Hit (4785) M-213

Muasır Hıristiyanlığın İslama Bakışı

Yazar Adı : İlim Dalı : Kelam
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-07-04 Güncelleyen : /0000-00-00

Muasır Hıristiyanlığın İslâm'a Bakışı

Kur’ân-ı Kerim, Ehl-i Kitap'tan bahsetmeye başladığı Mekkî vahiylerin son devresinden itibaren, onlara ayrı bir yer vermiş ve haklarında ilkin şöyle buyurmuştur Ehl-i Kitap'tan zulmedenler bir yana, onlarla en güzel şekilde mücadele edin, şöyle deyin Bize indirilene de, size indirilene de inandık; bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir. Biz O'na teslim olmuşuzdur (Ankebut, 46). Böylece, ilâhî vahye inanan ve ona istinad ettiklerini iddia eden dinlere, R. Arnaldez'in tabiriyle, tarihin şahid olduğu en büyük ökümenik (oecumenique)(1) davet başlatılmış oluyordu. Kur’ân'ın onlardan istediği, sadece -kendi ellerinde bulunan ilâhî kitaplarda geleceği bildirilmiş olan- daha önceki peygamberleri ve kitapları tasdik eden, son Resûlü de (a.s.m) kabul etmeleri idi.
Kur’ân, muteakiben Hıristiyanlara biraz daha yaklaşarak, onların şu hususiyetlerine işaret etti Mü'minlere en yaman düşman olarak yahudileri ve (Allah'a) ortak koşanları bulursun. Mü'minlere sevgice en yakınları da Biz nasarayız (Hıristiyanlarız) diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar. Resûle indirileni (Kur’ân'ı) dinledikleri zaman, tanıdıkları gerçekten dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Onlar derler ki Rabbimiz, inandık, bizi de şahitlerle beraber yaz! (Maide, 82-83).
Ayrıca Kur’ân, birçok ayetlerinde diğer peygamberlerin ve Hz. İsa'nın insanlara hep tevhidi tebliğ ettiklerini, Hz. İsa'nın da kendisinin Allah'ın kulu olduğunu bildirdiğini ilan ediyordu. Hz. İsa'nın doğumunu, bebekliğini, hayatını ve dünyadan ayrılmasını bazı mucizevî hadiselerin çevrelemesinin, onu beşeriyet planından Uluhiyet planına çıkarmak için sebep teşkil etmeyeceğini anlatıyordu.
Hıristiyanlar tarafından yapıldığını açıkça zikretmeksizin Kur’ân, Allah'a oğul isnad edenleri reddetti (Bakara, 116 v.b.) ve Hıristiyanların bu imadan ders alarak şirk bulaşıklarından temizlenmelerini istedi (Zira işaret edilen ayet, Ehl-i Kitap'tan bahseden bir muhteva içinde yer alır). O zamanki Hıristiyanların birçoğu bu üsluptan paylarını almayıp Hz. İsa'nın tanrılığında diretince, De ki Ey Ehl-i Kitap, dininizde taşkınlık etmeyin, Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri söylemeyin (Nisa, 171) buyurularak Hz. İsa'nın, Allah'ın kulu ve Resûlü olduğunu ikrara irşad olundular. Onlar bundan vazgeçmeyince, Kur’ân onu tanrılaştırmanın küfür olduğunu kesin olarak açıkladı.
Hicretin dokuzuncu yılında, Necran Hıristiyanlarını temsil eden kalabalık bir heyet Medine'ye geldi. Heyette Necran Hıristiyanlarının dinî ve dünyevi liderlerinin yanısıra birçok seçkin şahsiyet de bulunuyordu. Gayeleri, İslâm'ın Hıristiyanlığa yönelttiği tenkidleri tartışmak idi. Hey'et Hz. Peygamber tarafından iyi karşılandı, hatta Mescid-i Nebevi'de dinî ayinlerini yapmalarına imkân verildi. Sonra onlar Hz. İsa’nın mahiyeti hakkında münakaşaya başlayıp, tanrılığında ısrar ettiler. Bu sırada Hz. Peygambere gelen vahiyde şu mealdeki âyet indirildi Onun (Hz. Îsa'nın) hakkında sana gelen ilimden sonra, kim seninle münakaşaya kalkışırsa de ki Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra lanetleşelim de, Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim (Ali İmran, 61). Ayetin emriyle Hz. Peygamber, din mantığının bu nihâî çözüm şeklini teklif eder. Bu kesin ve kararlı iman tavrı, muhatapları ürkütür. Aralarında görüşüp danışmak için izin isterler, bir tarafa çekilip konuşurlar. Hz. Muhammed (a.s.m)'in Peygamber olduğunu veya -kendilerince olabileceğini- göz önüne alarak, yani kendilerinden ziyade onun haklılığına içten içe inanarak, onunla lanetleşmenin kendilerine büyük felaketler getireceğini düşündüklerinden neticede teklifi kabul etmezler, cizye vermeye razı olup, memleketlerine dönmek istediklerini, yalnız bazı dünyevî işlerinde aralarında hakemlik edecek emin bir şahsın kendilerine gönderilmesini arzu ettiklerini bildirirler. Hz. Peygamber Ümmetin emini olan Ebu Ubeyde'yi bu işle görevlendirir ve onlara bir ahitname verir.
İslâm-Hıristiyan diyalogu Hz. Peygamber zamanında bu şekilde noktalanmış olup onun tarafından yapılmış ve Kur’ân ile ebedileşmiş şu davet, açık bulunmaktadır. Deki Ey Ehl-i Kitap! Gelin bizimle sizin aranızda müşterek olacak söze Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah'tan başka Rab edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse Bizim (Allah'a) teslim olduğumuza şahid olun deyin (Ali İmran, 64).
Zimmî statüsündeki Ehl-i Kitap, tarihte müslüman ülkelerde istisnalar dışında, -unutmamalıdır ki, istisna, muttarid kaideyi gösterir- iyi muamele görmüş, mühim memuriyetlere, hatta bazıları bakanlığa (vezirliğe) getirilmiştir. M. Hamidullah bu konuda şöyle diyor Sadece eski zamanda değil, insan hakları beyannamesinin ve benzeri hümanist iddiaların aksine, bugünkü Batı dünyasında yaşayan müslüman azınlıklar, zimmîlerin statüsüne razıdırlar, ama bunu henüz bulamamaktadırlar.
Fikir planında diyalogu kesen Hıristiyanlık âlemi, İslâm'ın yayılmasına şiddet kullanarak karşı koydu. Fakat İslâm daveti, insanların gönüllerini fethederek ilerledi. Hıristiyanlık, kendi kutsal mekânında bile tutunamadı. İslâm'a karşı takındığı menfi tavır, artarak ilerledi (). Yirminci yüzyılın son yarısında, Papalık yeni bir dönem başlatmak istedi.

Vatikan II. Konsili ve İslam
Papa II. Paul'den (Ö.1471) Papa VI. Paul'e (Ö. 1978) kadar Hıristiyanlık âlemi, müslümanlar aleyhinde beddua ederdi. Papalık, müslümanların topraklarını, özellikle eskiden Hıristiyanlığın yayılmış olduğu ülkeleri alarak, oraları Hıristiyanlaştırma peşinde koşup durmuş ve bundan ötürü Avrupa devletlerinin sömürgeci teşebbüslerini de alkışlamaktan geri durmamış, hatta bazen onlarla müşterek hareket etmiştir. Papalık, bu perspektif içerisinde İslâm’ı tanımaya ilgi duymuştur. Papa VIII. Urbain (1623-1644) Propaganda Koleji denilen bir müessesede, İslâm'ın öğretilmesine izin vermişti. XV. Benoit (1914-1922) tarafından Papalık Şark Enstitüsü kurulmuştur. XI. Pie (1922-1939), Giritli olup Mehmed Ali adını taşıyan ve sonradan irtidad ederek Hıristiyanlığa giren ve Paul Mulla ismini alan şahsı, 1929'da İslâm müesseseleri tarihi derslerini okutmakla görevlendirmiştir. Eski papalardan birçoğu İslâmiyet'i hurafe saydığı gibi, çağdaş papa XI. Pie de (1922-1939) müslümanlarla müşrikler arasında hiçbir fark gözetmezdi. İlk tashih alâmeti olarak, müslümanların Tanrı düşmanı sayılamayacağını söylemek, ondan sonraki papa XII. Pie'ye (1939-1958) nasib olmuştur.
Kendisine diyalog papası lakabı verilen VI. Paul (1963-1978), selefi XXIII. Jean'ın (1958-1963) hazırladığı, dünyaya açılma yolunda yürümeye çalışmıştır. VI. Paul ünvanıyla papalığa gelecek olan, Giovanni Battista Montini, Milano arşöveki iken, L. Massignon ve Jean Mohammed Abdeljalil ile temasları olmuştu. İslâm hakkında onlardan bilgi edinmiş olmalıdır. VI. Paul'un Türkiye ve Kudüs seyahatleri de, İslâm dünyasına karşı değişik bir tutum izlediğini göstermişti. VI. Paul, ecclesiam suam tamiminde, Kilise merkezi etrafında dört halka görür ve bütün bu halkalarla diyalog kurulmasını ister. En genişinden başlayarak bu halkalar şunlardır 1-Bütün insanlar, 2-Allah'a ibadet edenler, 3- Hâlâ bizden ayrı bulunan kardeşler (yani Katoliklik dışındaki Hıristiyanlar), 4-Katolik Hıristiyanlık. Papa, İslâmiyet'i, ikinci halkada görmektedir.
Katolik müsteşriklerin, İslâm hakkındaki çağdaş birçok incelemelerine rağmen, İslâm konusunda görüşme açılmasının II. Vatikan konsilinin programında derpiş edilmediği, bazılarınca söylenmektedir. Söyleyenler, işin gerçeğine vakıf olması beklenen kimseler ise de, Kilisenin, uzun tarihi boyunca girişmekten kaçındığı son derece hassas bir konuya, hazırlıklarını tamamlamaksızın, damdan düşercesine girmeyi kabul etmesi de, nerdeyse imkânsız görünmektedir. Onlara göre, konsilin ikinci safhasında, oecumenisme konusundaki beyannameye ek olarak, Yahudilik hakkında da bir beyanname yayınlanması teklif edilmişti. Yahudiler karşısında, Katolikliğin tutumunun ne olacağı görüşülmeye başlanınca, bazı piskoposlar, öbür dinlerden ve özellikle İslâm'dan bahsedilmeksizin, Yahudilik'ten bahsedilemeyeceğini ileri sürdüler. İslâm hakkında iki görüşten daha çok ifade edileni, geçen asırların apolojetik eğilimini sürdüren olumsuz tutum idi. Buna göre İslâm, reddedilmesi gereken mutlak bir yanlış olup, Hıristiyanlık için, kendisiyle mücadele edilmesi lâzım gelen bir tehlikedir. Öteki görüş ise, İslâmiyet’te bazı hakikat pırıltıları bulunduğuna ve Hıristiyanlıkla olan benzerliklerini kabul edip, bunların geliştirilmesi gerektiğine kanî idi. Neticede, İslâm ülkelerinde yaşayan bazı piskoposların itirazı sebebiyle, İslâm hakkında âdil bir tutum takib edilmesi meselesi ortaya çıktı. Bundan sonra, konsil çalışmaları içinde çok az bir yer tutmakla beraber, Kilise'nin İslâm'a bakışı bakımından hayli önemli olan iki metin hazırlanıp oylandı.
Konsilin, 1964 yılında oturumlarına ara vermesi sırasında, Hıristiyanlık dışında kalan dinlerle ve bu cümleden olarak İslâmiyet'le ilgili hazırlıklar yapacak komisyonlar kurulmuştu. Neticede, iki sahifeden ibaret olan, Yahudiler ve Hıristiyan Olmayanlar Hakkında Beyanname tamamlandı. Beyannamenin birinci sahifesi Yahudilere tahsis edilmişti. İslâm'dan bahseden paragraf ise şöyle idi
Kardeşlerimize karşı bu sevgi ile harekete geçerek, -birçok noktada bizimkinden farklı da olsa- bu dünyaya gelen her insanı aydınlatan Hakikatin () ışığını yansıtan fikir ve doktrinleri de büyük bir saygı ile nazar-ı itibara almaktayız. Bundan ötürü her şeyden önce Tek, Zatî (personnel), işlerin karşılığını verecek olan Tanrı'ya ibadet eden ve bize, dini mânâ ve beşerî kültürün sayısız mübadeleleriyle çok yakın olan müslümanlara anlayışımızı ifade ediyoruz.
Konsilin birinci döneminden sonra, 20 Haziran 1963 günü papa seçilen VI. Paul, konsile verilen bu ara esnasında kutsal yerler! (Kudüs, Amman) ziyaret etti. Orada, müslümanları dostça selâmladığını ifade etti. 1964 yılında, Hıristiyan olmayanlarla ilgili bir daire başkanlığı kuruldu. Daha sonra, İslâmiyet'i, öbür dinlerle bir tutmanın doğru olmayacağı düşünüldüğünden olacak, bir süre sonra 1 Mart 1965 günü İslâmiyet için, buna bağlı bir başkan yardımcılığı ihdas edildi. Bu müessese, konsile bağlı değildi. Ancak, mezkur beyannameyi hazırlayan Birleşik Komisyonun, İslâm için kurulan alt komisyonu konsile bağlı idi. Bu alt komisyonda, Kahire'deki Şark Tetkikleri Dominiken Enstitüsü (l'lnstitut dominicain de'etudes orientales) ile Tunus'taki Papalık Şark Tetkikleri Enstitüsü mensuplarından bazılarına görev verilmişti.
Hıristiyanların, öteki dinlerin mensuplarıyla münasebetlerini ihtiva eden kısımda (la Consitution sur l'Eglise, Lumen Centium, no 16) yer almak üzere hazırlanan ilk metinde, Yahudilerden söz edildikten sonra, şöyle deniliyordu
(Hz.) İbrahim'i ata olarak kabul eden, aynı zamanda (Hz.) İbrahim'in Tanrısına inanan (Hz.) İsmail oğulları da. Atalara () yapılan Vahye yabancı değildirler. Mutedil olmasına rağmen, bu metine, yüzlerce konsil üyesi itiraz etti. Zira metin, Hz. İsmail, İslâmiyet ve Hıristiyanlıktaki vahiy anlayışı arasında münasebet kuruyordu. Lumen Centium metninin konsildeki raportörü Mgr. Garrone, anılan metnin reddedilmesinin sebebini şöyle izah ediyordu İsmail oğulları sıfatı münakaşalıdır. Objektif olarak, müslümanlar, Atalara yapılan Vahye malik değildirler. Bu anlayış, Kur’ân vahyini, Yahudi ve Hıristiyan vahyi dışında görüp, böylece onu kabul etmediğini ortaya koyuyordu.
Daha sonra yapılan değişikliklerle, metin şu şekilde kabul edildi Necat temennisi. Yaratıcıyı kabul edenlere, birinci derecede, (Hz.) İbrahim'in imanına sahib olduklarını ifade eden ve Ahiret'te insanlar hakkında hüküm verecek olan, Tek ve Merhametli Tanrı'ya, bizimle birlikte ibadet eden müslümanlara da şamildir.
Nihai olarak benimsenen bu metin, Hıristiyanlarca tartışmalı konuları (Hz. İsmail ile İslâm arasındaki münasebet, Hz. İbrahim'in müslümanların atası olması gibi) zikretmekten kaçınmıştır. Müslümanların, İbrahim'in imanına sahib olduklarını ifade eden kimseler olduğu belirtilmekte ve bunun, müslümanların sübjektif bir iddiaları olduğu fikri vurgulanmakta, objektif geçerliliği hakkında herhangi bir şey söylenmemektedir. Buna mukabil İslâm, Hıristiyanlarca muteber olan Yahudi ve Hıristiyan kaynağı dışındaki tevhid dinlerinin birinci sırasına yerleştirilerek ve onlar için cesurâne diye nitelendirilebilecek bir şekilde, müslümanlarla Hıristiyanların aynı Tanrı'ya ibadet ettikleri, Tanrı'ya, bizimle birlikte ibadet eden cümlesiyle belirtilmektedir.
Vatikan II. konsilinin, Hıristiyanlık dışı dinlerle ilgili ikinci metni, ilk önce Yahudiler ve Hıristiyan Olmayanlar Hakkında Beyanname başlığıyla hazırlanmıştı. Ancak, metnin Yahudilere imtiyaz tanıyan başlığına itiraz edildi. Ayrıca, gerek doğudan gerek batıdan birçok piskopos, İslâm'a verilen yerin az olduğunu, bunun genişletilmesi gerektiğini ifade etti. Neticede, beyannamenin başlığı Kilisenin, Hıristiyanlık Dışındaki Dinlerle Münasebetlerine Dair Beyanname haline gelecek ve İslam'la ilgili kısım genişletileceği gibi, daha önce belirtilen iki önemli hususta da değişiklik olacaktır. Nihai metin, müslüman iman ve ibadetinin ana hatlarını ortaya koymakta, hem Hıristiyanları hem de müslümanları, geçmişin ihtilaflarını unutmaya, diyaloga ve İnsanlığın iyiliği için yardımlaşmaya çağırmaktadır.
Kilise'nin Hıristiyanlık Dışındaki Dinlerle Münasebetlerine Dair Beyannamesi (Nostra Aetate), bir yerinde, Hıristiyanın öbür dinlere bakışı hakkında, şu prensibi koymaktadır Doğru ve iyi olan her şeyi, Tanrı'dan gelmesi itibariyle kabul etmeli, fakat, syncretisme'den kaçınmalı (yani dini, yamalı bohça haline getirmemeli, bir başka deyişle, dinlerin birleştirilmesine gitmemeli). Bundan ötürü, şimdi zikredeceğimiz, müslümanlar hakkındaki kısmı da, bu açıdan değerlendirmek gerekir. Metnin tercümesi şöyledir
Keza, Kilise Tek (Ehad), Hayy, Kayyum, Rahman, Kadir, göklerin ve yerin Yaratıcısı olan ve insanlara hitabeden Tanrı'ya tapan müslümanlara da önem verir. Onlar, bütün ruhlarıyla, Tanrı'nın takdirine -gizli de olsa-, boyun eğmeye gayret ederler, aynen -İslâm inancının memnuniyetle kendisini nisbet ettiği- (Hz.) İbrahim'in, Tanrı'ya inkiyad edişi gibi. Onlar (Hz.) İsa'yı, Tanrı olarak kabul etmeseler de, onu Peygamber olarak tebcil ederler. Onun, bakire annesi Meryem'e saygı duydukları gibi, bazen de dini bir duygu ile kendisine yakardıkları bile vakidir. Üstelik onlar, Tanrı'nın, diriltilecek olan bütün insanlara, işlediklerinin karşılığını vereceği Ahiret gününü de beklemektedirler. Böylece onlar, ahlâki hayata değer vermekte ve Tanrı'ya, namazla, zekat ve sadaka ile oruçla ibadet sunmaktadırlar.
Her ne kadar, asırlar boyunca, Hıristiyanlarla müslümanlar arasında birçok anlaşmazlıklar ve düşmanlıklar ortaya çıkmış ise de, konsil, hepsini, geçmişi unutmaya, samimi olarak karşılıklı anlayışa gayret göstermeye ve bütün insanlar için sosyal adaleti, ahlâki değerleri, barış ve hürriyeti birlikte korumaya ve geliştirmeye teşvik eder.
Metin, iki din arasında müşterek veya yakın olan noktalara temas etmekte fakat Hz. İsa'nın, Hıristiyanlarca Tanrı sayılması hususu gibi temel bir farka da dikkati çekmektedir. Ayrıca, müslümanları ve Hıristiyanları, bugün insanlığın en çok ihtiyaç hissettiği alanlarda yardımlaşmaya çağırmaktadır. Bu önemli metni tahlil etmek, yerinde ve gerekli olacaktır.. Metin, müslümanlardan bahsediyor; tâli isim ise, İslâm dinidir. Fakat konsil, genel bir kural olarak, tâli isimlerin metinden sayılmayacağını, bunların sadece esas terimin mânâsını açıklayacağını belirtmişti. Şu halde konsilin din olarak İslâm'dan değil de, insan olarak müslümanlardan söz etmesi, pek anlamlıdır. L Gardet, G. Anawati gibi zatların düşüncelerinin, konsil metnine, böylece yansıdığı anlaşılıyor. Onlara göre, İslâm ile din olarak diyalog mümkün değildir; ancak fert olarak müslümanlarla diyalog kurulmalıdır. Kilise (...) müslümanlara önem verir ifadesi, sıradan bir cümle olmakla birlikte, Hıristiyanlığın en büyük otoritesi olan konsil kararında böyle bir ifadenin yer alışı, son derece önemlidir. Zira böyle bir tavır alış, ondört asırda ilk defa vâki olmaktadır. Daha önce hazırlanan taslakta bunun yerine, (...) büyük hürmet duyar deniliyordu.
Uluhiyyet inancına gelince Tek Tanrı'ya iman ve O'na kulluk, İslâm'ın temelidir. Hıristiyanlıkta da durum böyledir. Ancak onlar, Allah'ın birliğinin, kendilerinin Hıristiyan sırrı dedikleri üç uknumda tezahür ettiğini kabul etmekle, temelde mühim bir ayrılık ortaya koyarlar. Keza hıristiyanlar, müslümanların Allah Taala hakkında kabul ettikleri her vasfı O'na nisbet etmedikleri gibi, müşterek olan vasıflara da, müslümanların verdikleri mana ve muhtevayı vermezler. İşte bundan dolayıdır ki, Konsil, her iki dinin müştereken kabul ettiği ve İslâm'ın çok önem verdiği bazı ilâhi vasıfları (Hayy, Kayyum) ihtimamla seçerek zikretmiştir. Metnin ilk şeklinde Hayy, Kayyum yerine, zatî (personnel) vasfı bulunuyordu. Daha sonra, Allah Taala hakkında bu vasfın İslâm inancında da fikir olarak mevcud olmakla birlikte, terim olarak tercüme edilemeyeceği farzedildiğinden, metinden çıkarılması uygun görülmüştü.

Rahman, Kadir vasıfları, müslümanların en çok zikrettiği iki ilâhi isimdir. Ayrıca, İslâm'daki Uluhiyyet inancında, sınırsız merhamet ve mutlak kudret kavramlarının da, kendi aralarında dengelendikleri gösterilmek istenilmiştir. Rahman vasfı ilk metinde yer almıyordu, sonradan ilave edildi. Öyle anlaşılıyor ki, bundan gaye, beyannamenin hedefine ulaşmasıydı. Belki de, Allah Teala'yı bu vasfıyla tanıtan Kur’ân'ın da müslümanları, öbür dinlerin mensuplarına karşı şefkate çağırdığı hatırlatılmak isteniyordu.
"Göklerin ve Yerin Yaratıcısı" vasfı, Kur’ân-ı Kerim'in çokça kullandığı vasıflardan biridir; Hıristiyanlıkta da vardır. Allah ile insan arasındaki münasebetlerin temelini, her iki dinde de, Allah'ın bu vasfını kabul etmek teşkil eder.
Allah Teala'nın buradaki vasıfları arasında en önemlisi, "insanlara hitab eden" sıfatıdır. İlk metinde "insanlara, peygamberler vasıtasıyla hitabeden" şeklindeydi. İlahiyat komisyonu, bu kaydı reddetti. Zira bu durumda, Allah'ın, Hz. Muhammed vasıtasıyla insanlara hitab ettiği, hıristiyanlarca kabul edilmiş olacaktı. Fakat ifadenin son şeklinde, İslam'ın vahye dayanıp dayanmadığı hakkında, herhangi bir değer hükmü verilmemiş olmaktadır. Diğer taraftan, nübüvvet mefhumu, iki dinde farklıdır, yani peygambere verilen özellikler, İslâmiyet'te ve Hıristiyanlık'ta tamamen aynı değildir. Bundan ötürü nihai redaksiyonun yaptığı iş, müslümanların inandıkları Uluhiyyetin, bazı filozofların tasavvur ettiği tanrı gibi varlığı, sırf akılla düşünülen, insanlarla ilgisi olmayan bir tanrı olmadığını belirtmek olmaktadır. Müslümanların, Allah'ın "Kelam" sıfatına inandıkları ortaya konulmakla birlikte, ilâhi kelamın muhtevası hususunda, iki din arasında müşterek noktalar olup olmadığı zikredilmemektedir. Konsil metninde İslâm'ın temeli olan Resulullah (a.s.m)'a dair hiçbir değer hükmü bulunmamaktadır.
Daha sonra, İslâm'ın Allah'ın iradesine aktif bir inkiyad olduğu anlatılarak "Onlar, bütün ruhlarıyla, Tanrının takdirine -gizli de olsa-, boyun eğmeye gayret ederler" ifadesiyle, İslâm inancının ihtiva ettiği teslimiyet sırrı belirtiliyor. Yani bu imanın, makûl olmakla beraber, aklî olmayıp, aklı aştığı dile getiriliyor. Arkasından, bu itaat ve teslimiyetin örneğinin Hz. İbrahim olduğu bildiriliyor: "Aynen -İslâm inancının memnuniyetle kendisini nisbet ettiği- (Hz.) İbrahim'in, Tanrı'ya inkiyad edişi gibi". Dikkati çeken nokta, Hz. İbrahim'in, müslümanların nesebi yönünden atası olarak değil, bir teslimiyet tipi ve örneği şeklinde zikredilmesi, hele hele Hz. İsmail ile müslümanların ilgisinin kurulmamasıdır. Bunda, arap ırkı dışında da müslümanların mevcud olduğunun gözönüne getirilmiş olması müessir olduğu gibi, Tevrat'ın Tekvin babında (21, 18) İsmail oğullarına yapılan va'di, müslümanlara uygulamaktan kaçınma endişesinin de rol oynadığı anlaşılıyor. "İslâm inancının memnuniyetle kendisini nisbet ettiği (Hz.) İbrahim" denilmekle, bu nisbetin sübjektif, yani "müslümanların iddiaları olduğu ihsas ediliyor, böylece İslâm'ın, Hz. İbrahim ile ilgisi konusunda objektif bir hüküm verilmemiş oluyor.
Müslümanların Hz. İsa'yı, sadece peygamber olarak kabul ettikleri belirtiliyor ki, doğrusu da budur. Gerçi Hz. İsa'nın dünyaya gelişi, çocukluğu, dünyadan ayrılışı, dünyaya tekrar döneceğine dair inanç ona bir hususiyet vermektedir; fakat bunlarda, onun tanrılığına delil aramak yersizdir. Tarihte, hırıstiyan münazaracıların, Kur’ân'ın, Hz. İsa hakkında kullandığı "O'nun (Allah'ın) kelimesi", "O'ndan bir ruh" (Nisa, 171) vasıflarını, kendi iddialarını müslümanlara kabul ettirmek için "delil" olarak öne sürmeleri, müslümanlara hiç de tesir etmemiştir. Bundan ötürüdür ki, Konsil'de, müslümanların, Hz. İsa'yı bu vasıflarıyla kabul ettiklerinin metine dahil edilmesi teklif edilmişse de, neticede benimsenmemişti. Zira bu vasıfların İslâm'da, hıristiyanların onlara verdiği mânada tamamen başka şekilde anlaşıldığı gözönüne getirilmiştir. Konsil'in beyannamesinde bunlara yer vermek, gerek müslümanlar gerek hıristiyanlar nezdinde, müşterek bir anlayış havasından ziyade, yanlış anlayışlara ve kötü zanlara yol açardı. Bu cümleden olarak, müslümanların da "bu kavramlara, hıristiyanların inandığı tarzda inandıkları düşüncesini verebilirdi.
Fakat Konsil, bu ağırbaşlılığı, maalesef Hz. Meryem hakkındaki kayıtta koruyamamıştır. Müslümanların, "Hz. İsa'nın bakire annesi Meryem'e saygı duydukları" doğrudur. Hz. İsa'nın, ilâhi kudretle, babasız olarak dünyaya geldiği konusunda, İslâm'da en ufak bir tereddüt yoktur ve İslâm, bu inançta, Hıristiyanlık'la müşterek olan tek dindir. Hatta Hıristiyanlık, Hz. İsa'nın biyolojik anlamda gerçek bir babası olmasa da onun Yusuf adındaki manevi (üvey) babasının olduğunu kabul ettiği halde, İslâm böyle bir durumdan asla bahsetmez. Fakat yine kesindir ki, İslâm'da Allah'tan başka hiçbir varlıktan istimdad etmek, ona yakarıp dua etmek de yoktur. Gerçi Konsil, İslâm'dan değil, hep "müslümanlar"dan bahsediyor. Ama diyalog kurmak istenilirken, dinde kesinlikle bulunan inançlardan hareket etmek gerekirdi. (Bu da, müslümanlardan bahsetmenin, daha önce programlanmayıp Konsil esnasında ortaya çıktığını söyleyenleri desteklemektedir). Nitekim müslümanların da, Hıristiyanlığı din olarak incelerken (bilindiği gibi bu tabir, aynı zamanda "hıristiyan olan insanlar" anlamında da kullanılmaktadır; nasıl ki "İslâm" tabiri de böyledir), halk dindarlığının bazı tezahürlerine göre hüküm vermeleri doğru olmaz. Müslümanlardan bahseden konsil metninde, Hz. Meryem hususunda: "bazen de dinî bir duygu ile ona yakardıkları bile vakidir" denilmesi, "bazen de" zarfının sınırlamasına rağmen, ciddiyetsizliktir. Konsili bu konuda yanıltan da on yıl kadar İzmir piskoposluğunu yapmış olan Mgr. Descuffi olmuştur. Descuffi, 29 Eylül 1964 günü, söz alarak: "Müslümanlar, Bakire'nin babasız doğurduğunu, salah ve iffetini kabul ederler, samimi surette dindarca ona yakarırlar, itimadla ondan ister, olağanüstü nimetlere, şifalara ve hatta diyebilirim ki, mucizelere nail olurlar. Bildirdiğim hususlar, takdir edilmek arzusuyla söylenmiş, tahayyül ve mübalağanın semeresi değil, Efes şehrinde on yıllık bir tecrübenin gözlerimle gördüğüm meyvesidir. On seneden beri, yılda yüz bin müslümanın, bir o kadar hıristiyanla ve beraber olarak -ki bu tezahürün meydana geldiği tek yer de orasıdır-. Bakire, Meryem'i tazime geldiğini görüyoruz" (R. Caspar, Les relations de l'Eglise avec les religions non chretiennes, Paris, Cerf, Unam Sanctam 61. 1966, s. 224, n.65. Bu bilgileri veren R. Caspar, Konsile iştirak etmiş olup, İslâm hakkındaki metinlerin hazırlanmasında uzman olarak görev almıştır. Papalığın, "İslâm'la Münasebetler Dairesi Başkan Yardımcılığı" makamını uzun müddet deruhde etmiştir). Bazı "müslümanlar" bunu yapıyorsa, böylesi "müslümanlar" bunun gibi daha nice sapıklıklar da irtikâb etmektedirler. Tuhaftır ki, Konsil'in İslâmi incelemeler yapmış olan uzmanları buna müdahele etmemişlerdir (belki de müdahele ettikleri halde nazar-ı itibara alınmamışlardır).
Kaldı ki, hıristiyanların, Hz. Meryem'e yakarışlarının dayanağı, onu "Tanrı'nın annesi" kabul etmeleridir. Halbuki müslümanların bunu kabul etmeleri imkânsızdır.
Ahiret inancıyla ilgili madde müslümanların, bütün insanların Allah tarafından diriltileceklerine ve O'nun tarafından, işlediklerinin karşılığını bulacaklarına inandıklarını belirtmektedir. İslâm'ın ahiret hayatı hakkında temel inancı da budur ve bu inanç Hıristiyanlık'ta da vardır. Oylama sırasında metnin kolayca çıkması için veya öz söylemek düşüncesiyle Cennet, Cehennemden ve onların durumlarından bahsedilmemiştir.
"Böylece onlar, ahlâki hayata değer vermekte" kısmı, bir müslüman için lüzumsuz bir söz olmaktan da öte, tuhaftır da. Fakat ondört asırdan beri, İslâmiyet'in ahlâkı küçümsediğini ve hatta bozduğunu iddia etmiş olan Hıristiyanlık âleminin yetkili olan tek merciinden bu sesin yükselmesi, itizar ve tarziye olduğu kadar, önemli bir itiraf da sayılmalıdır. "Böylece (...)" denilmekle, ahlâkî hayatın, İslâm itikadının bir uzantısı ve sonucu olduğu belirtiliyor. Bu metnin ilk şekli, daha açık olan şu ifadeyi ihtiva ediyordu:
"Onlar, Allah'a itaat içerisinde ferdî olduğu kadar ailevi ve içtimaî plânda da ahlâkî bir hayat sürdürmeye gayret ederler." Fakat müslümanların yaşayış planında, genel olarak bu şekilde nitelendirilmelerine bazı piskoposların itiraz etmesi üzerine, zaten mutedil ve ihtiyatlı olan "gayret ederler" ifadesi, daha da hafifletilerek "ahlâkî hayata değer verirler" haline getirilmiştir. İtiraz eden piskoposların çoğu, İslâm'da bir erkeğin dört kadın ile evlenebilme imkânından ötürü, aile hayatındaki ahlâk anlayışına karşı çıkıyorlardı. Hıristiyanlar karşılıklı anlayışın hâkim olduğu bu dönemde bile, bu müsaadeyi sükûnetle değerlendirmeye gidememekte, bu müsaadenin havi olduğu içtimaî fonksiyonu görememektedirler. Bazıları da "içtimaî ahlâk"ın zikredilmesine karşı çıkmıştı. Onlara göre, İslâm'da ruhânî ve dünyevî (din ve dünya) ayrımı gözetilmediğinden, İslâm, din hürriyetine müsait değildi. Bunların, İslâm'ı bilmeyen, taassupla eğitilmiş piskoposlar olduğu anlaşılıyor. Zira İslâm olduğu gibi, müslümanların davranışlarını da az çok bilenler, İslâm'ın, zora başvurmakla yayılmadığını, öbür dinlere mensup olanlara, bütün dinler ve nizamlar içinde, en fazla hak ve hürriyet tanıyan bir ilâhi nizam olduğunu bilirler, bilmelidirler (İslâm'ın en iyi uygulandığı ve en kuvvetli olduğu zamanlarda, gayr-i müslim bir kişi vezir (yani en azından bakan) olabiliyordu. "Hz. İsa için ölmek" değil, "İsa için öldürmek" prensibini benimseyen, çoğu zaman ise Hz. İsa'dan başka sebepler yüzünden öldüren orta çağ hıristiyanlarını bir tarafa bıraksak bile, demokrasinin ve insan hakları evrensel beyannamesinin Batısı, acaba İslâm'ın, gayr-i müslimlere verdiği haklara yaklaşabilmiş midir? Bilhassa unutmamak gerekir ki, iddiadan ziyade fiiliyat önemlidir. Mesela Cezayir, yüzotuz yıl kadar 20. asır Batısının "hürriyet beşiği" ülkesinin idaresinde kalmıştı. Cezayirli bir bakan gösterilebilir mi? Ondan da geçtik, bir tek parlamenter Paris'e gitmiş midir? İslâm'da, zimmîler (ehlu'z-zimme); aile, şahıs, miras hukukları, din ve dil hürriyeti vb. yönlerden önemli haklara sahiptir ki, "ahkâmu ehlü'z-zimme" disiplini altında incelenir. Kısa kesmek için muhterem M. Hamidullah hocamızın -elli yıllık ihtisas ve tecrübenin verdiği hakla söylediği- şu sözünü nakletmekle yetinelim: "Şayet bugünün gayr-i müslim devletlerinde yaşayan müslüman azınlıkları, İslâm'ın zimmîlere verdiği haklardan yararlanabilselerdi, çok mutlu olurlardı"). İşte bu itirazlar sebebiyle, ilk metinde büyük bir değişiklik yapıldı, ahlâki hayata, sadece genel bir ifade, içinde yer verildi.
İslâm'ın ibadet hayatını tanıtmak için, yalnız üç rükün, yani namaz, oruç ve zekât sayılıyor. İslâmın beş şartından birincisi olan şehâdet, zaten metnin başında ifade edilmiş oluyordu. Hac ise muhtemelen, müslümanların ekseriyeti tarafından yapılamayan, imkânlara bağlı bir ibadet olduğundan anılmamıştır. Zaten Konsil metni, İslâmiyet'i tam bir şekilde tanıtmak işine girişmiş değildi.
Konsil'in İslâm hakkındaki metninin ikinci kısmı, hıristiyanlarla müslümanlar arasındaki münasebetlerde şimdiki durumda ve gelecekte, karşılıklı bir anlayış ve yardımlaşma ortamı arzulamaktadır. Kinlerin ve savaşların doldurduğu mazinin, bilinmezlikten gelmesini değil, "aşılmış" olduğunu anlatarak, unutulmasını istemektedir. Bu kolay bir iş olmadığından, bunu gerçekleştirmek üzere "samimi olarak karşılıklı anlayışa gayret göstermeye" davet etmektedir. "Samimi" kaydı da, şüphe ve güvensizlik havasının hâkim olması sebebiyledir.
II. Vatikan Konsil'inden sonra, Hıristiyanlığın İslâm'a nasıl baktığını ise, Papalığın yayınlamış olduğu, "Hıristiyanlarla Müslümanlar Arasında Kurulacak Bir Diyalog İçin Yönlendirmeler" kitabını esas alarak bir başka makalede arzedeceğiz.

Dipnotlar:

* Cihanşümul mânasına gelen bu tâbir, bazen Hıristiyanları, bazen de bütün dinleri birleşmeye çağırma için kullanılmaktadır. Son yıllarda Batıda Oecuménisme abrahamique tabiriyle, Hz. İbrahim’de kökleşen dinlerin yakınlaşması kastediliyor.
** "İslâm'ın zuhurundan günümüze kadar Hıristiyanlığın İslâm'a Bakışı"nı, uzunca olan bir makalede ele almış bulunuyoruz.
*** Büyük harfle başlayan "Hakikat" kelimesi, Hıristiyanlıkta, ekseriya Hz. İsa'nın sıfatı olarak kullanılır (Yuhanna, İncili, 14, 6 cümlesi şöyledir: "İsa ona dedi: Yol ve Hakikat ve hayat benim. "
**** Tevrat’tan önce peygamberler, özellikle Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakub için kullanılır.

Kur’ân-ı Kerim, Ehl-i Kitap'tan bahsetmeye başladığı Mekkî vahiylerin son devresinden itibaren, onlara ayrı bir yer vermiş ve haklarında ilkin şöyle buyurmuştur Ehl-i Kitap'tan zulmedenler bir yana, onlarla en güzel şekilde mücadele edin, şöyle deyin Bize indirilene de, size indirilene de inandık; bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir. Biz O'na teslim olmuşuzdur (Ankebut, 46). Böylece, ilâhî vahye inanan ve ona istinad ettiklerini iddia eden dinlere, R. Arnaldez'in tabiriyle, tarihin şahid olduğu en büyük ökümenik (oecumenique)(1) davet başlatılmış oluyordu.
Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort