Yazar Adı : | İlim Dalı : Yazar Hakkında |
Konusu : | Dili : Türkçe |
Özelliği : | Makale Türü : Müstakil |
Ekleyen : Nurgül Çepni/2009-06-26 | Güncelleyen : /0000-00-00 |
İmam Rabbânî Ve İtikadî Görüşleri
I. Hayatı
İmam Rabbânî’nin tam adı, Ahmed b. Abdullah b. Zeynelabidin b. Abdulhay el-Faruki es-Serhendî’dir. Soyu yirmisekiz vasıta ile Hz. Ömer’e dayanmaktadır. Kendisine el-Farukî nisbesi bundan dolayı verilmiştir.1
İmam Rabbânî 971/1563 yılında Dehli ile Lahor arasırda bir şehir olan Sihrind’de doğdu. İlk tahsilini babasından aldı. Daha küçük yaşta iken Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Tahsilini ilerletmek için Siyelkut şehrine gitti ve ünlü alim Siyekuti’nin hocası olan Kemaleddin Keşmiri’den akli ilimleri öğrendi. Hadis öğrenimini ise İbnu’l-Hacer el-Mekki ve Abdurrahman Fihri’l-Mekki gibi üstadlarda tamamladı. Kadı Behlül Bedehşanı’den birçok hadıs ve tefsir kitaplarını okuyarak icazet aldı.
Öğrenimini onyedi yaşında tamamlayan İmam Rabbânî, çok genç yaşta telif ve tedris falileyetine başladı. Henüz öğrenimi sırasında er-Risaletü’t-tahliliyye, Reddu’r-Ravafız ve İsbatü’n- nübüvve gibi eserlerini kaleme aldı. 2
Tarikata mensup bir ailede dünyaya gelen İmam Rabbânî tasavvuf eğitimine aile ocağında başladı. Babasından Kadiriyye ve Çeştiyye tarıkatlarının icazetini aldı. Tasavvuf alanında istifade ettiği şeyhlerden bilinenler şunlardır: Abdulbaki Kabuli, Kadiri şeyhlerinden İskerder-i Kuhenli. Bu son şeyhe intisabı dolayısıyla Kühenli nisbesi de vardır. Kendisi tasavvufta Nakşibendi tarikatının Müceddidiyye kolunun kurucusu olarak anılır. 3
Hayatı boyunca bidatlerle özellikle sapık cereyanlarla mücadele eden İmam Rabbânî’nin, dinleri birleştirmek sevdasına düşen Babur hükümdarı Ekber Şah ve oğlu Cihangir ile mücadelesi kaydadeğerdir. Bu uğurda üç yıl kadar hapis hayatı bile yaşamıştır. Yaptığı bu mücadeleler ve düşünce hayatına getirdiği köklü yenilikler dolayısıyla kendisine “müceddid-i elfi sani” (ikinci bin yılın yenileycisi) denilmişktir.
Ahmed el-Faruki İmam Rabbânî, 63 yaşında olduğu halde 1034/1624 yılında Sirhind’de vefat etti ve aynı şehrin kabristanına defnedildi.4
II. Eserleri
Mektûbât: 534 mektuptan meydana gelen Mektûbât, İmam Rabbânî’nin yazdığı mektupların sonradan toplanmış şeklidir. Aslı Farsça olup Arapcaya ve Türkçe’ye tercümeleri vardır.
el-Mebde ve’l-mead, (Dehli, Matbaai Ensari, ts. el-Enharu’l-erbaa)
Hatm-i Hacegan
Zübdetü’l-makamat
Ta’likatü’l-avarif
Er-Risaletü’t-tahliliyye, Karaçi, İdarei Müceddidiyye, 1965 (Gulam Mustafa Han’ın Urduca tercemesiyle birlikte)
Şerhu’r-rubaiyyat li Havace Abdülbaki
el-Mearifu’l-ledünniyeel-Mükaşefetü’l-ğaybiyye
Risaletu isbatü’n-nübüvve, Karaçi, 1383h. (Gulam Mustafa Han’ın Urduca tercemesiyle birlikte)
Risaletü adabi’l-müridin
Risaletü reddi’ş-Şia’ 5
III. Şahsiyeti Ve Düşüncesi
İmam Rabbânî, onaltıncı yüzyılda yaşamış, Hindistan ve İslam Dünyasının önde gelen şahsiyetlerinden biri kabul edilmektedir. Bu kabule onu layık kılan en büyük etken özelde tasavvuf genelde İslami düşünce ve yaşantıda gercekleştirdiği “tecdid” denilebilir. İslam Tasavvufu’na eleştirel boyutta en büyük katkıyı sağlayanlandan biri sayılan Gazali (505/1111) bilindiği gibi tasavvufa sonradan intisab etmiştir. Dolayısıyla daha önce edindiği birikimle tasavvufa bir takım katkılarda bulunması veya Şeriat’a göre tasavvufa bazı eleştiriler yöneltmesi doğal karşalanabilir. Ancak İmam Rabbânî ailesi de dahil olmak üzere tam bir tasavvufi çevrede yetişmiş adeta tasavvuf kültürü ile yoğrulmuştur. Böyle bir kimsenin tasavvufi düşünceye özelelikle de devrindeki tasavvufi hayata getirdiği dozajı yüksek eleştiriler önemsenecek boyuttadır. Bu çıkışında özellikle genç yaşta aldığı medrese eğitiminin büyük rolü gözden kaçırılmamalıdır. Nitekim daha onyedi yaşında yazdığı “İsbatü’n-nübüvve, Reddü’r-Ravafız, ve Risaletü’t-tahliliyye” adlı eserleri bunu pekiştirir mahiyettedir.6
İmam Rabbânî, yaşadığı çağın sıkıntılarına duyarsız kalamamış, ömrünün büyük bir kısmını mücadeleler içerisinde geçirmiştir. Onun mektupları gözden geçirildiği taktirde, İslam’ın temel ibadetlerinden olan zekat vermekten, tekkede mürid yetiştirmeye kadar her şeyde İslam’ın çıkarlarını gözetmeyi ve o uğurda mücadeleyi öne çıkaran bir tutum içinde olduğu açıkça görülür. Mücadelesi uğruna hapsi bile göze alan İmam Rabbânî’yi hiçbir şey mücadelesinden döndürememiş, hapis hayatı onun haklılığının tescili olmuştur. Nitekim Ekber Şahın oğlu Cihangir, onu serbest bıraktığı gibi yanına danışman olarak almıştır.7
Dini hayatın canlanmasını kısa vadede sağlayacak konumda olmaları hasebiyle medreseyi tekkeye tercih etmiştir. Ona göre bir medrese talebesi, aldığı bilgileri topluma direkt ulaştırarak kısa sürede üretken duruma geçip toplumu bilgilendirme konumuna sahip olabilir. Bir salik (mürid) ise tasavvuftaki belli mertebeleri geçtikten sonra mürşitlik makamına ulaşır, ancak ondan sonra topluma faydalı olma konumuna gelebilir. Ondan önce salik kendisini terbiye ve islah ile meşgul bir durumdadır. Bu aşamada ondan topluma bir fayda beklenmez.8
Babur hükümdarı Ekber Şah’ın (1072/1627) İslam’a alternatif olarak ve birtakım çıkarcı alimlerin desteği ile oluşturmaya ve yaymaya çalıştığı “Din-i İlahî” adındaki farklı bir çok dinden alınma unsurlardan meydana getirilmiş olan eklektik dinin başarısızlığında İmam Rabbânî’nin rolü oldukca fazladır. Müslümanlar, bu uydurma dinle mücadele ederken bir yandan da Hindularla mücadele ediyorlardı. Bu durum ise müslümanları yılgınlığa, kötümserliğe itiyor, bazan da zaten güçlü olmayan imanlarına dünya menfaati galebe çalıyordu. İşte İmam Rabbânî’nin bu mektupları, kimi zaman bilgilendirmeye, kimi zaman teşvike kimi zaman da yol göstermek suretiyle toplumu diri ve canlı tutmaya yönelik bir görev ifa ediyordu.9
Dünya menfaati veya şahsi çıkar için değil, bilgilendirmek, uyarmak, toplumun dertlerini dile getirmek için devlet adamlarına yakınlaşmayı gerekli görmüş, bunu diğer bilginlere de tavsiye etmiştir. Ona göre, eğer iyi niyetli, dünya menfaatinden uzak bilginler, sultana yaklaşıp onu iyi ve doğruya yönlendirmez ve hukukun kurallarını uygulaması için telkinde bulunmazsa dünya menfaati gözünü bürümüş birtakım çıkarcı, bidatçı ve yaltakçı bilginler, devlet adamlarını yoldan çıkarır, halka zulumettirirler. Bunları engellemenin en geçerli yolu onlara bu fırsatı vermemektir.10
İmam Rabbânî, tasavvufta yeni bir çığır açmıştır. Aşırılıklara son vermiş, yanlış anlaşılmaya müsait olan “vahdet-i vücud” görüşünü reddedip ona alternatif olarak “vahdet-i şuhud” tezini geliştirmiştir. Mektuplarından anlaşıldığı kadarıyla fert planında İslam’ı akaid, ibadet ve tasavvufun toplamı olarak kabul eder ve tasavvufun İslam’dan soyutlanıp ayrı bir din gibi sunulmasına karşı çıkar ve tasavvufu bir yaşam biçimi olarak gören bir yaklaşım sergiler. Bu meyanda tasavvufun bilgi kaynaklarından olan “keşf”in yanılmazlığını pek kabule yanaşmaz, onu “ictihad”a eşdeğer kabul eder. Müctehidin ictihadında isabeti kadar hatası da nasıl mümkünse, velinin de keşfinde isabeti kadar yanılması öylece mümkündür11görüşünü benimser.
İnancın asıl olduğunu, inanç olmaksızın yapılacak amellerin ise faydasız olacağını çeşitli mektuplarında dile getiren İmam Rabbânî, özellikle toplumun sağlıklı bilgilendirilmesi için akaid ve ibadetler gibi temel konulardaki kitapların toplumun anlayacağı dilde yazılmasına büyük önem vermiştir. Herkesin Arapça öğrenmesi zor olduğuna göre, kişiler hangi dili konuşuyorsa temel konularda bilgi edinebilmesi için konuştuğu dilde yazılan eserlere ihtiyaç duyar. Onların bu ihtiyaçlarını gidermek ise alimlerin üzerine düşmektedir.14
Sonuç olarak
E-Dosya : Makale dosyasını indirmek için tıklayınız... |
Kitap Link : |