Hit (10936) F-837

Said Nursi Ve Elmalı Hamdi Yazır II. Abdulhamit Hana İsyanda Bulundular mı

İlim Dalı : Fıkıh Konusu :
Soruyu Soran : Cevaplayan : Önder Nar
Cevaplayanın Mezhebi:
Ekleyen : /2030-04-15 Güncelleyen : /0000-00-00

Soru: Hocam Said Nursi ve Elmalı Hamdi Yazır AbdulHamit hana isyanda bulundular mı, ona karşı çıktılar mı, çıktılarsa niçin?

 

el Cevab:

Ehli Sünnet ve'l Cemaat değerlerine göre Zalim veya fasık Halifeyi zulmünden veya fıskından men etmek için karşı çıkmak; halifeye emri bil maruf yapmak kapsamında mütalaa edilir.

---------

İmam Ebu Hanife zalim sultana karşı çıkmanın bu karşı çıkışın başarıya ulaşma şansının çok yüksek olması durumunda caiz olacağını, aksi takdirde sözle uyarıdan ileri gidilmemesi gerektiğini fetvaya bağlamıştır.

Akaid kitaplarında imamet bahislerinde durum bu minvaldedir.

-----

Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi, Gazi Ahmet Muhtar paşa (günümüzdeki namaz vakitlerinin cetvellerini hazırlayan ve rasatını yapan zat), İskilipli Atıf Efendi, Elmalılı Hamdi Yazır, gibi ilim adamları ve Said en Nursi ve Mehmet Akif gibi zevat ve daha çok sayıda İstanbul eşrafı, Sultan II. Abdulhamit aleyhindeki kumpasın içinde yer almışlardır.

Yukarıdaki şahısların tamamına yakını ittihat ve terakki örgütüyle de yakın mesai içinde aynı gaye çerçevesi içinde çalışmışlardır.

-----

Mezkur şahısların hepsi bir şekilde büyük sıkıntılar içinde vefat etmişlerdir.

 

Mülahaza: Ahmet Tunç

Said Nursi’nin eserlerinde Abdülhamit han hakkında onu rencide edecek bir görüşü yok. Bu fetva doğru değil...

 

el Cevab: Doğrudur

Ahmet Tunç,

Soru Sultan II. Abdulhamid'e karşı çıkılıp çıkılmadığı hakkındadır.

Esasen bu konular grubumuzun ilgi alanına girmiyor ise de yakın tarih okumalarım itibarıyla kanaat izhar ettim.

Mustafa Sabri efendi, Zahid el Kevseri, İskilipli Atıf, Said Nursi vb. aynı ilmi meslekten gelen ilim adamlarıdır. Ben de bu meslekten geliyorum.

O günlerin zor şartlarında Sultan II. Abdulhamid’e destek olacaklarına karşı çıkmakla hata etmişlerdir. Bu benim kanaatim.

--------------

Doğruyu ve doğruları seslendirmekle alakalı kanaatim şudur.

Dinimizin doğruları Kitap, Sünnet, İcma ve diğer delillere dayanır. Bu doğruları korumak ve seslendirmek İslam Alimlerinin görevidir.

-Bu doğruların yapılmasına davet etmek Söz söylemeyi bilen, hikmet sahibi davetçilerin görevidir.

-Bu doğrulara uymak bütün İslam ümmetinin görevidir.

-----

II. Abdulhamid dönemindeki çalkantı sırasında istibdadta kurtulup Meşruti İdareye kavuşmak arzusu bu hocalarımıza İslami değerlere uygun gelmiştir.

Günümüzdeki bazı hocalara Sultanlık rejiminin itici, Demokrasi sisteminin İslam’a uygun geliyor olması gibi...

 

II. Abdulhamit dönemi ilim adamları Sultanlık rejimini meşruti rejimle kıyasladıklarında bir deneyim yaşadılar. Sonu hüsran oldu. Zayıf devleti iyice zayıflattılar. Belki de yapabileceklerini düşündükleri İslami Dönüşümü yapmaya fırsat bulamadılar...

Netice itibarıyla başarısızlıkları Osmanlı Devletinin En değerli sultanlarından birisinin hal edilmesiyle sonuçlandı. Onu hal edenlerin kimler olduğu ve hal edilmesinden sonra gelişen olayları bu hocaların yeterince öngörüp öngöremedikleri tartışılabilir.

 

Osmanlı Devleti ittihatçıların şerrinden kurtulabilseydi. Ve Sultan Abdulhamid’in projeleri konusunda ona destek olunsaydı. Dünyanın tek süper gücü şu an Osmanlı Devleti olacaktı. Petrol yataklarını, Balkanlar’ı, Filistin’i, Haremeyn’i kaybettiren Hocalarımızın ve İttihatçıların Devlet başkanlarına sadakatsizlikleri olmuştur.

 

Asımın neslini oluşturmaya çalışırken, laik nesiller yetiştiren bir sistemin önünü açtılar. Ne kadar ağlasalar azdır.

 

 

Mülahaza: Ahmet Tunç

Meşrutiyet döneminde Sultan 2. Abdülhamit’e karşı Said-i Nursi ve M. Akif Ersoy’un karşı çıktıkları doğrudur. Hatta Said-i Nursi itirazlarını Selanik ve İstanbul’da mitinglerdeki konuşmalarında ve gazetelerde yazdığı makalelerle de duyurmuştur. Sultan Abdülhamit’e yapılan jurnaller sebebiyle mabeyn tarafından uyarıldığında itirazlarını pervasızca tekrar ettiğinde, aklından şüphelenilmiş ve akıl hastanesine sevk edilmiş, Hastane Baştabibinin verdiği raporda “akıl sağlığının yerinde olduğu” belirtilince; kendisine mevki, makam ve para teklifi yapılmıştır. Padişah adına zaptiye nazırı Şefik Paşa görevlendirilmiş, 30 altın peşin bahşiş, her ayda 10 altın maaş... İleride bu maaş daha da arttırılacak diye Sultan Abdulhamit’in selamıyla birlikte teklif götürülmüştür. Bediüzzaman’ın Şefik paşaya cevabı şöyle oldu: “Ben maaş dilencisi değilim. Bin altın da olsa kabul etmem…” Bu hadise 24 Temmuz 1908 günü ilan edilen 2. Meşrutiyetten 8-10 gün önce olmuştur. Bediüzzaman’ın İstanbul’a gelişinin asıl amacı, Van’da Din ve Fen ilimlerini birlikte okutacak bir Üniversite kurmaktı. Medresetüzzehra ismini verdiği bu üniversitenin maddi finansmanı için, Sultan Abdulhamid’le görüşmek istiyordu. İstanbul’a gelir gelmez padişahla görüşme yollarını aradı. 1908’in Mart ayı başlarında Mabeyn-i hümayûn’a gitti, padişahla çok önemli bir hususa dair görüşmek istediğini söyledi. Ama maalesef oradaki vazifeli paşalar bu isteği reddettiler. Yukarıda bahsettiğimiz üzere padişahla görüşemeyince, basın yoluyla makaleler yayınlamak zorunda kaldı. Ayrıca, İstanbul’da ve Selanik’te hürriyetçilerin tertipledikleri nümayişlere Bediüzzaman da katıldı.Meşrutiyeti İslami şeriata tatbik eden uzun nutuklar irad etti. Onun hürriyet ve meşrutiyeti şeriata tatbik eden bu nutukları o günlerde kitaplaştırılarak yayınlandı. Böylece Bediüzzaman hazretleri bütün gücüyle meşrutiyet ve hürriyeti, İslam Şeriatına tatbik ederek icraata konması için çalıştı, çabaladı. İttihat –Terakki Cemiyeti içindeki, Ahrar Fırkası ileri gelenleri ile de görüşmeler yaptı. Üç dört ay onlarla beraber göründü. Lakin İttihat ve Terakki’deki hâkim olan zihniyet Bediüzzaman’ın katıksız İslamcılık ve Şeriatçılığını hazım edemeyip ondan ayrıldılar ve düşman kesildiler. Aynı tarihlerde yayın hayatına başlayan “Sırat-ı Müstakim” dergisiyle (Sonradan ismi “Sebilür-reşad” oldu) Bediüzzaman’ın birlikte bir çalışması olmadı. Bu dergide 1911 senesine kadar Bediüzzaman’ın bir makalesi de yayınlanmadı. Bu derginin başmuharriri Mehmet AkifBeydi. M.Akif bey de Sultan Abdülhamit’i eleştiren sert ve kırıcı yazı ve şiirleri yayınlıyordu. Yani Sebillür-reşad dergisi ve onun sahibi Eşref Edip ve başmuharriri M.Akif bey bağımsız ve kendi başlarına hareket ediyorlardı. M. Akif merhumla Bediüzzaman’ın müşterek herhangi bir tavır ve hareketleri olmamıştır. Bediüzzaman’ın siyasetten nefret edip yüz çevirme hadisesi 1919’ larda vuku bulmuştur. Bu husus Risale-i Nurun 23. Mektubunun dördüncü veçhinde mevcuttur. Bediüzzaman’ın Sultan Abdulhamit’in hal’ı için fetva vermesi veya fetva yazısı diye bir konu olmamıştır. Bunu iddia eden var ise, bunun belgesini göstermek zorundadır. İttihatçılarla birlikte yaptığı siyasi hareketlerin neticesi elbette Abdülhamit’in aleyhine olmuştur. Ancak Bediüzzaman bu gibi siyasi hareketlerin yanlışlığını daha o zaman anlayarak, ittihatçılarla yollarını ayırmıştır. İttihatçılar bu sebeple Bediüzzama’a düşman olmuşlar ve Rumi:11 Nisan 1325 (Miladi: 24 Nisan 1909 ) da hareket ordusu ile İstanbul’a geldiklerinde Bediüzzaman’ın yakalanma emrini vermişlerdi. Ancak Bediüzzaman bu sırada İstanbul’da değil, İzmit’te idi. Zaten 27 Nisan 1909 da Sultan Abdülhamit’in hal’ı gerçekleştirildi. 30 Nisan 1909’da da Bediüzzaman İzmit’te yakalanıp tevkif edilerek İstanbul’a götürüldü 23 gün Harbiye nezaretinde tutulduktan sonra 2 nolu Divan-ı Harp mahkemesinde sorgulanarak tahliye edildi. Bir gün sonra da,1 nolu Divan-ı Harp mahkemesinde yargılanarak beraat etti. Divan-ı Harbi Örfideki müdafaası “İki Mekteb-i Musibetin Şahadetnamesi” ismiyle yayınlanmıştır. Bediüzzaman, bütün bu hadiselerin sonunda siyaset’in İslami anlayışa uymadığını gördü ve tamamen siyasetten çekildi. Bu husustaki sözü çok meşhurdur: (Euzü billahi mişşeytani ves siyase) Şeytandan ve Siyasetten Allah’a sığınırım.. Bu konuda, şu anda çok az kişinin bildiği bir hususu da bu vesile ile açıklamak isterim: Bediüzzaman Hazretleri Sultan Abdülhamit Han konusunda yazdığı yazıların ve yaptığı siyasi çalışmalarda söylediği bazı sözlerin kul hakkı doğurduğunu kabul etmiş olmalı ki, vefatına yakın bir sırada yakın talebelerinden Sultan Abdülhamit’in varislerinden kimin sağ olduğunu öğrenmelerini istiyor. Kendisine, torunu Nemika Sultan’ın sağ olduğu bildiriliyor. Bediüzzaman Hazretleri kendisi ile bizzat görüşmek istiyor. Prof. Osman Turan’ın kayınvaldesi olan Nemika Sultan ile Osman Turan’ın evinde görüşülmesine karar veriliyor. Bediüzzaman Hazretleri eve geldiğinde her ikisi de çok yaşlı olmalarına rağmen Sultan bir erkekle yüz yüze görüşmek istemiyor. Bunun üzerine perdenin arkasından Bediüzzaman Abdülhamit hakkındaki bazı sözlerinden dolayı haklarını helal etmelerini istiyor. Sultan’da bu hususta helallik veriyor. Bu hadisenin bizzat içinde bulunan, Nemika Sultan’ı arayıp bulan Üstad’ın talebelerinde Üzeyir Şenler’den (Şule Yüksel Şenler’in ağabeyi) 2008 yılında bizzat dinledim. Daha sonra bu hususta “Bir Mazlum Pâdişâh: Sultan II. Abdülhamid “ İsimli Eserinin Önsözünde Kadir Mısıroğlu’nunda görüşmeyi teyid ettiğini gördüm.

Muzaffer Deligöz Gazeteci-Yazar

 

Kadir Mısıroğlu’nun “Bir Mazlum Pâdişâh: Sultan II. Abdülhamid “ İsimli Eserinin Önsözünden:

“Sultan II. Abdülhamid’e muhalefet kendilerine hiç yakışmayacak iki şahıstan biri olan Üstad Bediüzzaman Said-i Nursî, pek geç kalmış dahî olsa, âhir ömründe nedâmet göstermiştir. Şöyle ki: Prof. Dr. Osman Turanmerhumdan dinlediğime göre Bediüzzaman Said-i Nursî, 1960 yılında vefâtıyla nihayetlenen Urfa seyahatine çıkarken Ankara’daki evlerini ziyaret etmiş ve O’nun kayınvâlidesi Nemîka Sultan’dan dedesi adına helâllik istemiştir: Bilindiği üzere Osman Turan Bey’in kayınvâlidesi Nemika Sultan, Selim Efendi’nin kızıydı. Selim Efendi ise, Sultan II. Abdülhamid’in en büyük oğluydu. Nemîka Sultan, Ankara’da damadıyla birlikte yaşamakta ve bir apartman katında kendisine tahsis edilen odadan çıkmayarak devamlı ibâdetle meşgul olmaktaydı. Vâkî ısrar üzerine misafirlerin yanına gelmiş ve Said-i Nursî merhum, şu sözlerle kendisinden helâllik dilemiştir:”-Sultan Efendi Hazretleri!..Biz, gençlik sâikasıyla İttihadçılar’ın propagandalarına kapılarak dedeniz merhum Abdülhamid Han Hazretleri hakkında pek çok itâle-i kelâmda (lisânen tecâvüzde) bulunduk. O’nun vârisi sıfatıyla sizden helâllik diliyorum. Ben bir ölüm yolcusuyum. Kabre az mesafem kaldı. O’nun nâmına bana hakkınızı helâl ediniz!..”Nemîka Sultan:”-Ne beis var hocaefendi!.. O zamanın siyâseti icabı böyle çok işler oldu!.. Artık geçen geçti.” demişse de Bediüzzaman sarahaten “Helâl ettim!..” cümlesini duymak istemiş ve bunu Sultan Efendi’ye ısrar ederek üç kere tekrarlatmış ve sonra da:”-Oh!.. Elhamdülillâh, inşallâh bu haktan da kurtuldum. Artık müsterih olarak ölebilirim!..” demiştir.

 

Mülazaha: Sayit Tahir

Said Nursi Cemaleddin Afganiye "Üstadım" demiş midir?

 

Ahmet Tunç: Evet demiş...


Sayit Tahir: Bilmiyor muydu peki onun mason olduğunu?


Ahmet Tunç: Herkes diyebilir... Önemli olan bütün görüşmelerine kayıtsız kapılmamaktır...


Sayit Tahir: Bilmeyen her kes diye bilir ama bilen hiç kimse demez

 

Ahmet Tunç: Peki siz nerden biliyorsunuz Mason olduğunu! Kanıtınız var mı?

 

Sayit Tahir: Camaleddin Afgani'nin iç yüzü

 

Gençliğimde Cemalüddin Afganî’yi beğenirdim. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeyken, Ankara’daki Afganistan elçiliğine mektup yazmış, Afganî hakkında kitap istemiştim. Onlar da, eksik olmasınlar Afganistan’dan birkaç kitap getirtmişler, bendenize hediye etmişlerdi.

Sonra Afganî hakkında malumatım çoğaldı, bende tereddütler başladı. Bir müddet sonra da onu terk ettim. Artık yıllardan beri Afganî’ye karşıyım.

Onun bütün ansiklopedilerde yer alan ünlü bir şahsiyet olduğunu biliyorum ama kesinlikle onu bir İslâm önderi, bir uyanış lideri olarak kabul etmiyorum.

Taqiyye yaparak Şiîliğini gizleyip kendisini Sünnî olarak göstermesini doğru bulmuyorum. Sünnîler Müslüman değil mi? Din kardeşi değil mi? Onları kandırmak elbette doğru olmaz.

İran’ın Esedabad şehrine mensup olduğu halde yine taqiyye yaparak kendisini Afgan gibi göstermiştir. Bu da bir aldatma değil midir? Müslüman, Müslümanları aldatır mı?

Kaynaklar onun Mısır’da, “Kainat’ın Yüce Mimarına” inanan İngiliz mason locasına girdiğini ve sonra buradan atıldığını bildiriyor. Sebep: Hiç inancı olmaması imiş!..

İslâm dünyasının bugünkü kaosunda, kargaşa ve anarşisinde Afganî’nin büyük miktarda tuzu biberi vardır.Klasik geleneksel Ehl-i Sünnet Müslümanlığına karşı, ictihadın yaygın hale gelmesini, herkesi ictihad yapması tezini ortaya atmıştır.

Afganî, Sultan Abdülaziz zamanında İstanbul’a gelmiş, Darülfünun’da (Üniversitenin eski adı) bir konferans vermişti. Peygamberliği, çalışarak elde edilebilecek bir sanat olarak gösterdiği için de Osmanlı ulemâsının haklı ve yakıcı yıldırımlarını üzerine çekmişti. Osmanlı Devlet-i Aliyyesinin Şeyhülislâm’ı Hasan Fehmi efendi onu tekfir etmişti(kafirdir fetvası vermişti). Dersiam vekili Halil Fevzi efendi ise Afganî’ye karşı “es-Süyûfü’l-Kavati” isminde bir reddiye yazarak yanlış fikir, görüş ve iddialarını çürütmüştü. Bu konferans, Darülfünun’un kapatılma sebeplerinden biri olmuştur.

Afganî’nin İslâm düşmanı Ernest Renan’a reddiye yazdığı söylenir durur. Reddiye yazmamıştır, adeta onu doğrulamşıtır.

Kahire’de kaldığı yıllarda bir Müslüman mahallesinde oturmamış, Yahudi mahallesinde oturmuştur.

Uyanık ve şefkatli padişah İkinci Sultan Abdülhamid Hân hazretleri Afganî’nin menfi(olumsuz) bir şahsiyet olduğunu anlamış ve kendisine Teşvikiye’de bir konak vermiş, orada ev hapsinde (ama altın kafes içinde) yaşatarak mazarratına, fitne ve fesadına sed çekmiştir.

Bugün elimizde, Afganî’yi mahkum etmeye yetecek miktarda kitap, ilmî makale, belge, sağlam bilgi bulunmaktadır. Bunların sentezinin yapılması, ortaya ciddî, âdil, tutarlı bir dosya konması gerekmektedir. Afganî hakkında kesin gerçekler şunlardır:

1. Sünnî değildir, Şiî kökenlidir.Şiîliği de sosyolojik Şiîliktir.

2. Afgan değildir, İranlıdır.

3. Ateist olduğuna dair iddialar, karineler, büyük şüpheler vardır.

4. Ehl-i Sünneti ve Cemaati temellerinden dinamitleyen fikirler, tezler, görüşler ortaya atmıştır.

5. Yeterli ilmi, ehliyeti, icazeti olmayanların ictihad yapmalarını, ictihadın yaygın hale gelmesini teşvik etmiştir.

6. İslâm dünyasında terörizmi, siyasî cinayetleri teşvik etmiştir. Nasirüddin Şah’ı Afganî’nin bir hayranı ve müridi katl etmiştir.

7. İngiliz ajanı Blunt ile işbirliği yaparak meşrû Halife Sultan Abdülhamid’i tahtından indirme planları yapmıştır.

 

Bütün Ehl-i Sünnet ulemâsı, fukahası ona karşıdır.

Büyük fakih, büyük alim Yusuf İsmail en-Nebhanî onu yermiştir.

Keşif ve keramet sahibi mürşid-i kâmiller onun bozuk ve zararlı taraflarını Müslümanlara bildirmişlerdir.

Afganî’nin içyüzü hakkında derli toplu bilgi edinmek isteyenler… “Ehl-i Sünneti Müdafaa ve Bid’atleri Tenkit,C. 1 adlı kitaptaki makaleyi okumalıdır. (Bedir Yayınevi, 466 sayfa. 5 TL. Telefon: 0212/519 36 18 )

 

Afganî’nin menfi bir şahsiyet olduğuna dair Ehl-i Sünnet camiasında tevâtür derecesinde bir ittifak bulunmaktadır.

Ülkemizde bazı reformcu, kendilerine göre müctehid, yeni bir İslâm türetmeye çalışan; biraz mutezile, biraz Şiî yenilikçiler Afganî’yi göklere çıkartmakta, onu büyük mürşid ve rehber ilan etmektedir. Ona yöneltilen tenkitler için “Afganî’yi tenkit edenler onun taharet bezi olamazlar” denildiğini hatırlıyoruz.

Bendeniz sövülsün sayılsın demiyorum. İlmin, sağduyunun, Ehl-i Sünnet İslâmlığının, sahih vesikaların, doğru bilgilerin ışığında Afganî’nin içyüzü açıklansın diyorum.

Afganî efsanesi yıkılmalıdır.

Bu yıkım işi yapılırken haksızlık, adaletsizlik yapılmamalıdır.

Afganî, İslâm dünyasına bir ıslahçı, bir kurtuluş önderi, bir inkılâpçı olarak takdim edilmemelidir.

Bu konuda Müslüman fikir ve kalem erbabı, taharet bezi edebiyatıyla değil, çok ciddî, daha çok sâkin, çok seviyeli ve ilmî seviyede tartışmalıdır.

Onun, Allah’a inanan masonlar tarafından locadan atılması bile aslında yeterli bir delildir.

Gariptir ki, Mısırlı Masonların locadan kaydını sildikleri Afganî için Türk Masonları övgü dolu bir makale yayınlamışlardır.

Bir insanı mahkûm etmek için dosyasını bütünüyle ele almak gerekir. İşte bu yapılmıyor. Afganî hayranları, Afganî taraftarları bir tür avukatlık yapıyor, aleyhindeki iddiaları meskutün anh geçiyor.

Lütfen Afganî’yi âdil bir şekilde ele alalım, inceleyelim… O zaman gerçekler gün gibi ortaya çıkacaktır.

Ehliyetleri olmadığı halde bâtıl ictihadlar yapanlar onu çok seviyor, çok destekliyormuş. Bu çok tabiîdir.

Sünnîlerin bu zatı sevmeleri, desteklemeleri mümkün değildir. Yeterli bilgisi ve sezgisi olanlar ne demek istediğimi iyi anlar.

Afganî, Ehl-i Sünnet Müslümanlarına imam, önder, rehber, kılavuz olacak temiz bir şahsiyet değildir.

Bid’atçiler ve Masonlar onu çok seviyor ve tutuyormuş. Bu bizi bağlamaz.

Mehmet Şevket Eygi

Gazeteci Yaşar Yaşar Yazar

 

Said Nursi'nin "Üstadım" Dediği Cemaleddin Afgani 33. Dereceden Bir Masondu...

 

1996 veya 97’de Aksaray Akgün Otel’de Risale-i Nur toplantısı yapılmıştı. Galiba Filistin’den gelen hatipdi; konuşması içinde “Said Nursi, üstadlarım Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh, Ali Süavi diyor” dedi. Konuşmaları anında tercüme eden Suat Yıldırım Hoca, hatibin bu cümlesini tercüme etmedi. Arkasından, Suriyeli Ramazan el Buti konuştu. İşe bakın ki, bir önceki hatibin söylediğini o da söylemesin mi… Suat Hocamız, Buti’nin o cümlesini de es geçti. Bendeniz, tercümede bazı yerleri niçin atladığını yazıp kâğıdı masaya bıraktım. Suat Hocamız cevap vermek mecburiyetinde kaldı ve “Efendim biz polemik olmasını istemiyoruz” dedi. Hoca kendine göre bu iki ismi yani Abduh ve Cemaleddin Afgani’yi Said Nursi’nin üstadı olarak göstermek istemiyordu. İyi de, Said Nursi kendisi bu isimleri vermekten çekinmemişse bize ne oluyor!..

16 Mart 2006 Perşembe

(Ali Eren, Vakit)

 

Cennet Mekan Sultan Abdülhamit Han, Cemaleddin Afgani için hatıratında şöyle demiştir.

"Bir de ortaya Cemaleddin Afgani adında bir şartlatan çıktı. Araştırdım İngilizlerin adamıydı"

 

Otel Tekstili antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakir escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort ad?yaman escort afyon escort> ağrı escort ayd?n escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elaz?? escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ?sparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort adana escort