Hit (4236) M-2085

Evrenin Mekanik Yorumu ( Sebeplilik-Sonuçluluk Kanununun Eleştirisi )

Yazar Adı : İlim Dalı : Kelam
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü :
Ekleyen : Fıkıh Dersleri/2012-04-19 Güncelleyen : /0000-00-00

Evrenin Mekanik Yorumu ( Sebeplilik-Sonuçluluk Kanununun Eleştirisi )

İlericilik ve çağdaşlık iddiasında olan günümüz aydınları geçmişteki “şirk” yerine “ilhad” (tanrı tanımazlık) isimli yeni bir dini benimsemişlerdir.

Diğer taraftan çağdaş bilim adamları, yeni edinilen bilgilerin ışığında bilim ırmağının mekanik olmayan bir hakikate doğru yatak değiştirdiğinde ittifak etmişlerdir.

18. ve 19. yy. bilim adamları kainatı, sebep-sonuç Cause and Effect kanununun yönettiğini keşfettiler. Bu buluşu gerçekleştiren bilim adamları ,böyle bir kanaat izhar etmezken, mülhid düşünürler şaşkınlığa düşüp bu buluşun ,Allah olgusunun yerini alacağı iddiasını ortaya attılar. Keşif sahiplerinden Newton bu keşfi şöyle yorumlamıştır; Bu kanun, Allah’ın evrendeki fiillerinin genel karakteristiğidir. Allah dileklerini “sebep ve sonuç” kanunu çerçevesinde gerçekleştirir.

Newton söz konusu kanunu böyle yorumlarken, bu yeni keşiften yeni bir felsefe üretmek isteyenler, bu kanunun Allah’ın var olmadığını ispat etmeye yeterli olduğunu öne sürüp, yeni bir felsefi düşünce geliştirdiler. Ve böylece ortaya Evrenin Mekanik Yorumu Felsefesi çıkmış oldu. Kainatta gerçekleşen bütün olayların ,herhangi bir dış etkenin müdahalesi ya da etkisi olmaksızın maddi sebep ve etkenler sonucunda gerçekleştiğini, kainatın bütününün sebep-sonuç ilişkisi içerisinde birbiriyle bağlantılı olduğunu savundular.

Bu felsefi yöneliş 19. yüzyılın en çok kabul gören nazariyelerden birisi olmuştur. 1874 yılında yayınlanan Bilgi Ansiklopedisinde Chamber’s Encylopaedia bu ekol hakkında şu bilgiler yer almaktadır;

“Maddeci felsefeciler, Fizik ve Kimya bilginleri; bir sebebin ancak bir sonuç vereceği kanaatindedirler. Onlara göre herhangi bir nazariye bir örnekte sübut bulursa , artık doğruluğu kanıtlanmış bir kanun telakki edilir. Bu hususta tek aykırı tutum içerisinde olanlar metafizik değerlere inananlar olmuşlardır.[1]

Ama bu düşünceyi benimseyenlerin estirdikleri rüzgar 20.yüzyılla birlikte, bilim dünyasında ulaşılan yeni bir çok hakikatin keşfiyle durmuş, hatta Evrenin Mekanik Yorumu üzerine kurulan bu düşünce sistemi , bilimsel geçerliliğini yitirmiştir. Örneğin Radyum, Radyoaktif Radio-Active özellik içerir. Elektronları tabiatın etkisiyle etkisiz hale gelir. Bilim adamlarının yaptıkları onca deney ve tecrübe başarısızlıkla sonuçlanmış ve Radyum’un Radyoaktifliğinin sebebine ulaşılamamıştır. Biz bugün hala Radyum elektronlarının etkisizleşmesinin ve kimyasal düzenlerinden çıkmalarının sebebini bilemiyoruz.

Mıknatıs’ın demiri kendine doğru çektiğini hepimiz gözlemliyoruz. Bilim adamları da bunun sebebi üzerine pek çok teori öne sürmektedirler. Ama neticede onlardan birisinin de ifade ettiği gibi: “Bizler mıknatıs’ın demiri niçin çektiğini hala bilemiyoruz. Belki de Allah mıknatısa böyle emir vermiştir, diyoruz”.

Bu durum sadece Radyum ve Mıknatısla sınırlı kalmamaktadır. Daha önce bahsi geçen konular da bu kapsamda mütalaa edilebilecek niteliktedir. Olayları çok derin bir incelemeye tabi tuttuğumuzda ,bizim incelemelerimiz ve vardığımız sonuçların olayların oldukça yüzeysel incelemelerinden başka bir şey olmadıklarını kavrıyoruz. Bizler bir olayın gerçek sebebini tam olarak bilmekten aciziz. Geceleyin kendimizi yatağa bıraktığımızda niçin uyuduğumuzu bile tam olarak bilemiyoruz.

Bu felsefi yönelişi benimseyenler uzun süren tartışmalardan sonra 19.yy. da, sebep-sonuç nazariyesinin mutlak hakikati ifade ettiği, şeklindeki görüşlerinden geri adım atmak durumunda kalmışlardır. Artık araştırmacılar “Evrenin düzeninin salt tesadüfle oluşan sebep-sonuç kanunuyla sağlanmadığını, evrenin düzeninin bilinçli ve iradesiyle istediği düzenlemelerde bulunan bir akıl tarafından sağlandığı gerçeğini dile getirmektedirler. Bilimin başlangıç noktasına dönmesi demek olan bu tavrı, bizim söylediklerimizi açıkça te’yid etmektedir. Bu kadar açık bir tespitten sonra başka delil göstermeye gerek yoktur.

Bu yüzyılın son yarısında bu konuda yüzlerce kitap yazılmıştır. Biz şimdi bu çetrefil meseleyi öz bir şekilde izah etmeye çalışacağız. Evrenin tabi olduğu nizamı gören her akıllı varlık, “bu muazzam yapıyı var eden ve bu şekilde nizam içerisinde kalmasını sağlayan kimdir?” diye soracaktır.

Eski dönem insanları evreni sevk ve idare eden pek çok kuvvetin var olduğu anlayışındaydılar. Binlerce küçük ilahın bir büyük ilahın sevk ve idaresinde bu nizamı sağladıklarına inanıyorlardı. Günümüzde bile bu inancın azımsanamayacak kadar çok sayıda taraftarı vardır. Bilim, evren hakkındaki bütün hurafelerin batıllığını ortaya koymuştur. Ve artık bu tür düşünceler ölü nazariyeler kategorisinde mütalaa edilmektedir.

Diğer taraftan günümüz aydınları ilericilik ve çağdaşlık adına eski dinleri şirk’i bırakıp ilhad ilahsızlık isimli yeni bir anlayışı benimsemişlerdir. Onlara göre evren, bilinçli bir varlığın var ettiği bir fiille değil, tesadüfen meydana gelmiş bir olayın neticesidir. Bir tesadüfi olay olmuş ve ardı sıra pek çok olaylara sebebiyet vermiş ,bu birbiri ardı sıra gelişen olaylar evrenin şu an bulunduğu hal üzerine olmasını sağlamıştır.

En öz ifadelerle bu şekilde özetlenebilecek bu varlık izahı, iki temel esasa dayanmaktadır. Bunlar tesadüf ve sebeplilik kanunlarıdır Laws of Change and Cansation Bu felsefi ekole göre evren 2 000 000 000 000 000 yıl önce yoktu. Gezegen ve yıldızlar da oluşmamışlardı. Madde elektron ve proton zerrecikleri halinde olup bir tür zerrecik bulutları şeklindeydi. Ve madde tam bir denge üzere olup hareketsizdi. Matematik bilginleri bize şöyle diyorlar: “Bu denge herhangi bir arıza sebebiyle bozulursa sonsuza değin bir daha sağlanamaz. Ve dahası bu arıza giderek büyüyecek ve her yeri kaplayacak derecede yaygınlaşacaktır.”

Maddeyi harekete geçiren bu ilk arızanın varlığını cedelen kabul edilse; bu defa da bundan sonra vücuda gelen bütün oluşumların tesadüfi bir şekilde gerçekleşeceklerini matematiksel olarak ispat etmenin mümkün olduğunu iddia etmektedirler. Onlara göre olan şey, hareketsiz haldeki madde üzerinde bir arızanın meydana gelişinden başka bir şey değildir. Bu durum aynı hareketsiz halde duran bir su birikintisine dokunulması durumunda hareketin bütün suyu kaplamasına benzemektedir. Onlara durgun olan madde evren’de bu ilk hareketi kimin vücuda getirdiği sorulduğunda "bunu bilemiyoruz, ama bu ilk arızanın varlığından ve sonrasında büyüyüp yaygınlaşmakta olduğundan eminiz” cevabını vermektedirler.

Neticede madde yoğunlaşıp değişik yerlerde bir araya gelmeye başlamıştır. İşte bu oluşumlara biz bugün yıldızlar, gezegenler ve galaksiler diyoruz.

Çağdaş bilimin Evren’in varoluşu hakkında bize takdim ettiği düşünce işte budur. Ve işin aslına bakılırsa çok zayıf ve mesnetsiz bir yorum olmaktan öteye bir değeri yoktur. Bilim adamları da zaten bu teoriyi gönül huzuruyla desteklememektedirler. Maddenin ilk hareket ettiricisinin ne olduğunu bilemediklerini itiraf ederken, ilk harekete neden olarak; tesadüfü ya da tesadüf kanununu gösterebilmektedirler.

Madem ki evrende maddeden başka bir şey yok ve madde korkunç bir sükun halinde; peki o halde bütün evreni harekete geçiren bu tesadüfi hareket ve tesadüf nereden ortaya çıkmıştır?

Bu nazariyenin en hoş çelişkilerinden birisi de, önce hiçbir hareket yoktu, demesine rağmen hareketi bir önceki başka bir harekete dayandırmasıdır. Yorum, bir olayın gerçekleşmesinden önce , başka bir olayın olmasını bir zorunluluk olarak kabul etmekte ; sonra da yorumu öncesinde hiçbir olay ya da eylemin olmadığı bir olayla başlatmaktadır. İşte hiçbir temele dayandıramadıkları faraziyeleri budur. Ve bu faraziyeyle evrenin yaratılışı izah edilmeye çalışılmaktadır.!

Olaya bir diğer açıdan bakalım; Evren ve varoluşu birtakım tesadüflerin gerçekleşmesine bağlıysa, gerçekleşen bunca olayın hep belirli bir kanun ve program içerisinde belirli bir yönde , belirli bir fiil için gerçekleşmesi nasıl izah edilecektir. Acaba ilk olayın tam zıddı bir olayın gerçekleşerek hareketin gelişmesinin durması mümkün değil midir? Yıldızların birbirleriyle karşılaşıp çarpışmaları ihtimalini engelleyen nedir? Maddedeki ilk hareketin öylesine kalakalıp sonrasında evrenin şimdiki haline gelmesiyle bitecek bir gelişim sürecine girmemesi mümkün değil midir? Uçsuz bucaksız şu evrende gezegen ve yıldızları hayretlere düşürücü bir nizam ve ahenk içerisinde yüzdüren, güneş sistemini evrenin diğer taraflarından uzaklaştıran mantık nedir? Yeryüzünü insanın yaşamasına uygun hale getirmek için türlü türlü kanun ve nizamları ve değişiklikleri getiren ve gerektiren mantık nedir? Ki biz dünyamız üzerindeki harikulade nizamın milyonlarca gezegen arasında bir başka örneği olup olmadığını bilmiyoruz. Cansız bir maddeden canlı bir yaratığı var eden mantık nedir? Yeryüzünde hayatın nasıl ve niçin ortaya çıktığını makul ölçülerle izah edebilecek olan var mı? Hangi kanunun bu hayatın hayrete düşürücü varlığını devam ettirdiğini bilen var mı?

Peki şu küçücük alanda yaşamımız ve medeniyetimiz için gerekli onca şeyi bir araya getiren, hayatımızın yararına olan şeylerin devamını sağlayan mantık nedir? İnsanın faydasına olan şeylerin milyonlarca senedir bozulmadan kalabilmesini sağlayan bu müthiş tesadüfler(!) ne kadar dikkat çekicidirler?

Ey din karşıtları! Tesadüfle olduğunu söylediğiniz bu maddi olayların hep belirli bir doğrultuda seyretmesini , gerçekçi bir izah tarzıyla bizlere ispat edebilecek misiniz? Bu tesadüfler nasıl oluyor da garip bir şekilde hep insanın faydasına olacak şekilde sevecen ve şefkatli davranıyorlar.

Bizlerin “evren nasıl var oldu,” sorusuna cevabımız budur.

Peki “evreni şaşırtıcı ve hayretlere düşürücü bir ustalık ve ahenkle kim yönetmektedir.

Mekanik Yorum, evreni tek bir etken’in yarattığını yine aynı etken’in evreni nizam ve ahenk üzerine tuttuğunu itiraftan acizdir. Bir ilah’ın varlığını itiraf etmekten kaçınırken , iki ilah isbat etme durumunda kalmışlardır. Evrenin oluşumunu, tesadüf kanunu ile izah ederlerken, devam eden diğer hareketlerin tesadüf kanunuyla izahının imkansızlığı karşısında Sebeplilik Kanununa Principle of Causation sarılmışlardır.

Bu kanuna göre, evrende durgun olarak duran maddenin harekete geçmesiyle birlikte sebep-sonuç kanunu vücuda gelmiş diğer hareketler bu kanuna göre gerçekleşmeye başlamıştır.

Evrendeki olaylar çocukların tuğlaları yere üst üste dizdikten sonra en alttaki tuğlayı çekince diğerlerinin teker teker düşmeleri örneğinde olduğu gibi sebep- sonuç ilişkisi çerçevesinde gerçekleşmektedir. Meydana gelen her olayın bu evrende bir sebebi vardır. Ve bu sebep madde ötesi Metafizik değildir. Her olay bir tabiat kanununun gereği üzere gerçekleşmektedir. Her bir olay bir önceki olayın bir sonucudur. Bütün olaylar sebep-sonuç kanunu çerçevesinde gerçekleşirler. Bazı bilim adamları bu kanunu eşya ve olaylara uygularken bir adım daha ileriye gidip, geçmişte gerçekleşen ilk hareketle, gelecekte gerçekleşecek olan büyük hareketlerin ve sonucun aslında belirlenmiş olduğunu söylemişlerdir. İlk hareketin türünün belirlenmesi ve gerçekleşmesinden sonra artık tabiatın da , olacak olan şeyleri değiştirme imkanı kalmamıştır. Yani bir anlamda evrendeki ilk hareketin vücuda geldiği gün evrenin geleceğinin tarihi belirlenmiştir.

Sebep-sonuç kanununun tabiatın en temel kanunu olarak nitelenmesi 17.yüzyılın en önemli olayıdır. Sonrasında evrenin tek bir makine olduğu tezini isbata çalışan müthiş bir bilimsel hareketlilik başlamış ve 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etmiştir. Denilebilir ki; bu yüzyıl, tabiatın mekanik çalışmasını izah edebilecek uygun modeller ve izah tarzları üzerine çok büyük çalışmalara giren –mühendis- teknisyen Scientist – Engineers bilim adamlarının asrı olmuştur.

Helm Heltes’in “bütün tabii bilimlerin nihai hedefleri kendilerini mekanik hale dönüştürmektir”, sözü bu asrın genel karakteristiğini en güzel şekilde ifade etse gerektir.

Dönemin bilim adamları evrende gerçekleşen bütün olayların izahının mekanik kavramlarla yapılabileceğini varsayarak bütün gayretlerini bu alanda yoğunlaştırmışlardır. Onlar evrenin, bir alet gibi çalışan tam bir makine olduğunun , basit bir gayretle ispat edilebileceğini düşünmüşlerdir. Bu düşünce ve yorumların insan hayatıyla yakından alakalı olduğu açıktır. Hayatla alakalı getirilen her mekanik yorum ve sebep-sonuç kanununa dayandırılan her olay ,bir anlamda insanı seçme kabiliyeti ve hayatıyla alakalı alanlarda irade hürriyeti olmayan bir varlık konumuna sokmaktadır. Bu sebepledir ki; bu kanunun savunucuları kendi kendilerine bütün evrenin boyun eğdiği sebep-sonuç kanununun kapsamından, insan hayatını nasıl istisna edebileceklerini sormuşlardır. Mekanik felsefeler bu tür soruların cevaplarının araştırıldığı 17. ve 18. yüzyıllarda revaç bulmuşlardır. Canlı hücrenin kimyevi yapıları keşfedildiğinde nasıl olur da bedenimiz ve beynimiz sebep-sonuç kanununa tabi olmaz diye, bu keşfi hayretle karşılamışlardır. Öte yandan meşhur bilim adamları Newton , Bach , Michel Enclo’nun Michelangelo beyinlerinin baskı makinelerinden bir farklarının olmadığını, bir fark varsa onun da bu şahısların beyinlerinin demir aletlerden daha karmaşık ve gelişmiş bir yapıda olması olduğunu ısrarla savunmuşlardır. Onlara göre bu büyük beyinlerin dış etkenlerin etkisi altında kalmamaları söz konusu olamazdı.

Sebep-sonuç kanununun günümüzdeki savunucuları eskiye nisbetle daha itidalli bir çizgi takip etmektedirler. Diğer taraftan izafiyet teorisi sebep-sonuç kanununun bir aldatmacadan İllüsion öteye bir manasının olmadığını göstermiştir.

Aynı yüzyılın sonlarına kadar Newton’un düşüncelerini Bach’ın duygularını Michael Enclo’nun görüşlerini tekrarlayabilecek bir makinenin yapılıp yapılamayacağı tartışılırken, bazı bilim adamları daha 19.yy sonlarında yerçekimi kanunu ve ışık yansımalarının her şeye genellenmesinin yanlış olacağını söylüyorlardı. Ve bilim adamları, bir makinenin güneş ışığı ya da meyvenin yere düşüşü gibi tabiat olaylarını tekrarlamasının mümkün olmadığını fark ettiler.

Geçmiş dönem bilim adamları tabiatın ezelden ebediyete kadar sebep-sonuç kanunu doğrultusunda tek bir yola tabi olduğunu ilan ederlerken , günümüz bilimi evrenin mazisinin geleceğiyle geçen yüzyılda inanıldığı gibi bir bağlantısının olmadığını öngörmeye başladı. En önemlisi de günümüz bilim adamlarının çoğunluğunun yeni bilimsel bulgular ışığında bilimin mekanik olmayan bir hakikate Non–Mechanical Reality doğru aktığında ittifak etmeleridir.

Günümüz itibarıyla; geçmişte bilimsel olduğu kabul edilen tesadüf ve sebeplilik kanunları bilimsel dayanaklarını yitirmiş , yeni keşiflerle de güvenilirlikleri iyice zedelenmiştir. Yani bilim bu iki nazariyeyi ağır ağır yıkmaktadır. Ve insanoğlu kesin bilgi kabul ettiği ve yeni zannettiği içi boş ve pırıltılı yolculuğundan tekrar başladığı noktaya geri dönmektedir.



[1] Chamber’s Encyclopaedia (1874) Voe. 2 p. 691

İlericilik ve çağdaşlık iddiasında olan günümüz aydınları geçmişteki “şirk” yerine “ilhad” (tanrı tanımazlık) isimli yeni bir dini benimsemişlerdir. Diğer taraftan çağdaş bilim adamları, yeni edinilen bilgilerin ışığında bilim ırmağının mekanik olmayan bir hakikate doğru yatak değiştirdiğinde ittifak etmişlerdir.
Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort