Hit (4076) M-1568

Fani Dünya

Yazar Adı : Emin Barın İlim Dalı : Yazar Hakkında
Konusu : Dili : Türkçe
Özelliği : Makale Türü : Yazar Tanıtım
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-07-27 Güncelleyen : /0000-00-00

Fâni Dünya

Gazetedeki başlığı görünce içim sızladı: “Emin Barın koleksiyonu müzayedeye çıkıyor” (Musa İğrek’in haberi, Zaman, 27 Ekim 2008, s. 13). Haberin üstündeki fotoğrafta bildiğim bir duvar var, daha doğrusu güzel hatlarla dolu bir müze yahut sergi salonunu andıran cephe, önünde de Emin beyin oğlu yine tanıdığım Tevfik bey… Ben mi tarih olmuştum yoksa hattatların çok severek yazdıkları dünyanın fâniliğini vurgulayan levhaların yüklü olduğu “fenâ vapuru” zaman deryasından demir mi almıştı? Gemiler geçmeyen bir ummana doğru…

İçimdeki sızıyı ve hayıflanmayı dindirmek için “lâ havle” tesbihine sarılmam yetmezdi, zihnen bir yerlere gitmeliydim. Geriye, hatıraların içine doğru bir yolculuk iyi gelebilirdi…

Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nin ciltleri o zaman devrin en iyi ve itibarlı ciltçilerinden birinde, Çemberlitaş’ta Köprülü Kütüphanesi’nin sokağındaki Barın Ciltevi’nde yapılırdı. Ansiklopedinin sadece cildinde değil her şeyinde bir kalite ve estetik arayışı hatta iddiası vardı o devirde. Kapak ve şömiz tasarımlarını üstat Bülent Erkmen yapmıştı. Cilt yan kâğıtları Mustafa Düzgünman ebrûsu… Vesile ve tesadüf bu ya, büyük hattat, klasik cilt ustası, Güzel Sanatlar Akademisi hocası rahmetli Emin Barın beyefendiyle (1913 – 1987) tanışmamıza varan yolu ansiklopedi açmıştı. Yıl 1977. İlk gidişimiz Dergâh Yayınları’nın idare ve hesap işlerine bakan Cahit Çollak’la oldu.

Hoca mütevazı ve babacan bir adamdı. Uzun boylu, yapılı… Hal tercümesine bakıldığında dikkat çeken bazı hususlar var. 1913 Bolu doğumlu. Dedesi müderris, çocukken kaybettiği babası ise hattat, müzehhip ve ciltçi. Klasik sanatlara ilgisini babasından hat meşketmiş olan ortaokul resim öğretmeni vefalı talebe Lütfi Nami beye borçlu. Onun sayesinde baba mesleğine sülûk etmiş. Nizami hocaları arasında Kâmil Akdik ve Necmeddin Okyay gibi büyük üstadlar var.

Özel ciltler hariç cilthanenin işleriyle fazla ilgili değildi Emin Bey. Girişte soldaki kendi odasında müşterilerle, dost ve ziyaretçileriyle, kimi yetişmiş kimi heveskâr talebeleriyle sohbet eder, bir taraftan da bir şeyler yazar, karalar, muhtemelen elini diri ve kıvamında tutmak için çalışırdı. Hattatlar için öyle derler; bir gün yazmasa elinin gerilediğini kendisi hissedermiş. Bir hafta yazmasa meslektaşları, bir ay yazmasa iyi kötü hattan anlayan herkes…

Tam bir sanatkâr hocaydı, ticaretten ve para işlerinden, 7-8 kişinin çalıştığı bir işletmeyi ayakta tutacak kadar anladığını hiç zannetmiyorum. Patron hiç değildi. Mütekebbir, yanına yanaşılmaz bir hoca da… Birkaç özel iş, hediyelik / diplomatik hususi ciltler, özel yazılar işletmeyi kurtarıyor olmalıydı. Gerisi Allah kerim.

Cilthaneyi idare eden İsmail usta insan olarak da sanatkâr olarak da iyi bir ustaydı. Cüsseli, sigaranın hakkını veren, güzel konuşan, insana yakın… Ciltlenen kitapların ilk örneklerinden bir tanesini saygılı fakat emin bir edayla odaya getirir, hocanın onayını alırdı. Emin beyin bazen tezgâhın başına gidip malzemeye, işlerin akışına baktığı ve işçilere bir şeyler tarif ettiğine de şahit olmuştum. Oğlu Tevfik Bey de hoş bir insandı, oralarda dolaşırdı, güya işlere de bakardı ama işlere vukufu ve çalışma azmi zayıftı. Çek, senet konusundaki bilgileri ise hak getire…

Hocanın odasının kapısının önünde bir hattatın üstüvanî mezar taşı da yerde yatıyordu. Biri getirmiş, hocaya emanet etmişti. Taşın kime ait olduğunu merak etmiş ve okumuştum ama maalesef şimdi hatırlamıyorum. Hoca benim eski harfleri ve istifleri rahat denebilecek bir şekilde okumamla hemen ilgilendi. Biraz geriye gidip yüzüme bir daha dikkatle baktı ve neşeyle sordu: Nereden öğrendin bunları? Muarefenin seviyesini yükselten, daha sonraki ziyaretlerimde bana hatlar, istifler göstermesine yol açan kısa bir konuşma…

Nereye gitti o taş acaba? 1

Yanlış hatırımda kalmadıysa giriş katında cilthanenin yer aldığı binanın tamamı hocaya aitti. Adı da Barın Han’dı? Üst kat işte şimdi gazetedeki fotoğrafta gördüğüm, dört duvarı binbir güzelliklerle konuşan nefis hatlarla dolu, hocanın özel hat koleksiyonun bulunduğu mekândı. Bir seferinde lutfetmiş, bizi de bu kata çıkarmış ve gezdirmişti. Aman Allahım! Hangisinin önünde ve kaç saat ibadet vecdi ve neşvesiyle durup temaşa etmek gerekiyordu acaba? Benim o zamanki hat, tezhip bilgim ve görgüm elbette yetersizdi (şimdi de yetersiz ya), onun için bir taraftan hocanın zevkle ve heyecanla anlattıklarını dinliyor bir taraftan da hat sanatkârlarının, müzehhiplerin, hattan anlayan sanat tarihçilerinin burayı nasıl gezdiklerini, hangi açılardan baktıklarını, nerelere dikkat kesildiklerini, gözlerinin nasıl parıldadığını tahayyül etmeye çalışıyordum.

Et edebilirsen!

Ferit Edgü’nün söyledikleri herhalde doğruydu: “Onun hat sanatı koleksiyonu bir sanatçı koleksiyonuydu. Hattatların en güzel yazılarından en anlamlı yazılarını bir araya getirmişti. Bu koleksiyon başlı başına, sözcüğün her anlamında bir okuldu. Ve bu okul işlevini uzun yıllar yerine getirdi”.

Emin Barın hoca 1978 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde bir sergi açmıştı. Sergiden haberimiz olmamıştı ama o zamanın şartlarında itina ile basılan sergi kitabından hoca yayınevi için bir tane lutfetmişti. (Emin Barın, İstanbul, Güzel Sanatlar Akademisi Matbaası, 1978, 51 s.) Hatlar dışında Bülent Özer, Nurullah Berk, Elif Naci, Şevket Rado, Rakım Çalapala, Muhsin Demironat ve Midhat Sertoğlu’nun Emin Barın hattı konusunda güzel yazıları vardı kitapta. O zaman ressam Elif Naci’nin şu satırları dikkatimi çekmişti:

“Zaman geçtikçe pek çok şeyler devrilir, yıkılır, kaybolur. Yerine yenileri gelir. Bu yeni gelenler bazen eskilerden de güzel oluyor, ama bazıları da artık ebediyen bir daha geri dönmemek üzere yok oluyor. Yeni gelenleri ve gelecekleri hatta memnunluk ve hayranlıkla karşılıyoruz ama bir daha geri gelmemek üzere gidenlerin ardından benim gözyaşı döktüğüm şeylerden biri de Arap harfleridir. Ben Arap harflerini o denli severim ki bu yüzden gericilikle suçlandığım bile oldu. Bir vakitler onları tablolarıma bile pervasızca yerleştirdim” (s. 14).

Bir sonraki ziyarette kitapçıktan bir adet de kendim için rica edip almıştım fakat hocaya imzalatmayı niçin akletmediğime bugün de şaşmakta ve hayıflanmaktayım. Hem eski hem yeni harflerle bir imza atsaydı ne güzel bir hatıra olurdu değil mi? İnsan olarak da hoş bir zat olan hocayı sevmem bu kitap sayesinde oldu desem doğru olur. Hatta yatkınlığı da olan Mustafa Kutlu üstadımızla birlikte bu istiflere çok bakıp konuştuğumuz olmuştur. O hocanın modern kaligrafi ve istif tekniklerini, hatta grafik tasarımı ve resim imkânlarını da kullanarak klasik hat sanatını yenilediğini ve yeni çıkış yolları göstererek mümkün sınırları ileri götürdüğünü düşünüyordu. Bir ara dayanamamış, kitabın 29. sayfasındaki divanî besmeleden birkaç fotokopi çektirip kenarlarına da kendisi süslemeler yaparak arkadaşlara hediye etmişti.

Kitaptaki yazılarda da hocanın hat istifleriyle modern resim arasındaki kuvvetli ilişki üzerinde duranlar ağırlıktaydı. Bana kalırsa resim vurgularında kantarın topu biraz kaçıyor ve hatlara yazık oluyordu ama kalem oynatanlar işi bilen insanlar oldukları için bana söz düşmezdi.

Nurullah Berk’i ve Şevket Rado’yu zikredecek olursak;
“Klasik hat sanatının tüm sırlarını çözmüş, bu girift sanatın tekniklerini incelemiş, uygulamış olan Emin Barın, Eliflere, Vavlara, Heler ve Lâmeliflere klasik hattatların hiçbir zaman yanaşmadıkları bir cesaretle, her seferinde bir sürpriz olan görülmemiş biçimler ve düzenlemeler vermektedir. Artık bu yazıları okumak, anlamak gerekmez. Yazılar resim olmuştur ve onlarda bizi ilgilendiren ‘melodik’, ‘müzikal’ çizgileri, istiflerinin plastik görüntüsüdür” (s. 4).

“Türk yazı sanatına, yüzyıllar boyunca gelmiş geçmiş üstatlar tarafından yerleştirilmiş ölçüleri ve estetiği içinde bir nevi soyut resim sanatı demek belki daha doğru olur. Hatta meşhur Picasso’nun, bizim eski yazılarla yapılmış kompozisyonları gördüğü zaman ‘İşte, modern resim bu!’ dediği söylenir. Nitekim Emin Barın da yazılara bir resme bakar gibi bakar, onları bir resim gibi yorumlar” (s. 18).

Hocanın bu kitaptaki hatlarını Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nin ilgili maddelerinde kullanmak için umumi bir izin istemiştik. Elbette ismini zikrederek. “Ben böyle şeylere pek müsade etmem -çünkü nereye varacağını kestiremem ve takip edemem- ama siz iyi çocuklarsınız, -gülerek- izin veriyorum” demişti. Biz bu izni istismar etmedik ama “güzelce” kullandık. Hatta Hareket dergisinin cilt kapaklarına da kitapçığın 5. sayfasında yer alan daire şeklindeki dörtlü harika “Lâ ilâhe illallah” istifini basmıştık. Bir gün arkadaşımız Cahit beye “Benim hatlarımı çok kullanıyor ve basıyorsunuz” demiş, yarı şaka bir üslupla. Cahit beyin o taraklarda fazla bezi olmadığı için tam anlayamamış ama neyi kastettiğini merakla sormuş. Meğer Hoca ansiklopedi ciltlerini kontrol ederken o gözle de bakıyormuş. Birkaç örnek gösterince, Cahit bey muhtemelen Mustafa Kutlu’nun kapaklardaki hat denemelerini hatırlayarak “Bizim arkadaşlar böyle şeyler yapıyorlar” deyivermiş. Hoca Cahit beyi severdi, bu yüzden ödeme “atlatmalarını” bile hoş karşılardı, bunu da kahkaha atarak hoş karşıladı. Fakat bana anlatırken kısık gülüşler eşliğinde “Sizin arkadaşlar böyle şeyler yapıyorlarmış! Öyle mi?” demekten kendini alamadı. Bu bir lâtife idi, izni ve müsaadesi hep baki kaldı.

Hoca’nın kûfî, divanî ve talik ağırlıklı istifleri hakikaten etkileyici hatta büyüleyici idi. Ne kadar çok “Allah” istifi yapmıştı ve ne kadar farklı yollar, imkânlar bulmuştu. Hattatlar zikr-i Celâl virdini böyle çekiyor olmalıydı. “Muhammed”, “Ali”, “Bismillâh” istifleri onu takip ediyordu. “Gel keyfim gel”, “Men dakka duka”, “Sevelim sevilelim” gibi daha “keyifli” yazılar da vardı şüphesiz.

İsterseniz yine bakmasını bilen bir sanatkâr gözün şahitliğine müracaat edelim:
“(…) Arap harflerinin çeşitli örneklerinden cümbüşlerle karşılaştım ve ‘Allah Allah’ dedim.
Evet, Allah Allah! Burada ne kadar çok ‘Allah’ vardı. Öylesine sarmaş dolaş, öylesine değişik üsluplarda, değişik renk ve şekillerde iç içe girmiş ‘Allah’lar ki hepsinin önünde tapınırcasına eğilmekten kendimi alamadım. En küçük bir abartmaya meydan vermeden, en küçük bir dost hatırı tanımadan, en küçük bir nezakete yer vermeden, elimi vicdanımın üzerine yerleştirerek diyorum ki; burada gördüklerim, yirminci yüzyılın gerçeküstü yapıtlarıydı, vallâhi de billâhi de” (Elif Naci).

Hâlâ zaman zaman bu kitabı ve istifleri zevkle ve hayranlıkla ziyaret ederim, elbette Hocayı hayırla ve rahmetle yâd u tezkâr ederek...
*
200 parçadan oluşan Emin Barın hat koleksiyonu 23 Kasım 2008’de Portakal Müzayedeevi’nin koordinasyonunda Konrad Oteli’nde temaşaya (mezata demeye dilim varmıyor) çıktı. Benim arzum toplu olarak bir yere gitmesi, peşi sıra içinde yorum ve hatıra yazıları da olan açıklamalı güzel bir katalogunun basılması, sonra kıyamete kadar zevk sahibi insanlar tarafından bir ibadet vecdiyle tavaf edilebilmesi idi. 2 Herhalde Emin Beyin ruhu da böyle şad u handan olurdu.

O olmadı, maalesef olmadı. İp koptu, tesbih dağıldı. Kıymetli taşlar öteye beriye saçıldı. Çünkü imame çoktan gitmiş, yakut, mercan, akik… başsız kalmıştı.


Dipnotlar:
1 Bu yazının ilk halini Uğur Derman üstadımıza da göndermiştim. 22 Kasım 2008 akşamı lutfedip açtığı telefonda hem teşekkür etti hem de tamamlayıcı kıymetli bilgiler verdi. Cilthaneye gelen mezar taşı hattat Mahmut Celâleddin Efendi’ye (öl. 1829) aitmiş. Eyüp’teki Şeyh Murat Dergâhı haziresinden, tekkenin harabiyete yüz tuttuğu zamanlarda gelmiş. Tekke tamir edilirken bu taş da tekrar hazireye götürülmüş, fakat Celâleddin Efendi’nin mezar yeri tam bilinmediği için uygun bir yere konmuş. Aynı hazirede medfun olan şeyhülislâm Veliyyüddin Efendi’nin mezar taşı ise daha talihsiz.
2 Uğur Derman beyin verdiği bilgiye göre birkaç sene önce kendilerinin de uzun bir değerlendirme yazısıyla katıldıkları böyle bir kitap hazırlanmış ve 20 adet basılmış. Finansman temin edilemediği için piyasaya verilecek kadar basılamamış. Şimdi Rafi Portakal müzayededen sonra bu kitabı da neşretmeyi düşünüyormuş.

Yayınlandığı Kaynak : 2009-01-01
Yayınlandığı Dergi :
Sanal Dergi :
Makale Linki :
Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort