Hit (3971) M-1815

İslam Düşüncesinde Tarihsel Din Söylemleri Olgusu

Yazar Adı : İlim Dalı : Mezhepler Tarihi
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü :
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-12-20 Güncelleyen : /0000-00-00

İslam Düşüncesinde TarihselDin Söylemleri Olgusu

GİRİŞ
İslam düşünce tarihinde, diğer teistik dinlerden Yahudilik ve Hristiyanlık'ta olduğu gibi, "dinin ne olduğu, nasıl anlaşılacağı, nasıl açıklanacağı, ne şekilde yorumlanacağı, nasıl anlamlandırılacağı ve ne şekilde yaşanacağı " konusunda birbirinden farklı siyasi, itikadi, fıkhi, içtimai, ahlaki ve felsefi pek çok söylem geliştirilmiştir. Bireysel söylemler olarak Hz. Ali, Hz. Ömer, Muaviye, Hasan Basri, Ömer b. Abdilaziz, Ebu Hanife, Ebu Mansur el-Maturidi, Ahmed Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Mevlana, İbn Arabi, İbn Haldun, Sultan Abdülhamid, Muhammed Abduh, İkbal, Fazlurrahman, Seyyid Kutub, Ayetullah Humeyni ve diğerlerinin din söylemi; etnosantrik açıdan Emevi, Haşimi, Arap, Acem, Fars, Türk din söylemi; politik -dini açıdan Harici, Mürcii, Şii, Mu'tezili, Haşevi, Batıni, Eş'ari, Maturidi, Selefi, Ehl-i Sünnet, Nusayri, Yezidi, Vahhabi, Kadiyani ve sairenin din söylemi; fıkhi mezhepler olarak Hanefi, Şafii, Maliki, Caferi ve diğerlerinin din söylemi; sufi tarikatlar olarak Nakşi, Kadiri, Rıfai, Alevi-Bektaşi ve saire'nin din söylemi; meslek grupları esas alınarak politikacı, ahlakçı, filozof, hukukçu, hadisçi, sufi ve sairenin din söylemi; metodolojik açıdan akılcı/usuli, nakilci/ahbari, Rey Taraftarı, Hadis Taraftarı, batıni, zahiri, sezgici/irfani, beyani, burhani din söylemleri; ideolojik ve Oryantalist bir yaklaşımla Heteredoks ve Ortadoks din söylemleri şeklinde sınıflandırmak mümkündür. İslam üzerine geliştirilen çağdaş din söylemlerinin bir kısmı bu tarihsel din söylemlerinin uzantıları olmakla beraber, genel olarak, geleneksel, modernist, radikal, fundamentalist, laik, İslamcı, resmi din söylemi, partilerin din söylemi; sağcı, solcu, ateist din söylemi, Nurcu, Süleymancı, Fetullahcı, Cemat-i İslami, İhvanu Müslimin, Hizbu't-Tahrir, Hizbullah gibi Cemaatlerin din söylemi; tarikatların din söylemi, Diyanetin din söylemi, İlahiyatçıların ve soyal bilimcilerin din söylemi; İran, Sudan, Türkiye, Suudi Arabistan'ın din söylemleri ve saire şeklinde sınıflandırılabilir. Bizler tek bir dinin yani İslam'ın, tarihte ve günümüzde onlarca farklı yorumu ve anlaşılış biçimi ile karşı karşıyayız. Geleneksel düşüncede meslek gruplarına, akla ve nakle öncelik tanımalarına veya ilim dallarına göre pek çok tasnifler yapılmışsada , genelde bu kadar farklılığı, henüz bunlar ortada yokken Hz. Peygamber tarafından önceden haber verilen 73 fırka hadisinin bir tecellisi olarak izah etmek isteyenler de olmuştur; ancak bu, problemi çözmede yetersiz kalmıştır. Çünkü bu yaklaşımı benimseyenler arasında, sayıyı tamamlamakta güçlük çekenler olduğu gibi bu sayıyı aşmamaya çalışanlar da olmuştur. Diğer taraftan bütün bu farklılıkları heva ve hevesine, kişisel görüşlerine uyan Şeytan'ın şüpheye düşürmesi sonucu olarak veya Şeytan'ın tebdili kıyafetle tekrar bu fikirlerle ortaya çıkması olarak , ya da daha köklü bir tasnifle, Rum, Arap, Acem ve Hind hayat anlayışılarının birer yansıması olarak gören yaklaşımlar sözkonusudur. Ya da çağdaş araştırmacılardan Cabiri'nin yaptığı gibi, bu tarihi din anlayışları, yapısal ve epistemolojik açıdan, beyani, irfani ve burhani şeklinde üçe indirgenip beyanın Arap-İslam aklı tarafından üretilmiş özgün bilgi kuramı olduğu iddia edilebilir. Ancak bu da Arap olmayan müslümanların dinle ilgili söylemlerini Arap-İslam aklı söylemine indirgeme gibi ciddi bir sorunu gündeme getirmektedir. Çünkü İslam düşüncesinde tek bir akıl ve yaklaşım yoktur, akıllar ve yaklaşımlar vardır.


O halde, tarih boyunca müslümanlar tarafından üretilen bazan birbirine yakın, çoğu kere de birbirine tamamen zıt bu kadar fazla din söyleminin ortaya çıkması bir sapma mıdır; yoksa tarihi, beşeri, dini, siyasi, psiko-sosyal, cografi, kültürel yapının ürettiği doğal farklılıklar mıdır ? Biz, geleneksel din söylemlerini yeni bir tasnife tabi tutarak, bu söylemlerin tek tek psikolojik, sosyal, kültürel, dini, siyasi, felsefi arka planını ortaya koymaya çalışacağız.

A. TARİHSEL DİN SÖYLEMLERİNİN MEŞRUİYYET ZEMİNLERİ
1. Psikolojik Durum

Evrensel dinlerde ortaya çıkan mezheplerin dini konulardaki söylem farklılığını, insanlar arasındaki bireysel farklılıklara ve insan tabiatındaki psikolojik farklılıklara bağlayan bazı araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar, her bir insanın ilgi, alaka, hal, tutum, davranış, huy, mizaç, zeka, muhayyile ve akıl konusunda diğerinden farklı oldukları ve onların tabiatlarındaki bu farklılıkların, dini grupların ve mezheplerin dini hayat ve din anlayışlarında görülen farklılığın ilahi bir tercihten çok beşeri eğilimlerin farklılıklarıyla meşruiyet kazandığı , sosyal ve pratik hayatta karşılaştıkları dini problemler için bu farklıllara göre çözümler ürettiklerini, kendi mizaç ve tabiatına uygun dini hareketlere yöneldiklerini açıkca ortaya koymaktadır. İnsan, akıl sahibi, kuşku duyan, anlamaya çalışan, düşünen, sorgulayan, açıklayan, yorumlayan, anlamlandıran, kutsallaştıran ve tecrübe eden bir varlıktır. Bireysel karakter farklılıkları ve insan tabiatındaki psikolojik eğilimler, bir etnolog tarafından etnik merkezli, bir filolog tarafından dilsel merkezli, bir sosyolog tarafından sosyal çevre merkezli okunabilir ve sınıflandırılabilirse de, bunlar psikolojik açıdan, en genel anlamda, tepkisel/şiddet yanlısı, akılcı, gelenekçi, sezgici/tecübeci, radikal ve uzlaşmacı tipolojiler ya da karakterler olarak okunup sınıflandırılabilir. Bu bakımdan düşünce ve söylem farklılıklarını ortaya koymakta karakter okumanın önemli bir yeri vardır. Farklı din söylemleri ve düşünce ekolleri bu açıdan analiz edildiğinde, içinde yaşadıkları sosyo-politik, felsefi ve kültürel ortamın da tesiriyle, bu psikolojik tipolojilerden birisinin veya bir kaçının, sosyal, dini ve düşünsel hayatın şekillendirilmesinde ve kurumsallaşmasında ön plana çıktığı veya dikey paradigmalar halini aldıkları görülür.

2. Sosyo-Politik ve Kültürel Yapı
Sosyolojik açıdan, evrensellik iddiasında bulunan ve bünyesinde farklı kültür ve medeniyet havzalarından gelen kişileri barındıran dinlerde, Peygamberlerin ölümünden sonra, farklı mezheplerin/anlayışların ve farklı din söylemlerinin ortaya çıkması genel bir temayül ve sosyolojik-tarihi bir vakıadır. Hristiyanlık, Yahudilik, Budizm, Hinduizm gibi İslamiyet de bu tarihi gerçekten nasibini almıştır. Aslında dinlerin yayılması ve sürekliliği, medeniyetlerle yüzleşmeleri, yeni medeniyetler kurmaları ve sosyal değişmeler karşısındaki tepkisi bu mezhepler kanalıyla olmuştur. Diğer taraftan dünya tarihinde etkili olmuş güçlü kültür ve medeniyetler, devletlerin yıkılıp öldüğü gibi yıkılmazlar ve tamamen ortadan kaybolmazlar. Hiçbir kültür bütünüyle ölmez, başka kültür ve medeniyetlerde farklı biçimlerde tekrar ortaya çıkarlar. Hatta güçlü ve hakim kültürler, birbirleriyle etkileşim içerisindedirler.

Yeni bir din olan İslam'ı benimseyenler de böyle güçlü bir kültür ve medeniyet havzasından geldiği için, kendi kültürlerine ve medeniyetlerine tamamen sırt çevirmemişler ve onları İslam kılıfı altında yaşatmaya devam etmişlerdir. Dolayısıyla bu kimselerin daha önceki kültürel bilinçleri, yeni dinlerini anlama, yorumlama ve yaşamalarında etkili olmuş ve farklı din anlayışları ve söylemlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. İslam dininin ilk ortaya çıktığı ve yayıldığı coğrafyada, Arap, Roma, Mısır ve Sasani kültürü oldukça güçlü bir şekilde yaşamaktaydı. Hire ve Irak Sasanilerin, Şam ise Bizanslıların etkisi altındaydı.


İslam gelmeden önce, pek çok Arap kabilesi göçebe hayatı yaşamaktaydı; pek azı ise yerleşik hayata geçmişti. Siyasi hayat, kabilecilik esasına göre şekillenmişti. Kureyş'in iki büyük kabilesi arasında köklü bir siyasi rekabet yaşanmaktaydı. Toplum köleler ve efendilerden oluşuyordu. İslam, kitabi kültürü ve devlet geleneği olmayan bir toplumu , medeni bir topluma dönüştürmekle işe başladı. Verili bir durumu itibara alan Allah, bu toplumun diliyle onlara konuştu ve onların bazı kültürel, hukuki ve dini simge, sembol ve ibadet biçimlerini ya aynen devam ettirdi, ya da değiştirdi. Ancak eski kültürel- sosyal durum ve siyasal yapı daha sonra Kur'an'ı anlamada ve yorumlamada, farklı görüşleri benimsemelerinde, bireyler üzerinde etkili olmaya devam etti.

Ayrıca İslam'ın geldiği coğrafyada Yahudilik, Hristiyanlık, Zerdüştlük ve Maniheizm gibi büyük dinler ve mezhepler varlığını devam ettiriyor ve İskenderiye'de Yeni Eflatunculuk, Nisibis, Harran ve Cundişapur'da Yunan teoloji ve felsefesi öğretiliyordu. Ayrıca İslam'ın geldiği dönemde Sasani ve Roma devletleri Arap yarımadasında rakip iki siyasi gücü oluşturmaktaydı. Bu hakim kültür ve medeniyetler arasındaki mücadele ve rekabet, daha sonraları, İslam'la bu kültürler arasında devam etmiştir. Bütün bu sebepler dini değiştirmedi, ancak insanların İslam'ı farklı şekilde anlama ve algılamalarında etkili oldu. Zaten yeni fikirlerin, filozoflar, düşünce ekolleri ve sosyal hareketlerin, homojen olmayan ve farklı kültürlerden gelen kişilerin karşılaştığı ve birarada yaşadığı ortamlarda doğup geliştiği sosyolojik bir gerçektir.

3. Dini Metinler
Vahiy, bir iletişim olarak, "aynı ontolojik düzeye sahip olmayan iki taraf arasında" yani Allah'la beşer-peygamber arasında gerçekleşmiştir. Vahiy yoluyla kurulan bu iletişim yalnızca Peygamberlere mahsustur. Onlardan başkasının bu iletişimin mahiyetini bilmesi mümkün değildir. Bunun nasıl gerçekleştiği, mesajın lafız ve mana bakımından kime ait olduğu, bu iletişimde meleğin rolünün ne olduğu hep tartışıla gelmiştir. Sosyal hayatta yaşanan gerçeklikleri esas alarak inen ve elçinin içinden çıktığı toplumun dilinin bütün edebi inceliklerini kullanan vahiylerin iniş sebebi ve ne anlama geldiği, ona muhatap olan insanlar tarafından anlaşılmaya çalışılıyordu. Anlaşılmayan konular veya açık olmayan kısımlar, Peygamber'den soruluyordu. Peygamber hayatta iken bu iletişimde yaşanan problemler, onun tarafından çözümlenirken, ölümünden sonra vahyin kaynağı ile olan ilişki sona ermiştir.


Arap dilinin en edebi metni olan Kur'an'da, görünen ve hissedilen varlık dünyasıyla ilgili açık, seçik ve net bilgiler olduğu gibi, görünmeyen, hissedilemeyen alemle ve geçmişle ilgili bilgiler de vardı. Üstelik bunları farklı üslup ve edebi inceliklerle anlatıyordu. Örneğin Allah ve sıfatları, kıyamet, ahiret, cennet, cehennem, sırat, melek, cin, şeytan ve geçmiş ümmetler hakkında bilgi verirken, mecaz, istiare ve teşbih gibi edebi sanatları kullanmaktaydı. Diğer taraftan bazı ayetlerin delaleti açık ve net (muhkem) olduğu için kolayca anlaşılırken, bazıları anlam benzerliği veya kapalılığı (müteşabih) yüzünden zor anlaşılıyor veya anlaşılamıyordu. Kur'an ayetleri, indirilirken çeşitli konulara göre sıralanmış da değildir. Konularla ilgili ayetler farklı yerlere serpiştirilmiştir. Peygamber'e ilk inananlar, anlayış, zeka, kültür, bilgi ve ona yakınlıkları bakımından aynı olmadığından, dinin kutsal metniyle olan diyalogları ve onu anlayışları da aynı düzeyde olmadı. Kur'an'ın indiği dönemden uzaklaşıldıkça ve sosyal gerçeklik değiştikçe, insanlar, doğal olarak bu metinleri anlamada ve Allah'ın muradını tespitte farklı metotlar ve anlayışlar doğrultusunda yaklaştıklarından dolayı farklı sonuçlar elde ettiler. Hatta öyle ki, insanları tek bir akide ve inanç etrafında birleştirmek amacıyla indirilen ve açık-seçik, anlaşılır olduğunu iddia eden bir metin, sonuçta farklı anlayıştaki kişi ve grupların, kendilerini meşrulaştırmak için kullandıkları bir metin haline geldi ve tek bir ayetle ilgili onlarca görüş ileri sürüldü. Fakat Kur'an'ın kendi metninden kaynaklanan bazı anlama problemleri, mezheplerin ve fırkaların doğmasının doğrudan doğruya sebebi değildi. İslam tarihinde ortaya çıkan fırkalar, genelde siyasi, beşeri, sosyal ve dünyevi sebeplerle teşekkül etmiştir. İnsanlar veya fırkalar, bu amaçlarını gerçekleştirmek uğruna, kılı kırk yaran akılalmaz yorumlar ve teviller yapmışlardır. Neticede her mezhep, fırka, tarikat ve cemaat, farklı bir Kur'an tasavvuru oluşturarak ona Allah'ın yüklemediği misyonlar yüklemiştir.

B. İSLAM DÜŞÜNCESİNDE DİN SÖYLEMLERİ
İslam düşüncesindeki farklı din anlayışlarını ya da din söylemlerini, belli bölge insanlarının veya belli etnik gruba mensup insanların belli bir mezhebi veya ideolojiyi benimsemelerini, insanlar arasındaki psikolojik tavır, tutum ve davranış farklılıklarından ve daha önce içinde yetiştikleri dini, kültürel, ictimai ve siyasi ortamdan tecrid ederek aydınlatmak mükün değildir. Çünkü İslam'ın ilk dönemlerinden itibaren oluşmaya başlayan, aşağıda ele alacağımız din söylemleri, beşeri, dini, toplumsal, politik, fikri, epistemolojik birer olgu olup asıl meşruiyetlerini, insanların psikolojik eğilimlerinden, içinde kurumsallaştıkları toplumun sosyal-politik ve kültürel yapısından ve dini kutsal metinlerinden almaktadır.


İslam düşünce ekollerini bu açıdan değerlendirdiğimizde, onların teşekkülünde bu eğilimlerin oldukça önemli bir rol oynadığını görmek mümkündür. Bununla birlikte, bir mezhepte zamanla birden fazla eğilimin izleri görülmekle beraber, farklı bölgelerde yaşanan şartlar gereği, birbirleriyle yer değiştirebilir. Böyle çelişkili bir durumun yaşanması, bir mezhebin doğuşu ve kurumlaşması anındaki psiko-sosyal ve politik-dini şartların daima aynı kalmaması, her geçen gün değişmesiyle alakalıdır. Bütün bunlara rağmen, bu eğilimler, insanların fikir üretmesinde, medeniyetler kurmasında etkili olan temel psikolojik paradigmalar veya zihniyetler olmaya devam etmiştir. Sırf sosyal çevre veya tabii çevreyle ilgili farklılıklar, uzun süre devam etmez. Çünkü bu çevre değiştiği zaman, tarihsel farklılıklar ortadan kalkar, ancak insan tabiatındaki eğilimler, farklı şekillerde tezahür etmeye devam eder. Eğer bu farklılıkar, insan tabiatındaki temel karakterlerle uyum sağlayabilmişse o zaman uzun yıllar devam edebilir. Biz bu psikolojik eğilimlerin ve tabii tipolojilerin, İslam düşüncesindeki dini-politik söylemlere nasıl yansıdığını, her bir dini söylemin kendi mümeyyiz vasıflarını esas almak suretiyle analiz etmeye çalışacağız.

1-Tepkisel-Kabilevi Din Söylemi
İnsanlardaki karşı çıkma, protesto etme, şiddet, kızgınlık, gadap ve kavgacılık duygusu, asabiyet ve kabilecilik ruhunun yoğun olduğu kabile toplumlarında ya da bedevi toplumlarda, özellikle de büyük ve hızlı değişimlerin yaşandığı dönemlerde, güçlenerek bir kitle hareketine dönüşebilir. Bu tepkisel-kabileci ruh, her bir dinde ve toplumda farklı şekillerde tezahür edebilir. Ancak temelinde, toplumsal alanda yaşanan dikey değişime tepki göstermek vardır. Hızlı değişim, Asabiyet ve katı dindarlık/taassup biraraya geldiğinde tahlikeli politik-dini bir doktrinin çıkması kaçınılmazdır. Bunun yansımalarından en önemlisi, geçmişte yaşadığı hayatı hatırlayarak daha iyi bir hayat arayışı içine girmektir. Değişime karşı tepki gösterme ve şiddet eğilimi, bu gibi ortamlarda, bir toplumun zihniyeti haline gelebilir ve başta dinle ilgili anlayışları olmak üzere bütün alanlara yansıyabilir. Bu din söylemine, "kabilevi-şiddet yanlısı", "karizmatik toplumcu" veya "Tepkisel-eylemci" din söylemi de denebilir. Bunun tabiatını anlayabilmek için, bu zihniyetin psikolojik, politik, sosyal ve kültürel arka planını analiz etmek gerekir.

Araplarda kabile toplumu, göçebe kabilelerden oluşmaktaydı ve her bir kabile ve onun kolları bağımsız topluluklar halinde yaşamaktaydı. Teşkilatlı bir siyasi otorite ve devlet geleneğine, yasama ve yürütme organlarına sahip olmayıp, kabilenin seyyidleri, reisleri ve şeyhleri tarafından yönetilmekteydiler. Kabileler arasında sürekli savaş ve kan davalarının hüküm sürmesi ve oldukça zor hayat şartları altında yaşamak zorunda kalmaları, bu insanları sert tabiatlı, haşin, savaşçı ve şiddet yanlısı yapmıştır. Bu durum onları, problemlerin çözümünde, nadiren kabilenin ileri gelenlerinden oluşan hakeme başvurmaya, çoğu kere de şiddete ve silaha başvurmaya sevketmiştir.

Arap bedevi kabileler, yoksul bir hayat yaşıyor ve hayatlarını çapulculuk, avcılık ve ticaret kervanlarını yağmalamakla idame ettiriyorlardı. Hatta ticaret, ziraat ve sanatı hor görmekle kalmıyor, bunlarla ilgilenmeyi aşağılık ve bozulma belirtisi olarak görüyorlardı.


Kapalı toplumlarda, asabiyet, yani kabile şeref ve asaleti her şeyin üstündedir. Bireysel başarılara ve çıkarlara yer yoktur; doğru ve iyi, kabilenin genel çıkarlarına göredir. Kabile, daima haklıdır ve dolayısıyla onun törelerine itaat esas olup, asla karşı çıkılamaz, isyan edilemez. Kabile karizması esas olduğundan, diğerleri, öteki ya da düşman olarak değerlendirilirdi. Bu yüzden işlenen suçlara karşılık bireyler değil kabileler cezalandırılırdı.


Yerleşik hayata geçmemiş kimseler veya topluluklar, kitabi kültürden ve sitematik düşünceden yoksun oldukları için olayları ve hadiseleri derinlemesine değil, yüzeysel ve basit bir şekilde analiz ederler. Cabiri'nin de dediği gibi, " bedevinin dünyası, düşünsel derinliği olmayan sade bir dünyadır." Bu yüzden farklı fikirlere, eleştirilere tahammülleri yoktur ve kendi fikirlerini başkalarına karşı argümanlarıyla savunmak yerine, şiddet ve baskı yoluyla benimsetmek eğilimindedirler. Özellikle sözlü geleneğe sahip, yerleşik hayata geçememiş toplumlarda yetişen insanlarda, bu eğilim son derece güçlüdür.


İslam düşüncesinde tepkisel din söyleminin ya da kabilevi zihniyetin tipik temsilcileri Hariciler ve kısmen Vahhabilerdir. Çünkü Haricilerin çoğunluğu bedevi hayattan gelme idi. Aralarında şehirli olan çok az kişi vardı. Bu yüzden Harici fikirler, genelde yerleşik hayata geçememiş veya yeni geçmekte olan toplumlara cazip gelmişlerdi. Örneğin Horasan'ın sarp bölgelerinde Hamziyye grubunun tutunması, Kuzey Afrika'da çeşitli Harici grupların taraftar toplaması bundan dolayıdır. Bedevi Araplar, müslüman olduktan sonra, yerleşik hayata geçmek zorunda kaldılar. Çoğunluğu Basra ve Kufe gibi şehirlere yerleştiler. Teşkilatlı bir siyasi otoritsi ve kanunları olan bir devlet içerisinde yaşamaya başladılar. Yerleşik hayata yeni geçmekte olan bu insanlar, Hz. Osman'ın öldürülmesiyle iyice ortaya çıkan Emevi-Haşimi çekişmesi ve kabileler arası rekabetle birlikte, asabiyet ruhlarının depreşmesi sonucu Kureyş'in otoritesine itaatte ve medeni hayatın kanun ve kurallarına, kurumlarına ayak uydurmada güçlükler yaşamaya başladılar. Hz. Ali ve Muaviye arasındaki iktidar mücadelesi, her iki tarafı savaş meydanında karşı kaşıya getirince, meselenin halli için iki hakem tayin edilmesi ve onların vereceği karara uyulması kararı alındı. Bu durum bardağı taşıran son damla oldu ve Haricilik adıyla tarihe geçen grubun ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Daha önce hakem tayinine razı olan ve Hz. Ali'yi de bu fikri kabule zorlayan kimseler, bu defa fikir değiştirerek " Hüküm ancak Allah'ındır" sloganıyla Hz. Ali'ye karşı çıktılar ve hakem fikrini kabul eden herkesi işlediklerini düşündükleri bu günah dolayısıyla tekfir ettiler. Bu andan itibaren, sert ve haşin kabilevi zihniyetinin dar kalıpları içerisinde basit ve yüzeysel bir mantıkla dışlayıcı ve zorba bir din söylemini dillendirmeye çalıştılar.


Hariciler, bedevi hayattaki karizmatik toplum anlayışından hareketle, İslam'ı bir kabile dini gibi algıladılar. Oldukça dar kalıplar içerisinde düşünen Harici gruplar, kabilevi-asabiyetçi yaşayışın bir tezahürü olarak " ferdiyetçi değil, cemaate ait tabirlerle düşünme temayülündedirler." Bu yüzden kendileri gibi düşünmeyenleri ve günah işleyenleri, ötekiler ve düşmanları olarak değerlendirerek onların öldürülmesine fetva verdiler. Yerleşik hayata geçmeden önce de, kabilelerine saldıranları ve karşı gelenleri düşman olarak kabul edip öldürüyorlardı. Karizmatik toplum anlayışları ve sertlikleri, din anlayışlarına yansıdı. Sadece kendilerini haklı görerek, kendileri dışındakilerin yaşadıkları toprakları "Savaş Yurdu" ilan ettiler, onlara dostluğu (velayeti), onlarla oturmayı, şahitlik etmelerini, kestiklerini yemeyi, onlardan dinle ilgili bilgi almayı, onlarla evlenmeyi, miraslarını haram kıldılar ve pek çok kişiyi yaşlı, kadın ve çocuk demeden sorgulayıp kılıçtan geçirdiler. O kadar katı bir tutum içerisine girmişlerdi ki, kendileri gibi düşünmeyen sahabi Abdullah b. Habbab b. Eret'i, hamile hanımı ve çocuklarıyla birlikte öldürdüler. Hatta Yemenli Harici görüşlü bir Arap kadınının, mevaliden birisiyle evliliğini kabul etmeyerek onu boşaması için kocasına baskı yaptılar.


Günahla küfrü aynı kefeye koyup, bütün büyük günah işleyenlerin, dış davranışlarını esas alarak imanını sorguladılar, hatta kendilerinden olup da birlikte Emevilere karşı isyan etmeyen kimseleri küfürle itham ettiler. Kendilerini kurtuluşa eren cennetlikler olarak görmeleri ve kendi görüşlerini benimsemeyenleri tekfir etmeleri, daha önce yaşadıkları kabilevi hayatın dayatmalarının bir devamı şeklinde değerlendirilebilir. Samimi olmaları, çok namaz kılmaktan dizleri ve alınlarının nasır bağlaması, Kur'an ayetlerine yanlış ve zahiri anlamlar vermelerini engellemedi. Yaptıkları yorumlarla İslam'a girişi zorlaştırdılar, çıkışı ise kolaylaştırdılar. Bu katı ve sert anlayışlarından dolayı, kendi içlerinde de birlik ve beraberliği koruyamadılar ve tarihin derinliklerinde kayboldular.


İslam düşüncesinde şiddete başvuran ve sertlik yanlısı hareketler, uzun süre varlığını sürdürememişlerdir. Şiddet şiddeti doğurduğu için, ya siyasi otoriteler tarafından veya kendi aralarındaki savaşlar sonucu yok olmaya mahkum olmuşlardır. Harici gruplardan sadece İbaziye, katı ve sert anlayışından vazgeçip, ilme önem verdiği ve farklı fikirlere hoşgörü ve müsamahalı davrandığı için, günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir.


Hariciliğin bu sert ve radikal ruhu, açıkca olmasa da, bedevi hayatın zor şartları altında yaşamış olmaları, " davranışlarındaki sertlik, imanlarındaki taassup ve kendi inanışlarından olmayanları küfürle suçlamak" bakımlarından, yakın zamanlarda otaya çıkan Vehhabilik'te, Mısır'da Tekfir ve Hicret Cemaat'inde, Cihad Örgütü'de, Türkiye'de Hizbullah, İbda-C ve diğer bazı marjinal gruplarda yeniden tezahür etmeye başlamıştır. Bu hareketlerin doktrinleri ve kullandıkları kavramlarıyla Harici idealizmi arasında yakın benzerlikler sözkonusudur. Bu etki dolayısıyla olsa gerek, Vahhabi hareketini geçmişte ve günümüzde Yeni Hariciler olarak isimlendirenler olmuştur.


Zamanla Asabiyet/Kabilecilik, siyasi otoriteye isyan, Tekfir, Huruc, Teberri, Tevelli, Kebire, İman, Daru'l-İslam ve Daru'l-Küfr, İsti'raz, Ka'de kavramları Harici din söyleminin hakim belirtileri oldu. Bu söylemde, " Din, yararlı şeyleri (taat) yapmak, günah işleyeni tekfir etmek ve zulmeden otoriteye isyan etmek " olarak anlaşıldı. Cahız'ın, onları mutaasıp ve muharebeyi dinden sayanlar olarak tanımlaması oldukça manidardır.


Sonuç olarak, tepkisel-kabilevi din söyleminin veya zihniyetinin, medeni hayata uyumsuzluk; katı, sert ve şiddet yanlısı dünya görüşü; sistematik düşünceden yoksunluk; katı ve mutaassıp bir dindarlık; nasları zahiri ve literal okuma; dışlayıcılık ve tekfir etme; farklı görüşlere ve anlayışlara tahammülsüzlük; karizmatik toplum anlayışı (Kabile/Asabiyet); siyasi otoriteyi tanımama; sürekli bölünme; mutlak doğruluk iddiası gibi temel özellikleri bulunmaktadır.

2-Akılcı-Hadari Din Söylemi:
Akılcılılık, bilginin tek kaynağının akıl olduğunu savanunan rasyonalizm anlamında değildir. İslam düşüncesinde akılcılık, nasların anlaşılmasında aklı esas almak, bilginin kaynakları arasında akla duyular, haber ve sezgi karısında öncelik tanımak ve aklın hüküm verme yetkisi olduğunu kabul etmek olarak tanımlanabilir. Böyle bir akılcılık, mutlak bir akılcılık değildir, nasların anlaşılmasında, naslardan veya naslardan bağımsız hüküm çıkarmada kullanılan bir akılcılıktır.

İnsan, akıl sahibi, düşünen, anlayan, sorgulayan ve olaylar arasındaki sebep-sonuç ilişkilerini araştıran bir varlıktır. Bütün insanlar akıl yetisine ve düşünme gücüne sahip olmakla beraber, bunu tam olarak işletebilmeyi ve verimli bir şekilde kullanmayı başarabilenlerin sayısı sınırlıdır. Bazı insanlar, eşyayla ilişkilerinde, dini metinlerle diyalogda, gerçeği/hakikati elde etmede, sezgi, duyular, karizmatik bir şahsiyet veya geleneğe başvurmak yerine, akla ve tutarlı mantıki temellendirmelere öncelik verirler. Bu kimseler, fikirleri, olguları ve onlara tekabül eden kavramları sorgulamak ister ve akıl süzgecinden geçirdikten sonra kabul etmeyi tercih ederler. Psikolojik ve bireysel zihni faaliyetler, temelde, açık-seçik algılama, sağlam hükümler, kanıtlara dayalı tarafsızlık, sağduyu, eleştiri, tümevarımcı ve tümdengelimci akıl yürütmeden oluşmaktadır. Akılcı zihniyet/eğilim, kişinin içinde yetiştiği kültürel ortam ve toplumsal yapı, aldığı eğitim ve siyasal ideolojiler sayesinde, dini, sosyal, ekonomik ve politik alanlarda dikey bir paradigma haline gelir.

Akılcı, özgürlükçü, eleştirel ve sorgulayıcı bu zihniyet, insanlık tarihinde özellikle, yerleşik hayata geçmiş hadari/medeni toplumlarda, site devletlerinde ve demokratik sivil toplumlarda daha güçlüdür. İstikrar içinde değişime açık bu zihniyet, bu gibi ortamlarda, bireylerde hakim zihniyet haline gelebilir ve başta dinle ilgili anlayışları olmak üzere hayatın bütün alanlarına yansıyabilir. Diğer taraftan, bu eğilim, köklü değişimlere sebep olan evrensel dinlerin rasyonalleşme ve diğer medeniyetlerle yüzleşmesi sürecinde meşruiyyet kazanabilir. Bu bakış açısına, akılcı-hadari ya da akılcı-çoğulcu din söylemi de denebilir.


Hadari toplumlar, ideal anlamda, teşkilatlı bir siyasi otorite ve devlet geleneğine, yasama ve yürütme organlarına, kurum ve kurallara sahiptirler. Bu toplumlar, yöneticiler, ulema, askerler, meslek grupları, din adamları ve diğer sosyal sınıflardan oluşmaktadır. Ticaret, ziraat, sanat ve bilimsel faaliyetler son derece önemlidir. Farklı dinler ve farklı etnik gruplar birarada yaşarlar. Bireysel başarılar, takdir edilir, ferdi kabiliyetlerin geliştirilmesine ve eğitilmesine imkan tanınır. Doğru ve iyi, kabilenin değil toplumun ve bireyin genel çıkarlarına ve hakkaniyet ölçülerine göre belirlenir. Sorumluluk, suç ve ceza bireyseldir. Kitabi kültür ve sistematik düşünce geliştiği için, olaylar ve hadiseler derinlemesine analiz edilir. Bu yüzden farklı fikirlere, eleştirilere tahammül vardır ve istisnai durumlar hariç, kendi fikirlerini başkalarına şiddet ve baskı yoluyla benimsetmek yoktur. İslam, aslında, çoğunluğu k

Yayınlandığı Kaynak :
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort