Hit (4030) M-1852

İslam Sonrası Türk Musikisinde Oluşan Formların İbadet Hayatında Oluşturduğu Estetik Değerler

Yazar Adı : İlim Dalı : Mûsikî
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü :
Ekleyen : Nurgül Çepni/2010-01-13 Güncelleyen : /0000-00-00

İslâm Sonrası Türk Mûsikîsinde Oluşan Formların İbadet Hayatında Oluşturduğu Estetik Değerler

GİRİŞ

Tarihin en eski devirlerinden günümüze, insanoğlunun gündelik hayatında güzel sanatların sürekli olarak varlığını sürdürdüğü hepimizce malumdur. Gerek bazı güzellik duygularının ifadesinde, gerek savaşta motivasyon sağlamak ve kahramanlık duygularını ortaya çıkarmak amaçlı gerekse de bazı dînî inanç ve ibadetlerin ifadesinde güzel sanatların etkili bir vasıta olarak kullanılmış olduğunu görmekteyiz. Ancak bu güzellik duygusunun din ile birlikte vücut bularak daha da anlamlı bir hâl aldığı gözden kaçmamaktadır. Bu bağlamda da Türklerin İslâm�dan önceki döneminde bazı dînî duyguların ifadesinde mûsikî vazgeçilemeyen değerlerden biri olarak karşımıza çıkar.

Dînî törenleri idare eden, söz, raks ve âhengi bir arada yürüten din adamları vardı. Ozan, Bahşi, Kam.. gibi isimlerle anılan bu din adamları, âhenkli ses ve raksı sürekli ön plâna çıkararak, dînî törenlerde okunan şiir ve manzum parçalar, pipa, kopuz ve bazı ritim âletleri eşliğinde mûsikîli olarak terennüm edilmiştir.

Dolayısıyla mûsikîmizin en eski şeklini Türk�lerin dînî hayatında, kopuz, pipa gibi sazlarda ve din adamlarının idare ettikleri âyinlerde icra edilen nağmelerde aramak gerekir. Bu anlayış, Türklerin İslâmiyet�i kabulüne kadar devam etmiş, din adamları himaye ve idaresinde kendini göstermiştir.

Orta Asya�dan başlayan göçle birlikte mûsikî anlayışları da batıya taşınarak yurt tuttukları coğrafyalarda bu mûsikî anlayışlarını devam ettirmişlerdir. Pek çok bilim adamı mûsikîmizin Anadolu�ya, Türklerin yanlarından hiç ayırmadıkları Kopuz�un sapında sistemleşmiş olarak geldiği görüşünde birleşirler.[1]

Bu göçlerle birlikte Türklerin İslâm Dini ile temasları da başlayarak bu dini seçmeleri ile bundan sonraki hayatlarında yepyeni bir sayfa açılmıştır. Gündelik hayatlarında ortaya çıkan değişimler mûsikîde de bir belirginliği ortaya koymuş, din temalı eserlerin verilmeye başlanması ve mûsikî anlayışlarının dînî duygu ve düşüncelerin ifadesinde önemli bir vasıta olarak kullanılması, gözlenebilen belirgin bir özelliktir.

I-İSLÂM�DAN SONRAKİ DÖNEM:

Türklerin, İslâm�dan sonraki dönemde mûsikî bilimi açısından ele alınması gereken en önemli çalışmalarının başında, yazılı kaynakların ortaya konulmasıdır. Fârâbi�nin (890-950) yazdığı Kitâb�ül Mûsikî el Kebîr adlı eseri, müzik üzerine yazılan ve belgelenebilen ilk teorik eser olması bakımından önemlidir. Farabî�nin bu eseri, doğu mûsikî nazariyatına dair en önemli eser olarak kabul edilmektedir. O�nu takip eden öğrencisi İbn-i Sîna (980-1037) da devrinin iyi bir felsefecisi, tıp bilgini ve müzik nazariyecisidir. Yazdığı Kitâb�üş-Şifa, Kitâb�ün-Necât ve Daniş-Nâme adlı eserlerinde mûsikî ile ilgili önemli bilgiler vermektedir. Ayrıca; Hoca Safiyyuddîn Urmevî (1224-1294), Abdülkâdir Merâgi (1353-1435) gibi Türk müzik bilimcileri müzik nazariyatı ile ilgili yazdığı eserlerle İslâm dünyası müzik bilimi çalışmalarına önemli katkılar sağlayarak, oluşmaya başlayan müzik nazariyatı bilgilerinin ilk temellerini ortaya koyarak, kaynak olama vazifesini yerine getirmişlerdir.

Esas anlamda Türk mûsikîsin dînî hayattaki yeri ve önemi, İslâm Dinine olan katkıları, icra edilme şekli çerçevesinde gerek câmi, gerekse tekkede gösterdiği faaliyetler olarak ele almak istiyoruz. Bu anlamda Türk din adamları ibadet hayatlarında mûsikîden âzamî derecede istifade ederek, ibadetlere ayrı bir estetik ve haz katmayı sürekli olarak ön plana çıkarmış ve mûsikîyi dînî hayattan hiçbir zaman uzak tutmamışlardır.

Kur�an-ı Kerîm�de doğrudan mûsikîyi yasaklayan bir âyetin bulunmaması, bunun yanında Hz. Peygamberin Kur�an-ı güzel sesle okumaları için ümmetini teşvik etmesi mûsikînin dînî hayatta kabul görmesinin önemli sebebidir.

�Kur�an�ı sesinizle süsleyiniz�[2]

�Cenâb-ı Hak cehren ve tegannî ile Kur�an okuyan bir peygambere kulak verdiği gibi hiçbir şeye kulak vermemiştir� [3]

Peygamberimizin güzel ses ile Kur�an okunmasını teşvik eden hadislerinin yanı sıra, onun kendi sesinin de çok güzel olduğu belirtilmektedir. Hz. Berâe�den nakledilen bir olay şöyledir:

�Bir akşam Rasulullah (SAV)�i Tîn Suresini okurken dinlemiştim. Sesi (veya kıraati) ondan daha güzel birini görmedim.� Yine Ümmü Ma�bed: �...Hz. Peygamberin sesi açık seçik, nağmesi ise güzel idi�[4] demektedir. Hz. Peygamberin Kur�an�ı Çârgâh makamı ile okuduğunu söyleyen hâfızlar vardır.[5]

Bütün bu örnekler bize göstermektedir ki; Müslümanların Kur�an-ı güzel ses ve hoş nağme ile okumalarına ve böyle okunan kıratlara ilgi göstermelerine sebep olmuştur. Esasen her insanın fıtratında var olan güzele ve güzel sese ilgi duyma merakı dînî bir teşvik ile de birleşince mûsikîden din lehine istifade etme gayretleri kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Müslümanlar nazmı ve manâsı güzel olan Kur�an-ı ona lâyık bir ses güzelliği ile okumayı kendilerine dînî bir ideal bilmişler ve bu ideali gerçekleştirmek için de bütün gayretlerini seferber etmişlerdir.[6]

Ayrıca, tasavvufî hayatta da Allah aşkı, peygamber sevgisi, dua, yakarış gibi bazı duygu ve düşüncelerin ifadesinde mûsikî sürekli olarak ön planda tutulmuş, bu duygularla bestelenen pek çok eser bir kültür hazinesi olarak İslâm dünyasına sunulmuştur. Onun için ilâhiler (zühdiyat) ile ilgili mûsikî çalışmalarını yürüten mutasavvıflarla, tilâvet ve kıraatle ilgili çalışmaları yapan kurâ (hafızlar), dînî mûsikî gibi bir estetik değerin ortaya çıkmasında rol oynayan iki tip din adamı olarak karşımıza çıkar.[7]

I-CÂMİ MÛSİKÎSİ FORMUNDA OLUŞAN VE İSLAM DÜNYASINA KAZANDIRILAN ESTETİK DEĞERLER:

Câmi Mûsikîsinin ilk ve en önemli türü Kur�an kıraatidir. Özellikle Osmanlı medeniyeti Kur�an�ın çok güzel okunması hususunda ayrı bir titizlik göstermiş, özel eğitimlerle hâfızlar ve müezzinler yetiştirmiştir. Kur�an okumak gibi bir ibadeti dahi sanatın en ince zevk ve estetik imbiğinden geçirerek farklı dînî inancı paylaşanlar tarafından dahi kabul edilebilir bir sanat yüceliğine ulaşmıştır.[8] Kur�an�ın çok güzel okunması hususundaki bu anlayış hâlâ varlığını devam ettirmektedir. Türk mûsikîsi makamları çerçevesinde, İstanbul ağzı denilen bir üslûpla yapılan kırâat, kültürümüzün en muteber kabul ettiği bir icra şekli olarak kabul görmüştür. Bugün bazı Kur�an okuyucularımız, en güzel kıraatleri ile seslerini bütün İslâm dünyasına duyurmuşlar, yapılan bazı yarışmalarda üstün başarılar elde etmişlerdir.

Kur�an kıraatinin yanı sıra, yine İstanbul ağzı olarak bilinen bir tavır ve eda ile ezan okuma geleneği de Anadolu coğrafyasının İslâm Dünyasına sunduğu bir başka güzelliktir. Ezanların belli kurallar ve belli makamlar çerçevesinde okunarak farklı anlamlar kazanması, İslâm estetiğine ayrı bir zenginlik kazandırmıştır. Hatta hepimizce de malumdur ki, güzel okunan ezanlardan etkilenen pek çok gayri müslimin Müslüman olduklarına dair hikayeler dilden dile dolaşmaktadır. Kutsal gün ve gecelerde okunan çifte ezanlar ve salâ getirme geleneği de Anadolu topraklarından İslâm dünyasına açılan bir güzellik penceresidir. Özellikle Cuma ve Bayram salâsının, sabah salâsının cenaze salâsının ayrı ayrı makamlarda okunması ve okunma şekillerinin farklı olması, dinleyene verdiği mesaj ve estetik zenginlik açısından dikkat çeken önemli bir husustur.

Türklerin İslâm Dinini kabulünden sonraki dönemde, İslâm dünyasına kazandırdığı en önemli değerlerden biri de �Mevlit� tir. Bizim kültürümüzde mevlit olarak bilinen ve şöhret bulan Süleyman Çelebi�nin (1346-1422) manzum olarak yazdığı esas adı � Vesiletü�n-Necât� olan eserdir. Bundan başka 200 kadar mevlit yazılmışsa da ancak 64 tanesi tespit edilebilmiştir. Bu eserler arasında Hamdullah Hamdi�nin dil ve edebiyat açısından değerli olan �Ahmediye�si ile Şemseddin Sivâsi�nin tasavvuf nitelikli mevlidi önemli eserlerdir.[9] Yazılı kaynaklar olması sebebi ile bu eserler edebiyat dünyasınca kabul görmüş önemli zenginliklerdendir. Hz. Peygamber�e duyulan sevgi ve onun hayatı ile ilgili bilgileri ifade etmenin bir yolu olarak ortaya çıkan mevlit, daha sonra mûsikîli olarak okunmaya başlanmış, neticede mevlit okuma geleneği oluşmuştur. Dînî merasimlerin pek çoğunda okunması âdet haline gelen mevlit günümüzde sadece Anadolu coğrafyasında değil, diğer Türk toplulukları arasında da icra edilen dînî bir metin olmuştur. Meselâ, Sovyet döneminde Kırgız toplumunda okunan mevlit merasimlerinden sonra okunacak dua ve Hz. Peygamber�in nesebinin ve şemailinin yer aldığı bazı bilgiler mevlit kitaplarına yazılmıştır.[10] Ayrıca mevlit okuma geleneğinin Müslümanlar arasında cemaat ruhunu geliştirdiği, sosyal ilişkiyi artırarak insanları bir araya toplamak suretiyle birlik beraberlik duygularını artırmasından dolayı sosyolojik bir öneminin olduğu ortadadır. Ayrıca Mevlit okuma işi Anadolu kültürü içerisinde ayrı bir sanat ve eğitim tarzı olarak gelişmiş, geçmişte ve günümüzde birçok kişi güzel mevlit okuma kabiliyeti ile adındı duyurmuştur. Meselâ, İstanbul�un en önde gelen kişisi, Sait Paşa İmamı diye bilinen Şeyh Hasan Rıza Efendi (- Ö 1889), Beylerbeyi Hatibi Rıza Efendi, Selîmiye Hatibi Şeyh Ömer Efendi, Şemsi Efendi, sayılabilir.[11] Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinin en ünlü mevlit okuyucusu Hâfız Sâmi�dir. 1943 yılında İstanbul�da vefat eden üstadın yeğenleri Şişli Cami İmamı Hâfız Cevdet ve Necati (Soydanses) de dönemin iyi icracılarındandı. Ayrıca, �Mevlithân-ı Şehri yârî� (Sultan�ın Mevlitçisi) unvanını taşıyan Boyabatlı Mustafa Şevki Efendi, Süleymâniye Baş Müezzini Hâfız Kemal Efendi, ve gazelhan ve Mevlithan diye bilinen Hâfız Burhan dönemin en ünlü simalarıdır.[12]

Anadolu coğrafyasından İslâm dünyasına yayılan ve kabul gören önemli diğer bir zenginlik de Itrî�nin Segâh tekbiridir. 17. yüzyılda yaşamış olan Buhûrî-zâde Mustafa Itrî tarafından, segâh makamında bestelenen[13] Tekbîr, zaman içerisinde pek çok İslam ülkesi tarafından kabul edilmiş bir türdür. Sözleri kısa olmasına rağmen, bestenin duygu ve etkisinden dolayıdır ki, bütün İslâm aleminde okunmaktadır. Bayram namazlarında, kurban kesimlerinde, savaşta ve diğer bazı dînî merasimlerde, büyük bir coşku içerisinde koro halinde okunan bir eserdir. Bugün Müslümanların hepsinin ezberinde olan ve cumhûren okunan bu eser, ibadetlerimize ayrı bir güzellik katmakta, kolektif heyecanın oluşmasında ve dînî pek-çok merasime manevi bir hava vermesi açısından İslam kültürüne önemli katkı sağlamaktadır Savaştan barışa, düğünden cenazeye kadar geniş bir sahada icra edilen, özellikle dînî duyguların dile getirilmesi, cemaat ruhunun oluşması, tevhit inancının ifadesi bakımından Tekbir�in İslâm Kültürü içinde önemli bir yeri vardır. Bitmeyen bir daire gibi, sürekli dönen bir mûsikî ifadesi olan bu eser okundukça ayrı bir coşku ve haz duyularak yüzyıllar boyunca dinamizminden hiçbir şey kaybetmeden günümüze ulaşmıştır. Bu kadar uzun tarihi süreç içerisinde heyecanından ve hazzından hiçbir şey kaybetmemesi takdir olunur ki eserin insan tabiatında oluşturduğu derin tesirden kaynaklanmaktadır. Bu tesirin kaynağını Tekbîr�in melodik yapısında aramak gerekir.

Tıpkı Tekbir gibi, Anadolu coğrafyasından İslâm dünyasına yayılan ve kabul gören önemli diğer bir eser de Salât-ı Ümmiye�dir. Yine Itrî tarafından bestelendiği kabul edilen[14] bu eser de Teravih namazı aralarında, bazı dînî merasimlerde, sakal-ı şerîfin ziyaretlerinde...cemaatin koro halinde (cumhur) vecd içinde okuduğu bir salâ çeşididir. Özellikle manevi his ve heyecanların ifadesinde, kolektif duyguların dile gelmesinde önemli bir role sahiptir. Özellikle günümüzde Teravih Namazı aralarında sıkça okunarak cemaate bir dinamizm katması ve namaza ayrı bir manevi neşe kazandırması bakımından önem taşır. Kolay ezberlenmesi ve yediden yetmişe bütün Müslümanlar tarafından kolayca okunabilmesi Salât- Ümmiye�nin bir diğer önemli özelliğidir.

TASAVVUF (TEKKE) MÛSİKÎSİ FORMLARI İÇERİSİNDE OLUŞAN VE İSLAM DÜNYASINA KAZANDIRILAN ESTETİK DEĞERLER:

İslam dinini kabulünden sonra Türk insanı arasında büyük ilgi gören tasavvufi hayat, beraberinde bazı yeni kültür değerlerini de dînî hayata katarak, duygu ve düşüncelerin ifadesinde yeni yeni türlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Allah ve Peygamber sevgisi, kardeşlik, hoşgörü, gibi pek çok mesaj, ilahi, naat, tevşih, ism-i celâl gibi mûsikî formları ile ifade edilmiştir. Özellikle Tasavvufi hayatın mekanları olan tekkelerde zikirler hep bu formlar üzerine kurulmuştur. Osmanlı topraklarının genişlemesi ile, bugün sınırlarımız dışında kalan, Bazı Avrupa ve Balkan ülkeleri ile, Ortadoğu ve Kuzey Afrika�da kurulan tekkelerde tasavvufun bu zikirleri icra edilerek, Anadolu tasavvufu bu coğrafyalara taşınmıştır. Hala bu ülkelerde bazı gelenekler devam etmektedir.

Özellikle de tasavvufi hayat içerisinde, Anadolu�da ortaya çıkan ve bugün dünyanın pek çok ülkesine yayılıp aktif bir faaliyet içerisinde olan Mevleviliğin, İslam Kültür ve medeniyetine yaptığı katkılar dikkate değerdir. Anadolu, Ortadoğu ve Kuzey Afrika�nın dışında, Osmanlı Devleti�nin büyümesiyle birlikte, Rodos, Girit, Sakız ve Midilli adalarının yanı sıra, Atina, Selânik, Gümülcine, Manastır, Filibe, Sofya Vidin, Üsküp, Tiran, Mostar, Belgrat ve daha pek çok Avrupa şehirlerinde Mevlevihanelerin varlığı bilinmektedir. Zamanında İslam tasavvufu ve Hz. Mevlana Düşüncesine hizmet amacıyla faaliyet gösteren bu Mevlevihanelerin pek çoğu bazı tarihi olaylar neticesinde bugün ya kapanmış yada, yıkılıp yok olmuştur.[15] Ancak bu mimari tahribat ve kayıp, Mevlana düşünce ve felsefesini etkilememiş, günümüz İslâm ülkelerinin yanı sıra, pek çok Avrupa ülkesi ve Amerika�dan Japonya�ya, hemen hemen bütün dünyaya adını duyurmuştur. Bu anlamda Hz. Mevlana�nın şu sözü manidardır:

�Allah�a yemin ederim ki; sözlerimiz bu mânâ güneşinin doğduğu yerden battığı yere kadar bütün dünyayı kaplayacak ve bütün ülkelere gidecektir. Mesnevimizin okunmadığı hiçbir mahfil ve meclis kalmayacak, hatta o dereceye kadar ki, mabetlerde, zevk ve safa yerlerinde okunacak, bütün milletler bu sözlerle süslenecek ve onlardan faydalanacaktır.�[16]

Mevleviliğin İslam medeniyetine yaptığı önemli katkılardan bir diğeri de, Türkçe, Farsça, Arapça gibi dil eğitiminin yanı sıra, hat, tezhip, sema� meşki gibi dersleri, ciddi mûsikî eğitimi veren dergâhları ve bir tür konser salonu niteliğindeki semahaneleri ile, Osmanlı mûsikîsinin gelişmesinde büyük bir ocaklık görevi yapmış, imparatorluğun Balkan ve Ortadoğu eyaletlerinde de açılmış olan Mevlevihaneler mûsikîmizin yayılmasında başlıca rolü oynamıştır.[17] Sanat eğitimini sürekli ön planda tutan bu mekânlar, sık sık ve haklı olarak dönemlerinin birer konservatuarı olarak anılmışlardır.[18] Hatta, Mevlana düşüncesini tanıdıktan sonra, pek çok insan İslam dinini seçmiştir. Bu seçimle birlikte Mevlevi zikrini daha iyi anlayabilme ve uygulayabilme isteği yüzünden de Türk mûsikîsi sazlarını tanıma ve çalabilme gayretine girmiş, özellikle de ney üfleme merakı dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır. Böylece Mevlana felsefesinin temelini oluşturan ney bütün dünyaca tanınan gizem dolu bir enstrüman haline gelmiştir. Tasavvufi anlamda bazı eleştirel yaklaşımlar olsa da ülkemizin gerek turizm, gerekse kültürel tanıtımında bile Mevlevilik kıyafet ve figürlerinin ön plana çıkarıldığı dikkatlerden kaçmamaktadır.

Dipnotlar

[1] İsmail Hakkı Özkan, Türk Mûsikîsi Nazariyatı Usulleri ve Kudüm Velveleleri, Ötüken Yayınları, İstanbul 1990, s.17.

[2] el-Heysemî, Mecmeu�z-Zevâîd ve Menbeu�l-Fevâîd, Beyrut 1982, c.VII, s.770.

[3] Buhârî ,İsmail b. İbrahim, Sahîhu�l-Buhârî, I-VIII, İstanbul tsz; Tevhîd, 52; Müslim Ebu�l-Huseyn el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, Thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî, I-IV+Fihrist, Beyrut 1983, Salâtü�l-Müsafirîn, 232-233; Nesâî, Ahmed b. Şuayb, Sünen-i Nesâî, Mektebu Tahkîki�t-Turâsi�l-Arabî, I-VIII+Fihrist, Beyrut 1992, İftitâh, 83.

[4] Süleyman Uludağ, İslâm Açısından Mûsikî ve Semâ�, Uludağ Yay, Bursa 1992, s. 113.

[5] Kadı Iyaz, Şifa-i Şerîf, (Ter.) Naim Erdoğan, Hüseyin S Erdoğan, Çile Yay, İstanbul 1397/1977, s.81-82.

[6] Süleyman Uludağ, age, s.209-210.

[7] age, s.209

[8] Ömer Tuğrul İnançer, �Osmanlılarda Mûsikî�, Mûsikî Mecmuası, İstanbul Haziran 1999, Sayı

[9] İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Akçağ yay.Ankara 1995, s.339.. 465, s.13

[10] Nuri Tuğlu, �Sovyet Dönemi Kırgız Toplumunda Dînî Kültürü Besleyen Kaynaklar ve Hadis/Sünnet Muhtevaları üzerine Bir Değerlendirme� Tabula-Rasa Dergisi, Sayı, 15-16 Isparta Nisan 2006, s.268-269.

[11] Ömer Tuğrul İnançer, a g m s.12.

[12] A.g..m, s.12

[13] Türk Din Mûsikîsi sahasının bugün tartışılan önemli konularından biri de Tekbîr�in bestekârının kim olduğu ile ilgilidir. Konu ile ilgili pek çok kişinin genel görüşü eserin Buhûrî-zâde Mustafa Itrî (1640-1712) tarafından bestelendiğidir. Eserin bestekârının Itrî olmayıp Hatip Zâkirî Hasan Efendi (1545-1623) olduğunu söyleyen görüşler de mevcuttur. Bu görüşe sahip en önemli isim Dr. Suphi Ezgi (1869-1912) dir. Ezgi, eserin melodik yapısının Hatip Zâkirî�nin eserlerine üslûp olarak çok benzediğini söyleyerek böyle bir kanaate varmıştır. Bunun yanı sıra da Arak makamında notaya alınan İstanbul Konservatuar yayımı dînî eserler defterinde mevcut olan esere göre fikir beyan etmiştir. Ezgi�nin ifadesi Şöyledir: �... Hatta Mevlid-i Şerif kıraat ve sakal-ı şerif ziyaretlerinde, yukarıda münderiç (Salât-ı Ümmiye) ile, bayram namazlarında okunan Tekbîr�in bestekârının da rivayet olunduğu gibi Itrî�ye ait olmayıp, Hatip Zakirî�ye ait olduğunu kabul ettik�� Bkz: Suphi Ezgi, Nazarî Amelî Türk Mûsikîsi İstanbul Konservatuarı Neşriyatı, Hüsn-ü Habitat Basımevi, İstanbul 1953, c.2,s.8

[14] Salât-ı Ümmiye�nin bestekârı hususunda da dipnot 13 de verilen bilgiler ve görüşler ortaya konulur.

[15] Esin Çelebi Bayru, �Avrupa ve Amerika�da Mevlevihaneler�, Uluslar arası Mevlana, Mesnevi, Mevlevihaneler Sempozymu Bildirileri, (19-21 Aralık 2005 Manisa), MAKSAD yay. Manisa 2006, s.1

[16] A g m, s.4

[17] Cinuçen Tanrıkorur, �Osmanlı Mûsikîsi�, Osmanlı medeniyeti Tarihi, Feza Gazetecilik, İstanbul 1999, C.2, s.500.

[18] Cem Behar, Zaman mekân ve Müzik, Afa Yay, İstanbul 1992, s.123.

(Bu makale 31 Mayıs-1 Haziran 2007 tarihlerinde Süleyman Demirel Üniv. İlahiyat Fakültesi tarafından düzenlenen Uluslararası Türk Dünyasının İslamiyet'e Katkıları Sempozyumunda tebliğ olarak sunulmuştur.)

Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki : http://erdoganates.net/istmof.html
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort