Hit (4270) M-1577

Hat En Güzel Olana İçten Bir Yolculuktur

Yazar Adı : İlim Dalı : Röportaj
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Müstakil
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-07-29 Güncelleyen : /0000-00-00

Hat En Güzel Olana İçten Bir Yolculuktur

Yazı yazmak başlı başına bir yolculuktur kadrini bilene... Sabır gerektirir, cefa gerektirir ve aşk gerektirir... Kamış, mürekkebe her batırılışında bir damla kalbe düşer, kamışın kağıda her dokunuşunda bir nokta dile gelir, kalemin her açılışıyla bir parça yonga zuhurata analık eder... Sonra.. Sonrası Hattat Süleyman Berk'in dilinden...

-Neden hat, kimsiniz, kimleri hoca bilirsiniz?
Yazı sanatıyla 1970'li yıllarda, ortaokulda iken, okulun tatbikat camii tahtasına yazılar yazan Hattat Yusuf Sezer vasıtasıyla tanıştım. O yazıları hayranlıkla izledikten sonra Yusuf beye, ders almak istediğimi söyledim ve sanat serüvenim başladı. Yusuf bey, beni üç kez kendi hocası Hattat Hamid Aytaç'ın yanına da götürdü. İmam Hatip sonrası İlahiyat Fakültesi'nde de ciddi hat sanatı dersleri vardı. Muhittin Serin'den rik'a dersi aldım. Mezun olduktan sonra Prof. Dr. Muhittin Serin'den, bizim yazımızın Piccasso'su diye tarif edilen Hattat Mustafa Râkım Efendi” üzerine doktora çalışması yaptım.

-Kaç levha çıkmıştır elinizden?
Saymadım ama, epeyce çıkmıştır. Hat sanatında istifini kendimizin ördüğü levhalar vardır, bir de eski yapılmış istifleri yeniden yazarız. Meselâ, Kelime-i Tevhid çok yazılır. Aynen yazarız, iş artık burada el kuvvetine ve titizliğe bakar...

-Kelime-i Tevhid en güzel şekliyle istif edilmiş. Bunun için matematik bilgisi gerekiyor mu?
Matematikten ziyâde resim bilgisi, görsellik, estetik ve titizlik gerekir. Sanatta ayrıntıyı ihmal etmemek gerekiyor.
Ben şairsem ilham gelir yazarım, siz nasıl çekiyorsunuz kamışı, o ilk hareketi veren duygu nedir?
Bir şiir nasıl yazılıyorsa, bir edebiyat eseri nasıl vücuda geliyorsa, bir hat eseri de aynı şekilde meydana geliyor. Meselâ bir ibarenin istifi çok çabuk da çıkabilir, Yahya Kemal'in şiirinde bir kelimeyi yerine koymak için uzun süre düşünmesi gibi, uzun zamanda alabilir. Zuhurata bağlı…

-Her levhanın bir hikayesi var mıdır?
Bunu levhayı yazana sormak lâzım. Meselâ iki levhanın ibâresi şöyledir: İstanbul 1919'da işgal edildiğinde, hattat Necmeddin hoca Üsküdar'dadır. Düşman gemilerini boğazda görünce, o hüzünle; “Bu da geçer yâ Hû” levhasını yazmış. Üç yıl sonra, Mısır Çarşısına gitmiş, alış veriş için. Bakmış ki düşman gemileri İstanbul'u terk ediyor. Bu kez de o keyifle “Gel keyfim gel' levhasını yazmış.

-Osmanlıca ya da Farsça okuyanlar aynı çabuklukta hattı okuyamayabiliyorlar. Hat okumanın bir formülü var mı?
İbâre, istifte ilk bakışta bazıları için karışık gözükebilir, ama zamanla göz âşina oluyor. Bir formülü yok, bir ucundan âşinalıkla yakalamak mümkün… Ayasofya caminin levhalarını yazan Hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi: “Hüsn-i hattı okumak lâleyi koklamak gibidir.” demiştir. Lâlenin kokusu yoktur, çok güzel bir görüntüsü vardır.

-Hat sanatına verilen emeği geçenler içinde Siz maziden hangi hattatlardan etkilendiniz?
Yazı sanatının bu hâle gelmesi Hz. Peygamber döneminden itibaren yüzyılların birikimiyle olmuştur. Osmanlı'da âdeta bir sıçrama yapmıştır. Osmanlı yazı sanatında önemli kilometre taşlarımız vardır. Şeyh Hamdullah Efendi, Hattat Hâfız Osman Efendi, Hattat Hamid Aytaç, Necmeddin Okyay ve daha niceleri… Hatlarına bakmaktan, yazmaktan çok zevk aldığım hattatlardır bunlar. Bugün de önemli hattatlarımız var: Fuat Başar, Mehmet Özçay, Osman Özçay, Savaş Çevik, Tahsin Kurt, Ali Toy gibi. Ali Toy'un hem yeni denemeleri var, hem de klâsik tarzda yazıyor. İleride çok konuşulacak bir isim bence… Bir de son 20 yılda yapılan çalışmalarla, sivil inisiyatifin gayretleriyle yazı tarih olmaktan kurtuldu. Bence, kritik eşik aşılmıştır… Şunu da bir lütuf olarak söyleyebiliriz: Hat sanatında hâlâ bir câzibe merkezidir Türkiye’miz… Araplardan olsun, batıdan olsun, insanlar hat dersi almaya Türkiye'ye geliyorlar.

-Hattat padişahlar var değil mi?
Sultan II. Bâyezid, Sultan II. Mustafa, Sultan III. Ahmed hattat padişahlarımızdır. Sultan II. Mahmud, Sultan Abdülmecid ve Sultan II. Abdülhamid de hattat padişahlarımızdandır. İçlerinde en dikkat çekeni ise Sultan III. Ahmed'tir. Ayasofya arakasında, Bâb-ı Hümâyun önünde bulunan III. Ahmed Çeşmesi ve Üsküdar meydanındaki çeşmede, celî sülüs yazılar III. Ahmed'in kendi hatlarıdır.

-Size göre en zor çekilen harf hangisi? Artık usta bir hattatım diyebiliyor musunuz?
Kişiye göre değişir; bana göre Lafzatullah'ı yazmak çok zor. İsmi nebi, harf olarak da “Ayın” harfi bana göre zordur… Ben hâlâ ustayım diyemiyorum, çok eksikliğim var.

-Hat uğraşı kişisel inşa sürecini nasıl etkiliyor?
İnsan yaptığından ve yazdığından bağımsız değildir. Eski bir söz vardır: “Hattın gelişmesi çok çalışmaya bağlı, sürdürülmesi ise İslâm ahlâkına sahip olmakladır” diye; anlayana bu söz çok şey söyler.

-Bugün kimlerin icazetnâme verme yetkisi var?
Kural olarak, kimin icâzeti varsa o icâzetnâme verir.

-Bir hat levhasının meydana getiriliş safhaları nelerdir?
Evvelâ, ibarenin kurşun kalemle taslağı çıkarılır. Yapılan eskizden tatmin olduktan sonra kalıbı hazırlanır. Kalıbın da safhaları var, beğeninceye kadar kalıp üzerinde çalışılır. Kalıp tamam olduktan sonra ışıklı bir masada, kalıbından, yumurta ve nişastayla terbiye edilen aherli kağıda yazı geçirilir. Asıl iş bundan sonradır; yazının bütün harf, hareke ve tezyini işaretleri, ince kalemle, tashih kalemiyle ve tashih mürekkebiyle tashih edilir. Aherli kağıt tashihe imkân verir. Yazarken klasik hat mürekkebi kullanıyoruz. Bu hem yazmada hem de tashihde kolaylık sağlıyor. En sonunda artık yazıya imzamızı atıyoruz.

-Hat kalemini açtığınızda çıkan yongaları ne yapıyorsunuz?
Saklıyorum, bu bir gelenektir ve saygıdır; biz hattatlar kalem yongasını atamayız, elimiz varmaz. Ta başlangıcından beri biriktiriyorum.

-Hacim olarak ne kadar yer işgal ediyor?
Kamışlarımı çok fazla açmıyorum, bir kez açınca epey gidiyor. Ama talebeler neredeyse her gün açıyor. Onun için bizimkiler az yer kaplar.
...

-Hat merakından mı mezar taşları üzerine “Zamanı Aşan Taşlar başlığında bir kitap çalıştınız?
Mezar taşlarında üç önemli sanat var; taş işçiliği, yazı sanatı ve edebî sanatlar. Beni cezbeden yönü, yazı sanatı cihetiyledir. Çok eskiden beri Karacaahmed, Eyüp Sultan mezarlıklarını ziyaret ederdim. Ayrıca tarihi mezarlıklarımızda çok büyük tahribat var ve hâlâ sürüyor ama elden bir şey gelmiyor. Ancak dolaşıyor, fotoğraflıyoruz. Ben bir taşı fotoğraflıyorum, bir müddet sonra gittiğimde, taşı yerinde göremeyebiliyorum. Ya yerinde yok, ya kırılmış ya da yerine yeni bir mezar açılmış.

-Mezar taşlarında medeniyetimizin özünü bulmak mümkün mü?
Elbette. Orada bir kültür, tarih yatıyor. Eski mezarlıklarımızdaki ruh ve estetik, şimdiki mezarlıklarla hiç karşılaştırılmamalı. Yahya Kemal mezarlıklarımız için “mânevi istirahat” bahçesi diyor. Çok güzel mermer taş işleri var, çiçekler var, endamlı serviler var; oraya girdiğiniz zaman ölümün soğukluğu kayboluyor, insanı çok farklı bir güzellikler sarıyor.

-Mezar taşlarında ne tür ifadeler dikkatinizi çekti?
Nükteler de var, maniler de var, âyet ve hadisler de var. Mesela, “Karı dırıltısından vefat eden Halil ağa” yazıyor bir mezar taşında. Şöyle ifadelere de rastlanır: “Bir zamanlar sahibi zaman idim, Ateş-i rüzigâra hükümrân idim, Sanmayın Hz Süleyman idim, Tersanede körükçü Süleyman idim”. Kocamustafapaşa'da gördüm; “Akıllı isen aklını al başına, Salınıp gezerken neler geldi başıma, Âkıbet türâb oldum taş dikildi başıma…”

-Mezarlıklarda, meslek ve mevkiler ile ilgili tasnifler yapabildiniz mi?
Tabi yapılabilir. Bazen bu, taşın kendisinde yazdığı gibi, başlığından da bu tasnif yapılabilir. Genelde insanlar meşreplerine uygun yerlere defnedilmişler. Meselâ Mevlevî ise bir Mevlevihâne hazîresine defnedilmiş… Yani mezarlıklarda da insanlar kendilerine yakın muhitler oluşturmuşlar. Bir de taşların dilinde insanı mest eden, çok nâzikâne ifâdeler var, “öldü” demiyor, “'azim-i dâr-ı bekâ eyledi” diyor… Bir nezâket ve nezâhet var.

Siz de mezar taşı kitâbesi yazdınız mı? Makbul bir hediye midir bu?
Evet, birkaç zâtın taşını yazmak nasip oldu. Trabzon'da bir âlim vefat etmişti, 1987'de, yazısını yazmıştım, rahmetli taş ustası, Yusuf Usta da taşa geçirmişti.
Tabi. Klasiğe benzetilerek yapılması, geleneğin devam ettirilmesi, hem ölen için hem de geride kalanlar için bir güzellik bence…

(Recep Yeter'in röportajı)

 

 


Yayınlandığı Kaynak : 2007-05-20
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort