam âleminde hâsıl edebileceği tesiri ve bu mesele-i mühimme hakkında İngiltere Devleti’nin niyyatını ve hidiviyet mansıbına göz dikmiş olanların ümit eyledikleri istifadeyi ilerde bir bendde beyan edeceğim.

Şimdiki halde mehdînin İslam üzerine olan nüfuzunu ve mehdî hakkındaki İslamların suret-i itikadlarını ve bu itikadın esbabını ve mazide husule gelen bu misillü vukuat ile hal-i hazırda mehdîden initizar eylediklerini beyan ve bu makûle şeyler hakkında umûmun dikkatini celb ve efkârını tashiha medar olan birtakım malumatı serdedeceğim.

Mehdî, Arabî bir kelime olup doğru yolu tutmak için cenab-ı hak tarafından ilham olunmuş demektir. Mehdî, bazı gazetelerin iddia eyledikleri gibi bir peygamber değildir. İslamlar mehdîyi büyük peygamberin sülalesinden zâhid ve dindar ve ecdadında madud olan Hz. Peygamber’in sülûk eylediği yola sâlik ve din-i mübin-i İslamiye hürmet ve riâyet eder bir zat nazarıyla bakarlar. Mehdînin Cenâb-ı Hak tarafından olan memuriyet meselesi bidâtları yani teceddüdât-ı diniyeyi mahv ve adâleti teyid ve bütün müminler arasında müsâvâtı icra ve İslam nâmını neşr ile onu dünyanın her tarafından a´la eylemekten ibarettir. Arab lisanında mehdîye “kâimü’l-mühik” ıtlak olunur, yani şeriat-ı İslamiyeyi müdafaa ve muhafaza eylemek üzere büyük peygamber sülalesinden meydana hurûç eden zattır.

Meci-i mehdî hakkındaki itikad cümle-i İslam indinde münteşir olmasıyla beraber hicretin birinci asrından beri mevcut olduğu cihetle fi yevminâ hâzâ eyüce kökleşmiş ve metanet kesbeylemiştir.

Müverrihûn-ı İslamiyyenin en meşhur ve en muteberlerinden olan “Ebkarî” ve “İbnü’l-Esîr” birinci asr-ı hicretin nihayetinde hulâfa-yı Emeviyye’den adaletle şöhret-şiar olup Hz. Peygamber’in akrabasından bulunan Ömer b. Abdülaziz’in bizzat mehdî kendisi olmadığı halde rûz-ı haşirden evvel bir daha zuhur edecek olan Meryem oğlu Hz. Mesih’ten başka diğer bir zatın mehdî olamayacağını tahrir eylemiş oldukları eserlerinde beyan eylemişlerdir.

Müslümanlar bir sıkıntıya düçâr ve din-i mübîn cihetinden bir tehlikeye giriftar yahut bir devlet-i ecnebiye tarafından mahkûm olduklarında kendilerinde meci-i mehdînin intizarı ol kadar kesb-i şiddet eder ki karanlık gecede geniş bir sahrada yolunu şaşırıp kendisine rehberlik edecek bir yıldızın zuhurunu fürûğ-ı sabır ile intizar eden adama müşabih olurlar.

Bundan maada itikâdât-ı mezkûre büyük peygamberleri Hz. Muhammed’in müteaddid ve müsbet olan hadislerine müstenid olup mesela birçok kitaplarda ve ezcümle tarâik-i İslamiye-i erbaa’nın müessislerinden biri olan İmam Ahmed b. Hanbel’in “el-Müsned” nam kitabında ve Seyyid Ali et-Tirmizî’nin “es-Sahîh” nam kitabında ve Müsned-i (Firdânî/Firyâbî [2]), İbn-i Mâce vesâir kitaplarda zikrolunmuştur. İbn-i Haldun’un Mukaddimesi ve diğer çend ulemanın âsârı müstesna tutulmak üzere İslam ulemasının cümlesi mezkûr hadislerin mevsûkiyetini kabul eylemekte müttefiktirler. Bunların kitaplarından anlaşılıyor ki; Hazret-i Sahib-i risalet pek çok yerlerde mehdîden bahseylemiş ve bazen el-Mehdî ve bazen el-Kâim namını i´ta buyurmuş ve “kıyamete yalnız bir gün kalsa bile benim dinimi te’yid ve şeriatımı neşretmeye memur olacak akrabamdan birinin zuhuruna değin Cenab-ı Hak o günü temdid edecektir.” Ve bir diğer hadiste “el-Kâim (mehdî) benim sülalemden gelecek ve sizden hiçbir kevne iyilik esirgemeyecektir.” Ve hadis-i aharda “Mehdî, size Roma hazinelerini verecek ve kürre-i arz kendisine hesapsız servetler arz ve takdim edecektir”. Ve diğerinde “Zulüm ve fesad-ı ahlak âlemde çoklaşıp mümin (İslam) olan zat köleden beter olursa, ol vakit sülalemden olan mehdîye muntazır olunuz”. Ve diğer hadiste dâhi “Akrabamdan olan mehdî fena zamanlarda zuhur edecek ve gadr ve zulüm ile mâlâmal olan âleme nur-ı adalet ve hakkaniyeti neşredecektir. Ve ahirinde de “Eğer Benû Asgar (Hz. Peygamber eski Romalılar demek istiyor) size galebe çalacak olursa familyamdan olan el-Kâim’e muntazır olunuz”. Ve diğer hadiste “Mehdî bizdendir, ismi benim ismim (Muhammed) pederinin ismi benim pederimin ismi (Abdullah) ve validesinin ismi benim validemin ismi (Âmine) olacaktır” deyû tasrih buyurmuşlardır. [3]

Bu kabilden daha pek çok hadisler vardır ki cümlesi mecii-i mehdînin sıhhatini izah ve beyan eder. Cenab-ı Hak tarafından kendilerine ilham olunmuş davasıyla birçok zevat-ı mukaddesenin rivayetleri vardır ki mehdî veya el-Kâim şarktan veya garptan ve Mekke’den veya Kufe’den zuhur edeceğini gösterip zuhurunun zamanını tayin eder. Fakat rivayat-ı mezkûre pek çok ve pek muhtelif olduğu cihetle onların zikrinden sarf-ı nazar etmeyi münasip gördüm.

Bütün asırlarda ve bütün memâlik-i İslamiyede mehdî veya el-Kâim namıyla yüzlerce adamlar zuhur etmiş ve her ne kadar bunların çoğu muradına nâil olmamış ise de bazıları memleketler teşkil edip evlâd ve ahfâdları memâlik-i mezkûreyi birçok asırlar dahi idare etmiştir.

Benû Ümeyye hilafetinin mahvıyla Benû Abbas hilafetini meydana getiren Ebû Müslim el-Horasanî ancak el-Kâim (mehdî) namını almasıyladır ki Merv’de ve Horasan’ın sâir memleketlerinde ahâliyi toplayıp dehşetli bir ordu teşkil edebilmiş ve Benû Abbas’ın birinci halifesi ve büyük peygamber Hz. Muhammmed’in (sav) amcası Abbas’ın hafidlerinden Ebu’l-Abbas es-Seffâh’ı halife nasbetmeye ahâliyi ancak o vasıta ile mecbur etmiştir.

Harun er-Reşid zamanında Edârise memleketini teşkil ve Faris şehrini zaptetmiş olan Muhammed’in hafîdlerinden Büyük İdris dahi ancak el-Kâim namı sayesinde matlûbuna nail olabilmiştir. Ve keza Kahire ve Suriye’yi ve Hicaz ve Yemen’i zaptetmiş olan hulefâ-yı Fâtımiyenin cedd-i a´laları Abdullah’ın o koca memleketi tesis edişi ve bugünkü günde ismini muhafaza eden Mehdî’ye şehrini yaptırışı ancak mehdî sıfatıyla müyesser olmuştur. Reisü’l-Muvahhidîn olan Muhammed, mehdîlik davasıyla kendisine taraftar ittihaz edip fütühâtı Endülüs’e kadar vasıl olmuş ve haleflerine vâsi bir memleket terk etmiştir.

Hulasa-i kelam, mehdî namı altında birçok zâtlar pek parlak ve mühim işler ve müminlerin âleminde pek ehemmiyetli inkılâbât hâsıl etmiştir.

Filvâki şimdiye kadar birçok Mehdîler zuhur etmiş ise de İslamlar yine bir yeni mehdîye muntazırdırlar.

Muhammed’in sülalesinden alettevâlî zuhur eden 12 imama itikad eden Şiiler bir mehdînin gelişinin sıhhati üzerinde Sünniler ile müttefik iseler de şahsiyeti hususunca müttefik olmayıp Muhammed el-Mehdînin büyük peygamberin ahfâdının dokuzuncusu olan Hasan el-Askerî’nin mahdumu olduğunu söylerler.

Ve iddia ederler ki Ebu Muhammed el-Mehdî el-Mütevekkil el-Abbas nam halifenin zaman-ı hükümeti esnasında Samira’da (Bağdat kurbunda bir şehir) tevellüd etmiştir. Bir gün halifenin kendi hakkında olan sû-i niyetinden korktuğundan beş yaşında olduğu halde bir kuyûda saklanmaya karar vermiş ve yetmiş sene esnasında taraftarlarıyla muhabere etmekte bulunmuştur. Bu gaybûbete Şiilerde “el-gaybetü’s suğrâ” yani küçük gaybûbet denir. Şiiler şunu dâhi iddia ederler ki tarih-i mezkûrda mehdî adamlarıyla olan münasebetini kat etmiş, bunlar ise müddet-i hayatını bin seneden ziyade tahmin ederler ki bu ana değin berhayat bulunduğunu itibar ederler. Mezheplerine göre Mekke-i Mükerreme’de mehdî hak ile makam arasında zuhur edecek ve Kûfe’yi (Bağdat kurbunda) merkez ittihaz ederek İslam’ın satvet ve nüfuzu ol vakit şarktan garba kadar yayılacaktır.

İtikâdât-ı mezkûre ne kadar muhtelif olursa olsun her Müslüman kendisine tâbiyet ve uğrunda memâlikiyle beraber hayatını feda etmeye hazır bulunduğu ve bir mehdîye muntazır olduğu muhakkaktır. Bahusus Hint Müslümanları İngiliz hükmü altında nâmütenâhî eziyetler ve sûz-i nak meşakkatler çekmekte oldukları cihetle mehdîye en ziyade muntazır olan onlardır.

Hulasa-i kelam Müslümanlar nezdinde mehdînin nüfuzu yalnız istihsal edebileceği muvaffakiyet-i ahireye menuttur. Seleflerinin hali dahi böyleydi.

Şeyh Cemâleddîn Afgânî

2. Belgenin Sadeleştirmesi

Doğunun en meşhur, zeki ve araştırmacı kişilerinden olup her yönüyle hürmete şayan bulunan Cemâleddîn Afgânî’yi yani İngiltere devleti aleyhine bulunmak üzere hemen Anibal yemini gibi yemin etmiş olan ve adı geçen devletin düşmanı olan kişiyi geçen sene ilk önce Paris ahalisine tanıştıran “Anteran Fischeran” gazetesidir. Dostlarımızdan Rofelen isimli şahsın “Mısır İhtilalinin Hatırası” isimli incelemesinde bahsettiği olay henüz hatırlardan çıkmamıştır.

Bir akşam, Kahire’de Hasan Camii’nde 4.000 kişi huzurunda Şeyh Cemâleddîn, verdiği nutukta İngiliz politikasının en sonunda nasıl sonuçlanacağını üç sene önce adeta bir peygamber gibi ifade etmiş ve uyarmıştı. Ve o zaman, İngiltere Devleti’nin talebi üzerine Hasan Camii’nde hitabet kürsüsüne çıkmış olan bu zat tutuklanıp bir vapura bindirilerek Arabistan sahillerinde bulunan Cidde’ye gönderilmiş ve oradan Hicaz Vilayeti’nin içine doğru çekilerek artık ismi hatırlanmaz oldu

Bundan birkaç ay evvel Şeyh Cemâleddîn, Paris’e gelip, birçok sene yaşadığı ve sonra da gezip dolaştıktan sonra birkaç sene (daha) geçirmiş bulunduğu Hindistan kıtası hakkında birtakım faydalı bilgiler vermiştir. Bu gün ise ortaya çıkışı Müslümanları heyecanlandıran, İngiliz ve Mısır askerini en kanlı mağlubiyetlere uğratan mehdîye dair bir mütalaa göndermeye himmet etmiş olmakla bu mütalaayı bize verildiği gibi, yani hiçbir şey ilave etmeden ve hiçbir şey eksiltmeden yayınlıyoruz. Bahsedilen mütalaayı adı geçen şeyhten daha iyi yazmaya kimsenin gücü yoktur. İslam âlemini kendisinden fazla bilip ve soran, vukuatının gerek Mısır’da ve gerek başka memleketlerde hâsıl edebileceği vahim hadiseleri arza daha iyi anlamaya muktedir diğer bir zat bulunamayacağından bahsedilen mütalaayı kendisinden daha iyi bir suretle tasvire ve yazmaya kimsenin gücü yoktur.

Birinci Bend

Bundan iki sene evvel mehdî sıfatıyla Sudan’da ortaya çıkan Muhammed Ahmed isimli şahsı meçhul olan şahıs General Hicks kumandasında bulunmuş olan askeri fırkayı tamamen yok etmesiyle Avrupa kamuoyunu ızdıraba düşürmüş ve bu gibi olaylar Mısır çevresinde milletin gerçek hislerini akseden ve yayınlayan İngiliz matbuatını bilhassa korkutmuştur.

İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nda karışıklık çıkarmaya sebep olmuş olan bu zafer, Mösyö Gladston’a Nil Vadisi’nde, Lord Biglosfild’in Afganistan’da kazandığı sonuca benzer bir sonucu hazırlamakta olduğu göründüğü gibi, önceki Hidiv İsmail Paşa ile Halim Paşa’ya hırs ve açgözlülük kapısını açmıştır. Bunlardan her birisi İngiltere’nin iltifatını kazanmaya çabalamakta ve hidivlik dayanağını elde etmesi için bahsedilen devletin yardımını şart koşarak ihtilali bastıracağını vaat etmektedir. Mevcut Hidiv Tevfik Paşa’ya gelince gayet güç bir mevkide ve buhranı günden güne artan bir halde bulunuyor. Bu çaresiz prens, sıkıntı bakımından birbirine eşit olan iki feci olay karşısında görünüyor; biri, İngilizlerin Mısır memleketini kati surette istila etmesi ve diğeri mehdînin Kahire’ye kadar gelmesidir. Bu iki tehditli nokta arasında İsmail ile büyük amcası Halim’in hırs ve açgözlülükleri baş göstermektedir.

Gerek politikanın ve gerek ilgili olan devletlerle Devlet-i Aliye-i Osmaniye’nin menfaatleri açısından mehdîye dair bazı şahsi mütalaalarımı, mehdî isminin İslam âleminde oluşturabileceği tesiri ve bu mühim mesele hakkında İngiltere Devleti’nin niyetini ve hidivlik makamına göz dikmiş olanların ümit etikleri istifadeyi ilerde bir bendde beyan edeceğim.

Şimdiki halde mehdînin İslam üzerine olan nüfuzunu ve mehdî hakkındaki İslamların itikat tarzlarını ve bu itikadın sebeplerini ve mazide gerçekleşen bunun gibi olaylar ile şimdiki durumda mehdîden beklediklerini beyan ve bu söylenen şeyler hakkında herkesin dikkatini çeken ve düşüncelerini tashihe yardımcı olan birtakım malumatı anlatacağım.

Mehdî, Arapça bir kelime olup doğru yolu tutmak için Cenab-ı Hak tarafından ilham olunmuş demektir. Mehdî, bazı gazetelerin iddia eyledikleri gibi bir peygamber değildir. Müslümanlar, mehdîyi büyük peygamberin sülalesinden zâhid, dindar ve ecdadı Hz. Peygamber’in yoluna tabi olan, İslam’a hürmet ve riâyet eden bir zat nazarıyla bakarlar. Mehdînin Cenâb-ı Hak tarafından görevlendirildiği meselesi, bidatları yani dinde sonradan çıkan yenilikleri ortadan kaldırmaktan, adaleti teyit etmekten, bütün müminler arasında eşitliği icra etmekten ve İslam ismini yaymak ile onu dünyanın her tarafında yükseltmekten ibarettir.

Arapça’da mehdîye “kâimü’l-muhikk” denir yani İslam şeriatını müdafaa ve muhafaza etmek üzere büyük peygamber sülalesinden meydana çıkan zattır.

Mehdînin gelmesi hakkındaki inanç, bütün Müslümanların nezdinde yayılmış olmakla beraber hicretin birinci asrından beri mevcut olduğu cihetle günümüzde iyice kökleşmiş ve metanet kazanmıştır.

İslam dünyasının tarihçilerinin en meşhur ve en muteberlerinden olan “Ebkarî” ve “İbnü’l-Esîr” hicretin birinci asrının sonunda Emevi halifelerinden adaletiyle meşhur olup Hz. Peygamber’in akrabasından olan Ömer b. Abdülaziz’in kendisi bizzat mehdî olmadığı halde kıyamet gününden önce bir daha ortaya çıkacak olan Meryem oğlu Hz. Mesih’ten başka diğer bir zatın mehdî olamayacağını yazmış oldukları eserlerinde beyan etmişlerdir.

Müslümanlar bir sıkıntıya yakalandıklarında ve dini yönden bir tehlikeye uğradıklarında yahut yabancı bir devlet tarafından mahkûm olduklarında kendilerinde mehdînin geleceği o kadar şiddet kazanır ki karanlık gecede geniş bir sahrada yolunu şaşırıp kendisine rehberlik edecek bir yıldızın çıkışını sabırsızlıkla bekleyen adama benzerler.

Bundan başka bahsedilen inançlar, büyük peygamberleri Hz. Muhammed’in birçok ve müspet olan hadislerine dayanak olup mesela birçok kitaplarda ve bunun gibi İslam’ın dört mezhebinin kurucularından biri olan İmam Ahmed b. Hanbel’in “el-Müsned” isimli kitabında ve Seyyid Ali et-Tirmizî’nin “es-Sahîh” isimli kitabında ve Müsned-i Firdanî/Firyânî, İbn-i Mâce vesâir kitaplarda bahsedilmiştir. İbn-i Haldun’un Mukaddimesi ve diğer birkaç ulemanın eserleri müstesna tutulmak üzere İslam ulemasının hepsi bahsedilen hadislerin sağlamlığını kabul etmekte müttefiktirler. Bunların kitaplarından anlaşılıyor ki; Hz. Peygamber pek çok yerlerde mehdîden bahseylemiş ve bazen el-Mehdî ve bazen el-Kâim ismini vermiş “kıyamete yalnız bir gün kalsa bile benim dinimi teyit ve şeriatımı yaymaya memur olacak akrabamdan birinin çıkışına kadar Cenab-ı Hak o günü uzatacaktır.” Ve bir diğer hadiste “el-Kâim (mehdî) benim sülalemden gelecek ve sizden hiçbir varlığa iyiliği esirgemeyecektir.” Ve başka bir hadiste “Mehdî size Roma hazinelerini verecek ve yeryüzünü kendisine hesapsız servetler arz ve takdim edecektir”. Ve diğerinde “Zulüm ve ahlak bozgunluğu âlemde çoklaşıp mümin (İslam) olan zat köleden beter olursa o vakit sülalemden olan mehdîyi bekleyiniz.” Ve diğer hadiste de “Akrabamdan olan mehdî kötü zamanlarda çıkacak, haksızlık ve zulüm ile dolu olan âleme adalet nurunu ve hakkaniyeti yayacaktır. Ve diğerinde de “Eğer Benû Asgar (Hz. Peygamber eski Romalılar demek istiyor) size galip gelecek olursa ailemden olan el-Kâim’i bekleyiniz.” Ve diğer hadiste “Mehdî bizdendir ismi benim ismim (Muhammed) babasının ismi benim babamın ismi (Abdullah) ve annesinin ismi benim annemin ismi (Âmine) olacaktır” diye açıklamışlardır.

Bu türden daha pek çok hadisler vardır ki hepsi mehdînin geleceğinin doğruluğunu izah ve beyan eder. Cenab-ı Hak tarafından kendilerine ilham olunmuş davasıyla birçok mübarek şahısların rivayetleri vardır ki mehdî veya el-Kâim, doğudan, batıdan, Mekke’den veya Kûfe’den çıkacağını gösterip ortaya çıkışının zamanını tayin eder. Fakat bahsedilen rivayetler pek çok ve pek çeşitli olduğu yönüyle onlardan bahsetmemeyi uygun gördüm.

Bütün asırlarda ve bütün İslam memleketlerinde mehdî veya el-Kâim ismiyle yüzlerce şahıs çıkmış ve her ne kadar bunların çoğu muradına nâil olmamış ise de bazıları memleketler kurup evlat ve torunları bahsedilen memleketleri birçok asırlar idare etmiştir.

Benû Ümeyye hilafetinin yok olmasıyla Benû Abbas hilafetini meydana getiren Ebû Müslim el-Horasanî ancak el-Kâim (mehdî) ismini almasıyladır ki Merv’de ve Horasan’ın diğer memleketlerinde ahaliyi toplayıp dehşetli bir ordu teşkil edebilmiş ve Benû Abbas’ın birinci halifesi ve büyük peygamber Hz. Muhammed’in (sav) amcası Abbas’ın torunlarından Ebu’l-Abbas es-Seffâh’ı halife tayin etmeye ahaliyi ancak o vasıta ile mecbur etmiştir.

Harun er-Reşid zamanında Edârise (İdrisiler) memleketini kurmuş ve Faris şehrini zaptetmiş olan Muhammed’in torunlarından Büyük İdris de ancak el-Kâim ismi sayesinde talebine nail olabilmiştir. Ve keza Kahire, Suriye’yi, Hicaz ve Yemen’i zapt etmiş olan Fâtımî halifelerin büyük dedeleri Abdullah’ın o koca memleketi kurması ve bugünkü günde ismini muhafaza eden Mehdiye şehrini yaptırması ancak mehdî sıfatıyla gerçekleşebilmiştir. Muvahhidînlerin (yalnız Cenab-ı Hakk’a inananlar) reisi olan Muhammed, mehdîlik davasıyla kendisine taraftar toplayıp zaferleri Endülüs’e kadar ulaşmış ve haleflerine geniş bir memleket terk etmiştir.

Sözün kısası, mehdî ismi altında birçok zat, pek parlak ve mühim işler ve müminlerin âleminde pek ehemmiyetli değişimler meydana getirmiştir.

Gerçekten şimdiye kadar birçok mehdî çıkmışsa da İslamlar yine yeni bir mehdîyi beklemektedirler.

Muhammedin sülalesinden arka arkaya ortaya çıkan on iki imama inanan Şiiler, bir mehdînin gelişinin sıhhati üzerinde Sünniler ile müttefik iseler de şahsiyeti hususunca müttefik olmayıp Muhammed el-Mehdînin büyük peygamberin torunlarının dokuzuncusu olan Hasan el-Askerî’nin oğlu olduğunu söylerler. Ve iddia ederler ki Ebu Muhammed el-Mehdî el-Mütevekkil el-Abbas isimli halifenin iktidarı zamanında Samira’da (Bağdat yakınında bir şehir) doğmuştur. Bir gün halifenin kendi hakkında olan kötü niyetinden korktuğundan beş yaşında olduğu halde bir kuyuda saklanmaya karar vermiş ve yetmiş sene süresince taraftarlarıyla haberleşmiştir. Bu kaybolmaya Şiilerde “el-gaybetü’s suğrâ” yani küçük kayboluş denir. Şiiler şunu da iddia ederler ki bahsedilen tarihte mehdî adamlarıyla olan münasebetini kesmiş, bunlar ise yaşam süresini bin seneden fazla tahmin ederler ki bu ana kadar sağ olduğunu kabul ederler. Mezheplerine göre Mekke-i Mükerreme’de mehdî hak ile makam arasında çıkacak ve Kûfe (Bağdat yakınında bir şehir)’yi merkez edinerek İslam’ın kuvveti ve nüfuzu o vakit doğudan batıya kadar yayılacaktır.

Bahsedilen inançlar ne kadar muhtelif olursa olsun her Müslüman’ın kendisine bağlanmaya ve uğrunda tüm varlığıyla beraber hayatını feda etmeye hazır bulunduğu ve bir mehdîyi beklediği muhakkaktır. En çok Hint Müslümanları, İngiliz hükmü altında sonsuz eziyetler ve üzücü meşakkatler çekmekte oldukları yönüyle mehdîyi en çok bekleyen onlardır.

Sonuçta Müslümanlar nezdinde mehdînin nüfuzu, yalnız k

Fransada Anteran Fischeran gazetesinde yayınlanan makalenin Metninin Tercümesidir (Transkiriptini ve sadeleştirilmiş halini verdiğimiz bu arşiv belgesi, Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşamış olan Şeyh Cemâleddîn Afgânî’nin İslam tarihi açısından dini ve siyasi bir hareket olan mehdîlik ile ilgili bir takım bilgiler verip bazı değerlendirmelerde bulunduğu, Fransa’da yayın yapan “Anteran Fischeran” gazetesinde çıkan bir makalesidir. Osmanlı devleti geleneği gereği, topraklarında yaşanan bazı siyasi ve dini olaylarla ilgili bilgi ve değerlendirmeler içeren bu makaleyi tarihi bir belge olarak Osmanlıcaya çevirtip arşivlemiştir.)
Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort